Ece Temelkuran ile kıyıdan köşeden

Onu “Muz Sesleri” adlı kitabıyla tanıdım. Tarzını, cesur kalemini o kadar beğendim ki, hemen ardından köşe yazılarının bağımlısı oldum.

Aylin YENGİN Yaşam
4 Mayıs 2011 Çarşamba

Son dönemde KIYIDAN adını verdiği köşesindeki yazıları öylesine ilginçleşmeye başladı ki, kendisiyle tanışmam gerektiğini düşündüm. İyi ki de tanışmışım. Yazıları kadar düz ve dobra, zeki ve ışıl ışıl bir insanla karşılaştım. İşte az tanıyanlar ve daha yakından tanımak isteyenler için: ECE TEMELKURAN

 Ortadoğu’da yaşamış ve bu konuda kitap yazmış bir yazar/gazeteci olarak Ortadoğu’nun bu gidişatını nasıl yorumluyorsunuz?

Ortadoğu’daki hiç kimsenin bunu yorumlayabildiğini sanmıyorum şu anda. Sadece iyimser ve kötümser iki öngörü var, ama ikisi de ne kadar isabetli, bilemiyoruz. Batılılarda genel anlamda bir rahatlama var, çünkü hiçbir ayaklanma radikal dinci örgütler tarafından yönlendirilmiyor, bütün isyanların daha ziyade seküler bir yapısı var. Mısır’da ve Tunus’ta yaşananlardan sonra, özellikle Batı basınında, bu ayaklanmaların ideolojisi olmadığı yazılıp çizildi, ama ideolojisi olmayan isyanlar bir süre sonra enerjisini tüketerek yok olur. O enerji de, hâlihazırda örgütlü siyasi hareketler tarafından yönlendirilir. Dolayısıyla, örgütlenme deneyimi en yüksek olan kesim radikal İslamcılar olduğu için, ben bu isyanların eninde sonunda onların temsilciliğiyle nihayetlenmesinden endişeleniyorum. Öyle başlamadı, ama öyle biterse acı olur. Zaten dünya ve Ortadoğu solunda, İran devriminin ardından, “Devrimi biz yaptık, ama İslamcılar sahip çıktı” diye bir travma var. Daha yakın zamanda da Filistin’deki ayaklanmanın (ya da intifadanın) seküler bir şekilde başlayıp, sonrasında İslamileşmesi benzer bir travma yarattı. Benim gibi pek çok insanın aynı şeyden endişelendiğini düşünüyorum. Hep birlikte göreceğiz…

  Ortadoğu halkı ne düşünüyor sizce?

Kimileri Mısır’da böyle bir şeyin olacağını bildiklerini, ama ne zaman olacağını kestiremediklerini söylüyorlar. Kimileri ise kesinlikle böyle bir şeyi beklemediklerini söylüyorlar. Ve bu iki görüşü savunanlar da Mısır’da yaşamış insanlar. Dolayısıyla orada yaşayanlar bile böyle düşündüğüne göre bu konuda pek bir şey söylemek mümkün değil. Politika folklorik bir şey oldu artık. Politika konuşmadan bir günün, hatta bir saatin geçmesi mümkün değil. O kadar çok konuşulunca da, doğal olarak o kadar çok fikir ve komplo teorisi üretiliyor. Hiçbir zaman tam olarak ne olacağını kestiremiyorsun; insanı heveslendiren de bu bilinmezlik. 

  Peki bu isyanların bir ülkeden diğerine yayılması normal mi sizce?

Komplo teorilerine inanan birisi olsa, herhalde şöyle derdi: “Ortada bir Arabistanlı Lawrence var ve çok hızlı hareket ediyor.” Ama öyle olduğunu zannetmiyorum, bu anlaşılır bir şey. Tıpkı 68’de Paris’te başlayıp sonra hızla yayılan olaylar gibi… Demek ki dünyanın bir kesimindeki halklar isyana hazırmış, başladı ve yayılıyor. İnsanlar bu süreçte Türkiye’de ne olacağını merak ediyor. Tahrir Meydanı’nda 200.000 kişi varsa, Nevruz’da Diyarbakır’da bir milyon insan vardı. Yani beş tane Tahrir Meydanı dolduracak kadar veya Cumhuriyet mitinglerinde, Tekel işçilerinin direnişinde, Tahrir Meydanı’nı kat kat dolduracak kadar insan vardı. Bu yüzden benim görüşüm, bu isyanların Türkiye’yi etkilemeyeceği yönünde.

  Şimdiye dek çok sayıda ödül aldınız. Sizin için ayrı bir yeri, ayrı bir önemi olan içlerinden hangisiydi?

Aslında hepsi de onur duyduğum insanlardan alınmış, onur duyduğum insanlar adına düzenlenmiş ödüllerdi. Ama galiba, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin Barış Kalemi Ödülü benim için içlerinde en önemli olanı. Bu ödüle sadece ben layık görülmemiştim, 2-3 kişi daha aldı galiba. Irak işgaline karşı yazılar yazdığımdan ötürü aldığım bu ödül beni çok sevindirmişti. Bir de köşe yazarı olarak aldığım ilk ödüllerden biri olması da benim için ayrıca önemliydi.

  Başka ülkelerde durum nasıl bilmiyorum, ama Türkiye’de kadınlara uygulanan şiddetin ve cinayetlerin oranı sizce de anormal bir boyuta ulaşmadı mı?

Kısa bir süre önce bu konu ile ilgili “Önce Kadınlar ve Çocuklar” diye bir yazı yazdım1: Bence bu ülkenin psikolojisi çöktü ve bildiğiniz gibi bir sistem çökerken ilk başta en zayıflar altında kalır. O yüzden kadınlar ile çocukları o kadar çok öldürüyorlar. Hukuk ve adalete olan inanç ortadan kalkınca ilk zarar gören kesim en zayıflardır – kadınlar ve çocuklar yani. Oysa batan bir gemiden ilk önce onlar kurtarıldığı için yazıma böyle bir başlık attım, çünkü ortada çok negatif bir durum var. İlk önce kurtarılması gerekenler, ilk yok edilenler haline geldi. Yazımda da söz ettim zaten, barajları, ihaleleri, büyüme rakamlarını konuştuğumuz kadar, bu ülkenin psikolojik sorunlarına da değinmemiz gerekiyor. Ciddi sorunlar yaşıyoruz çünkü.

  Sebebi nedir sizce bu psikolojik çöküntünün?

Türkiye çok ciddi bir değişim sürecinden geçiyor. SSCB’nin yıkılmasından sonra Rusların ve diğer halkların, Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Doğu Almanya’nın yaşadığı türde bir travma yaşıyoruz. Çünkü ülkenin kimliği değişiyor, yönetiminin içeriği değişiyor, insan modeli değişiyor ve tüm bunlar sanki olmuyormuş gibi davranıyoruz. Hukuk sistemine güven kalmadı. Adalet duygusu çöktü. Yargının yapısı korkunç ve insanların yargıya inancı yok. Hani bir deyiş vardır ya, “Allah mahkeme kapısına düşürmesin,” diye; bu deyiş ülkemizde daha da derin bir anlam kazandı. Bir kesim için mahkeme kapısı, cezaevi kapısı anlamına geldi. Maalesef güçlü olan istediğini yapar izlenimi yaratıldı. Siyasi bir neden dışında yargılananlar içinse, adaletin çok geç geleceğine (gelirse şayet) dair bir inanç var.

  Cesursunuz, kolayca meydan okuyorsunuz, çekinmeden ‘posta koyuyorsunuz’. Bunu kendinizi kanıtlamak için mi yapıyorsunuz yoksa bir şeyleri değiştirebilmek için mi?

İkisi için de değil aslında, başka türlü yapamadığım için böyle davranıyorum. Gerçekten de daha soğukkanlı olmak isterdim, ama haksızlığa dayanamıyorum! Bunun insanı zayıflatan bir duygusallıkla ilgisi yok. Sadece insanoğluna bunu yakıştıramıyorum, hepsi bu. Üzüntüden ve öfkeden bu şekilde davranıyorum. Cesur olduğuma inanmıyorum, tüm bu olup bitenler beni çok korkutuyor. Korkularla hareket etmek ve karar vermek çok kötü bir şey. Olabildiğince korkularla hareket etmemeye çalışıyorum. Etrafımızdaki insanlar korkularıyla hareket ettikleri için, ben aralarında cesur görünüyorum. Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi demeleri misali.

  Kendinize yazarlığı mı yoksa gazeteciliği mi daha yakın görüyorsunuz?

Yazarlığı. Zaten gazetecilik benim mesleğim, yazarlık benim olduğum şey, kişiliğim gibi, bir organım gibi. Gazetecilik kendi dışımda yaptığım ve sık sık da bırakmayı düşündüğüm bir şey. Özellikle bu aralar her hafta bırakmayı düşünüyorum (gülüşmeler), ama sonra başka bir iş yapmayı bilmediğimi, 18 yıldır bu işi yaptığımı düşünüyorum ve vazgeçiyorum.

  Henüz yazılmamış kitapların toplanmaya başlandığı bir dönemde, yeni bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz?

Düşünüyorum, hatta Mayıs ayında da çıkartmayı planlıyorum. Gazetede yazdığım yazılardan bir çeşit derleme yapacağım, değişik bir şey olacak.

  Peki ya İsrail’e gidip, örneğin “Palmiye Sesleri” diye bir kitap yazmak aklınıza geldi mi? Farklı bir bakış açısıyla...

Ben İsrail’e giremiyorum galiba, Beyrut vizem yüzünden… Hem öyle, hem de Hizbullah ile ilgili bir şeyler yazmış olduğum için çok zor olur. Hadi girdim diyelim, çıkması epeyce problem yaratır (gülüşmeler). Şimdiye kadar hiç gitmedim İsrail’e ama gitmeyi çok isterdim.

  Sizce İsrail Ortadoğu’daki bu krizden ne derece etkilenir?

İsrail’in şu sıralar bu durumdan oldukça hoşnut olması gerektiğini düşünüyorum. En azından radikal İslami terör konusunda rahatlayabilirler. İsrail Ortadoğu’daki tek demokrasi. Belki de sonuçta bölgeye gerçekten de demokrasi gelecek. Böyle bir durumda Türkiye’yi örnek almalarındansa, hangisi daha iyi olur bilemiyorum. Öte yandan Ortadoğu’da tüm dengeler değişiyor ve İsrail bu karışıklığın tam ortasında kalmış halde. Ortadoğu’da, öyle bir coğrafyada Müslüman olmadan kalmanın İsrail halkı üzerinde yaratacağı duyguyu tahmin edebiliyorum. İsrail’den savaş karşıtı insanlarla tanıştım – zaten tek tanıdığım İsrailliler onlar. Bu insanların çok acı çektiklerini biliyorum. Hem kendi ülkelerinde kendilerini yalnız hissediyorlar, hem de komşuları arasında.

1  http://www.haberturk.com/yazarlar/615442-once-kadinlar-ve-cocuklar