/0.2’de 17.31

Bilmece ile denklem arası bir şeye benzedi değil mi? Çözelim: ‘17.31’, sıfırnoktaiki’de sergilenen, Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı ve İpek Banu Kılar’ın yönettiği bir oyun

Erdoğan MİTRANİ
21 Nisan 2011 Perşembe

Eyüp Emre Uçaray ve Sami Berat Marçalı’nın kurduğu, öncü, yaratıcı ve aykırı oyunların repertuar tiyatrosu formatında oynandığı sıfırnoktaiki’den daha önce de bahsetmiştim.

Farklı bir tiyatro anlayışının öncülüğünü yapmanın kendi genç yazarlarımıza da fırsat tanımaktan geçtiğinin bilincinde olan bu gençler, repertuarlarında her yıl yeni bir yerli oyuna yer veriyorlar.

Bu yılın oyunu 17.31 ama Mayıs ayında yeni bir yerli oyunu da izleyici karşısına çıkaracaklar. Anlayacağınız, bir yandan bu yeni oyun, bir yandan da yeniden sahnelenen Korku Tüneli derken sıfırnoktaiki önümüzdeki haftalarda da bu sütunun misafiri olmaya devam edecek.

17.31’in tanıtım yazısı şöyle:

“2009, global kriz beyaz yakalıları vuruyor. Gitmesi gerekenler gidiyor, kalanlar işe devam ediyor. 17.31, gidenlerin ve kalanların perspektifini mercek altına alıyor. ‘Kurumsal’ın gündelik yaşamı dışlayan ve yok sayan yapısına, şiddeti normalleştiren, kendi kurallarını koyan ahlak anlayışına ve beyaz yakalıların umutsuzca mutluluk arayışına sansürsüz bir bakış…”

Oyunu Ebru Nihan Celkan yazmış. 1979 Adana doğumlu genç bir yazar, Şişli Terakki Lisesi’nden sonra Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi okumuş. 2004’de de İstanbul Üniversitesi MBA programını tamamlamış. İlk yazdığı oyun 2007’de Sadri Alışık Tiyatrosu’nda sergilenmiş.

17.31’de dört gencin bir akşamını izliyoruz. Üçü yakın iş arkadaşı, biri de alt katta oturan komşu. Üç arkadaştan biri bir süre önce işten atılmış, büyük bir olasılıkla bu işten atılmada katkıları olan diğer ikisi, aradan geçen süre içinde hiç aramamış olsalar da en azından görünürde ona çok yakınlık gösteriyorlar.

Gece ilerledikçe kaçınılmaz hesaplaşma gerçekleşiyor ama, bu hesaplaşma yalnızlık korkusu, güvensizlik, sürekli güvende olma arzusu, bu korkuların üstesinden aşırı tüketim tutkusu ve cinsellikle gelmeye çalışmak gibi çok daha ürpertici gerçekleri de su yüzüne çıkarıyor.

Oyunda biraz Mark Ravenhill, biraz Philip Ridley tadı yok değil ama,  in-yer-face bir oyun yazarken türün bu en önemli temsilcilerinin etkisinde kalmamak da kolay olmasa gerek.

Işık ve dekor tasarımını bu kez Eyüp Emre Uçaray düzenlemiş. Oyun karşılıklı iki sıraya dizilen izleyicilerin arasında oynanıyor.  Bu düzenleme bizi mekânın bir parçası haline getirerek neredeyse röntgenci konumuna sokuyor. Önümüzde sevişen çifte biraz da utanarak bakarken gözümüz karşı sırada oturan izleyiciye takılıyor; aynı tedirginliği onun da gözlerinde okuduğumuzda biraz da kendi içimizde uyuyan şiddeti fark edip utandığımızı anlıyoruz.

BAŞARILI OYUNCULUKLAR

Oyunun yönetmeni ise İpek Banu Kılar. Şiddetin aslında artık hepimizin içinde olduğunu vurgulayan böylesine sert bir oyunun biri yazar biri yönetmen iki kadının elinden çıkmış olması sevindirici. Yazar, oyunda açığa çıkan şiddeti, biraz da iş dünyasının nerdeyse bir iç savaş alanına dönüşmesine, gidenlerin mağlup, kalanların galip oluşuna bağlıyor. Yönetmen

kanımca daha farklı bir yol seçerek aslında bu iç savaşı içimizdeki şiddetin çıkardığını ve savaşın galibi gibi görünseler de, gidenler kadar kalanların da bu aslında bu savaşın mağdurları olduğunu düşünüyor.

İpek Banu Kılar’ın bir başarısı da, oyunun sonlarına doğru iyice açığa çıkacak şiddeti ilk repliklerden itibaren alttan alta hissettirebilmesi. Bunu için de elinde çok iyi bir oyuncu kadrosu var. Ve aslında tüm erdemlerine karşın pek öyle olağanüstü sayılmayacak bir oyunu son derece akılda kalıcı yapan da işte bu oyuncuların oluşturduğu dörtlü.

sıfırnoktaiki’nin beni hem şaşırtan hem de çok mutlu eden özelliği de bu: Gerçekten amatör bir ruhla ve imece çalışıyorlar. Bir oyunun yönetmenini başka bir oyunda oyuncu ya da ışık tasarımcısı ya da bilet satarken görebiliyorsunuz Ve bu amatörlüğün yanında dört dörtlük, son derece profesyonel bir oyunculukla çıkıyorlar karşımıza.

Ayfer Dönmez hem çok iyi bir oyuncu, hem de çok güzel bir kadın. Deniz Karaoğlu ile kimyaları da çok uyuşmuş. Bu ikisi sadece iş arkadaşı.  Birinin karısı evde, diğerini kocası gelmemiş. Konuştukları da geyik muhabbetinden pek de öteye gitmiyor. Ama aralarındaki

cinsel çekim nerdeyse elle tutulacak gibi. Ve ikili bu çekimin cinsel tatminsizlikten çok yaşam tatminsizliğinden ileri geldiğini çok iyi hissettiriyor.

Murat Mahmut Yazıcıoğlu işten atılmış, ait olduğu cevreden uzaklaşmış, dışlanmış ve kızgın karakterde çok iyi. Kızgınlığını neredeyse şaşkınlıkla örtmeye çalışmasını, göreceli sükûnetinin altında her an patlayabilecek bir bombanın olduğunu her an izleyiciye aktarıyor.

Özge Keskin güvensiz, insanlardan aşırı korkan ve bir o kadar aşırılıkla iletişim kurmak isteyen alt kattaki komşu kızda son derece başarılı. İki replik bir bakışla tüm bastırılmış arzuları ve korkuları çok iyi hissettiriyor.

ARA SOKAK TİYATROLARI

Bütün sanat dalları gibi tiyatro da, devamlı evrim geçirmek ve durmaksızın değişip kendini yenilemek zorundadır. Üstüne üstlük tiyatromuzda devrim yaratmış bir kişinin adına verilmekte olan Afife Jale Ödülleri’nin adaylarına bakıp, Türkiye’nin böyle bir gelişmenin çok uzağında ve de çok gerisinde kaldığını sanmayın sakın. Bırakın ödenekli tiyatroların sunduğu kırk kere çiğnenmiş sakızları ve de çoğu özel tiyatronun geçen yüzyıldan kalma oyunculuk ve güldürü anlayışlarını. Dalın İstanbul’un ara sokaklarına, Elmadağ’ın derinliklerinde Mekân Artı’yı, Kumbaracıyokuşunda no 50’yi, Talimhane Yokuşu’nun dibinde (eğer tiyatro düşmanı komşusu yine kapattırmamışsa) Talimhane Tiyatrosu’nu bulup buralarda oyun izleyin.

Halep Pasajı’nda yeniden açılan Maya Sahnesi’ne gidin. Ya da İstiklâl Caddesi’nde, Sent Antuan’ın hemen karşısında, hani şu vitrininde hep uç-uç böcek şeklinde pastalar olan Barcelona Pastanesi’nin daracık sokağına girin. Pastane binası biter bitmez soldaki kapıdan girip iki merdiven çıkın, 17.31’e veya sıfırnoktaiki’nin herhangi bir oyununa girin. Fark edeceksiniz ki bu gençler günümüzün ilerici tiyatro anlayışından da öte, geleceğin tiyatrosunu yapıyorlar ve Türk Tiyatrosunun geleceği bu gençlerin elinde.

Hepinize iyi seyirler.