Gelişim adına sürüyle seminere gider, kitaplar alırız ve sonunda bir değişim olmaz. Neden mi? Uygulamaya koymayız ondan. Seminer çıkışı yepyeni bir “Ben” oluşur ve birkaç gün sonunda eski ben gelir ve ona “dur” der. Rahatlık, eski ve huzura tav eder bizi. Kolay gelir ki biz de teslim oluruz. Bu seminerlerin sırrı içeriğinde mi yatar yoksa katılımcının içinde mi?
Geçen yaz tavsiye üzerine Norbekov adlı bir yazarın ‘Aptalın Deneyimi’ ve ‘Haddini Bilmez’ adlı iki kitabını okudum. Dünya çapında on, hatta on beş milyon adet satmış ilginç yorumlar içeren yazılardı. Her bölüm nerdeyse birkaç sayfadan oluşan tavsiye dolu satırlardı.
Aynı kişinin Türkiye’de seminer verdiğini duyunca tatil için geldiğim İstanbul’da katılma fırsatını buldum. Bu kişisel gelişim seminerinin diğerlerinden ne farkı var diye soracak olursanız, mucizelere tanık olmakla kalmıyor mucizeleri kendiniz yaratıyorsunuz. Bir defa mı, iki defa mı size kalmış. Kimi katılımcılar her gece üst üste ardı ardına mucizeler yaşadılar ve hepsine ben şahsen tanık oldum.
Ne yaptılar neler yaşadılar konusuna az sonra değineceğim ancak katılımcıdan istenen iki şart var. “İste” ve “İnan”. Kendin için isteyecek ve kendine inanacaksın. Hepsi bu.
Ordinaryus Profesör Norbekov Rusya’da verdiği, yaklaşık 1.000 kişinin katıldığı bir seminerinde herkes inanırsa yağmur yağdırabileceğini söylemiş. Hem de sağanak, şişekli, sırılsıklam eden cinsten bir yağmur… Herkes bu prosesi yapmak istemiş ve yürekten inandıklarını söylemişler. Yaklaşık 5 dakikalık bir proses sonrası tüm katılımcıları bilinen bir meydana davet etmiş, kendi yağdırdıkları yağmura şahit olmaları için. Kalabalık bekle, bekle, bekle yağmur yokmuş. Norbekov sormuş. “İnananların hepsi ellerini kaldırsın”. Çoğunluk kaldırmış ancak üstat yeterli bulmamış çünkü onlara inanmamış. Ardından sormuş sağanak yağmurun yağacağına inanan herkes neden acaba yanında şemsiye ya da şapka getirmedi? Ona göre kimse korunma ihtiyacı duymadığından, inanmamış ve bu yüzden de yağmur yağmamıştı.
Bu kimine sempatik bir masal gibi gelir kimininse yüzüne tebessüm getirir. Ancak seminerde gözleri bozuk insanların gözleri yedi gün içinde düzeliyorsa ve okuma gözlükleri atılıyorsa, böbrek kum ve taşları atılıyorsa, herkes kendi vücudunda olan organlarla tanışıp, onlara sevgi yollamayı öğreniyorsa bu işte bir iş vardır demek.
Seminer gizli veya yeni değil; toplam 3 milyon kişi katılmış. Eli ayağı tutmayan, kanser hastaları dahil herkesi kendi düşünce gücüyle sade bir inançla tedavi eden bu mucizevi semineri tavsiye etmekten öte şiddetle öneriyorum.
Yanımda sağım solumda, önümde arkamda oturanların yaşadıklarını duydukça sanki bir meta tiyatrodaymışım hissini yaşadım sekiz gece boyunca. Sanki herkes bir olmuş anlaşmış beni “kafa kola” alıyorlardı. Bu kadar fiziksel değişim, iyileşme mümkün müdür?
Doktora giden bir hastaya doktor basit bir öneride bulunmuş. “Bakınız hastalık orada ben buradayım. İyileşmek tercihi sizin.” Dışarıdan alınan tüm ilaçlar hep geçicidir. Asıl tedavi içeriden yapılır felsefesi ne kadar gerçekçidir size?
Tansiyon ilacını bırakmak için bilinçaltımla çalışmam gerekiyorsa, korkuların böbrekleri etkilediğini biliyorsam, kızgınlık ve öfkenin karaciğeri mahvettiğini öğreniyorsam ve bunlar için sadece düşünce gücünü kullanmak yetiyorsa neden yapmayayım? Zorluk bunun neresinde? Tembellik ve alışkanlık ortamı herkese rahatlık sağlar. Aradığın rahatlık mıdır yoksa sağlık mı?
Laf arasında söylüyorlar ancak herkes her an tüm organlarını sanki 25 yaşındaymış haline getirebilir. Norbekov’un kendisi çalışmayan iki böbreğini ‘tamir etmiş’, iktidarsızlık sonrası dört çocuk sahibi olmuş.
İlgilenenler için www.norbekov.org. Bu sizin hayatınız sizin sağlığınız için, başka kimse için değil. İster inanın ister inanmayın.
Eddi ANTER