Orta yaşta olmak ‘Orta’da olmak

Orta yaş diliminde kadınlar ve erkekler fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak neler yaşarlar, ne gibi zorluklarla karşı karşıya kalırlar?

Sağlık
24 Kasım 2010 Çarşamba

Orta yaş, kısa zaman öncesine kadar bana çok uzak gelen bir dönemdi. Hatırlıyorum da, çocukken, genç kızken annemle babamın arkadaşları bana yaşlı gibi görünürdü. Hâlbuki onlar henüz 40’larındaydılar. Şimdi çocuklarımın arkadaşları bizi yaşlı mı görüyorlar diye merak ederim. Bu yaş diliminde kadınlar ve erkekler fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak neler yaşarlar, ne gibi zorluklarla karşı karşıya kalırlar? Kendi deneyimlerimden de hareketle sizlerle paylaşmak istedim.

40-55 yaş, ortalama yaşam süresinin ortasını geçmiş bir yaş dilimi. Bu yaşlarda hem çocuklarımıza, hem anne ve babalarımıza karşı sorumluluklarımız artar. Çocuklar ergenlik çağının içersindedirler ve bize ihtiyaç duyarlar. Dersler, okul meseleleri, sağlık sorunları, sosyal hayatlarını sürdürürken bir yerden bir yere onları ulaştırma gibi konular gündemimizdedir. Yaşları büyüdükçe aldıkları kararlar da gitgide daha önemli olmaya başlar. Önceleri ne giysem, ne yesem, hangi filme gitsem diye düşünürlerken, şimdi artık hangi liseye gitsem, hangi alanı seçsem, hangi mesleğe yönelsem, kimi eş olarak seçsem, nasıl bir işe girsem… gibi kritik kararların içindedirler. Tabii bize de anne-baba olarak bu karar sürecinde onlara destek olmak, yol göstermek, anlamaya çalışmak düşer; aramızda çıkabilecek çatışmaları akıllıca ele alarak. “Yaş büyüdükçe, problemler büyür” der annem, çok haklı. Çocuklarımızın geleceğiyle ilgili endişelerimiz de bu yaşlarda artar.

Peki ya anne-babalarımızla ilgili endişelerimiz? Biz orta yaştayken onlar 70-80’li yaşlarını sürerler. Belki yaşça biraz daha küçük veya büyük olabilirler. Bu yaşlarda genelde ‘iyi’ sağlık haberleri azalır. “Bir şeyler bozulacak elbette, yeni dişim çıkacak değil ya…” der kayınvalidem. Geçici olan rahatsızlıklar neyse de, kronik hastalıklar baş gösterince, kendimizi daha sık doktor ve hastane bekleme odalarında, biraz endişe, biraz merak içinde beklerken buluruz. Her zaman bizden büyük, güçlü gördüğümüz, sırtımızı dayadığımız, ‘onlara bir şey olmaz’ diye düşündüğümüz anne ve babalarımızın bazı yetilerini yitirmesi bize çaresizlik yaşatır. Fiziksel ve bilişsel olarak yaşadıkları güçlükleri kabullenmekte zorlanırız. Onlar da kendilerinde ve birbirlerinde (eşlerinde) meydana gelen, yaşa ve/ veya hastalığa bağlı değişimleri kabul etmekte zorlanırlar. Adeta roller değişir, biz ‘çocukluk’tan çıkarak, onlara ana-babalık yapmaya başlarız. Sıralı olsun ama kayıplarımız da bize yaşamla ölümün ne kadar iç içe olduğunu öğretir. Kimi zaman çocuklarımız ve anne-babalarımızın sorumlulukları arasına sıkışmış hissederiz kendimizi. Artık sabırlı ve güçlü olma sırası bizdedir. Peki ya bizde meydana gelen değişimler?

Biz de eski gençlik günlerimizdeki kadar formda değilizdir elbette. Enerjimiz, fiziksel gücümüz, iştahımız, uykumuz bile azalır! Sabahtan akşama koşuşturmak zorunda olduğumuzda, artık gece evde ayaklarımızı uzatıp dinlenme ihtiyacı duyarız.

KENDİNLE HESAPLAŞMA

Kendimizle de hesaplaşmalarımız bu yaş döneminde daha yoğundur. Ölümlü olduğumuz, sonsuza kadar yaşamayacağımız ve zamanın hızla geçmekte olduğu gibi gerçeklerle daha fazla yüzleşiriz. ‘Ben bugüne kadar hangi hedeflerime ulaştım, kariyerimde istediğim yerde miyim, gerçekleştirmek istediğim diğer hayallerim ne olacak, olmak istediğim insan mıyım, çemberin dışına çıksam, farklı şeyler denesem, henüz keşfedemediğim bir yeteneğim var mı, şu an yaptığım iş en sevdiğim iş mi, çocuklarımı iyi yetiştirebildim mi, kararlarımı gözden geçirmeliyim’ gibi iç konuşmalarımız vardır.

Fiziksel değişimler de, tıpkı ergenlik çağımızdaki gibi bizi şaşırtır. Yaş ilerledikçe aldığımız ve diyetlere, spora rağmen vermekte zorlandığımız kilolar, seyrekleşen, dökülen, beyazlaşan saçlar, artan kırışıklıklar, vücudumuzun kaybolmaya başlayan esnekliği, hem erkekler, hem kadınlardaki ‘menopoz –andropoz’ dönemleri (ve öncesi), cinsel hayatlarımızdaki değişiklikler, yavaş yavaş baş gösteren sağlık sorunları, yanımızda taşımaya başladığımız ve/veya düzenli kullanmaya başladığımız ilaçlar… Hayatın hızla geçtiğini, trenin kaçtığını, zamanın aslında ne kadar değerli olduğunu fark etmek, eski arkadaşlıkların (ilkokul, lise…) yeniden değer kazanması, daimi arkadaşlarımıza daha da bağlanma ve onları koruma isteği. Bir yandan çocuklarımızın gelişme hızlarına ayak uydurmak için harcadığımız çaba, geçim kaygısı, kendimize ve çocuklarımıza iyi/makul bir gelecek hazırlama planları, evlilik ilişkimizde yaşadığımız değişimler yapmak isteyip de fırsat bulamadıklarımız veya yap(a)madıklarımız… Bu konular yoğun olarak gündemimizdedir.

Orta yaş döneminde erkekler, ‘yeterli erkek’ olduklarını daha da çok hissetmeye ihtiyaç duyabilirler. Bu ihtiyaçtan hareketle, genç gibi davranmaya, giyinmeye, bazı hareketli ve tehlikeli/zorlayıcı sporlara veya hobilere yönelmeye başlayabilirler. Cinsel açıdan yeterli, başarılı ve arzu edilir olduklarını bilmek istedikleri ve bu konuda kaygılandıkları için farklı arayışlara girebilirler.

Erkeklerdeki değişime paralel olarak, kadınlar da kendilerini ‘daha kadın’, alımlı, çekici ve arzu edilir hissetmeye ihtiyaç duyarlar. ‘Genç’ gibi olmak, giyinmek, sosyal olarak daha aktif olmak, estetik operasyonlara veya yöntemlere başvurmak sık rastlanan davranışlar arasındadır. Menopoz öncesi yaşanabilen cinsel isteksizlik, menopoz sonrasında artan istekliliğe dönüşebilir. Bazı çiftlerde orta yaş dönemi, değişimlerin çakışması veya aralarındaki ilişkinin /iletişimin niteliğinden kaynaklanan diğer nedenlerle daha sıkıntılı yaşanabilir.

Her ne kadar orta yaş dönemi ‘kriz’ olarak anılsa da, ben bu döneme, tıpkı diğer yaş dönemlerinde olduğu gibi, hayatımızda birçok değişimin eşzamanlı meydana geldiği, duygusal açıdan yüklü ve bir o kadar da renkli yıllar olarak bakmayı tercih ediyorum. Her anımızın değerini ve bir şeyleri artık ertelememek gerektiğini daha da çok anladığımız bir olgunluk dönemi. Yaşadıklarımızdan dersler çıkardığımız ve deneyimlerimizi aktararak genç nesillere ışık tutma zamanı. Tabii bunu yaparken ‘ben senin yaşındayken…’ diye başlayan cümleleri asla kurmadan, önce çocuklarımızı dinleyerek, anlamaya çalışarak, onların bizden farklı bireyler olduklarının farkında olarak yapmamız gerektiğini de vurgulamak isterim.

Yaşadığımız sıkıntılarla daha etkili bir şekilde baş edebilmek için yapacağımız birçok şey var. En önemlisi ailemizle ve yakın arkadaşlarımızla duygularımızı, yaşadıklarımızı paylaşarak onların desteğini almak. Anne ve babalarımızla, ailemizle daha çok zaman geçirmek. İçe kapanmadan, bize uzatılan elleri fark etmek ve tutmak, gülümseyen yüzlere ve bizi anlayan bakışlara kapımızı açık tutmak. İş tempomuz yoğun bile olsa, kendimize mutlaka zaman ayırmak. Hoşlandığımız, bize pozitif enerji katacak ortamlarda bulunmak. O güne kadar merak edip de bir türlü denemeye fırsat ya da cesaret bulamadığımız etkinlikleri denemek de bize enerji verecektir. Belki de farkında olmadığımız bir yeteneğimizle karşılaşabiliriz. Bu dönemde manevi tatmini yüksek olan işlerle uğraşmak hayatımıza anlam katacaktır. Cemaatimizin kurum ve dernekleri ile sivil toplum kuruluşlarında katılacağımız gönüllü çalışmalar, hem yeni kişiler tanımamızı, yaşıtlarımızla beraber kaliteli zaman geçirmemizi, hem de üretken olmamızı sağlayacaktır. Cemaatimizde her bireyin ilgi alanına ve zamanına uygun olarak yapabileceği işler olduğuna ve katkıda bulunmanın bize sonsuz bir mutluluk katacağına inanıyorum.

40-50 yaşlarımızı sürerken, bir gün o yaşlarımızı da özleyeceğimizi aklımızdan çıkarmadan, ‘şimdi ve burada’yı, anı yaşamayı ve paylaşmayı öneriyorum. Unutmayalım ki çocuklarımızın mezuniyetleri, başarıları, nişanları, düğünleri, torunlar ve daha nice mutlu anlar bizi bekliyor.

Miryam ANJEL / Uzman Psikolojik Danışman