Ezilenlerin çıkışsızlığı

Sıradan, üst orta sınıf bir ailenin gündelik yaşantısını yoğun bir hüzün duygusu içinde izlerken, sistemin haksızlıklarına isyan ediyoruz. Ataerkil aile yapısına, çarpık bir sistemin işleyişine ciddi eleştiriler getiren film, ötekileşme, milliyetçilik ve ayrımcılık temalarını işlerken, Türk toplumunun durumunu otopsi masasına yatırıyor.

Viktor APALAÇİ
27 Ekim 2010 Çarşamba

Kadın karakterlerin çaresizliği ve çizdiği karamsar tablo ile yönetmen Seren Yüce “İyimser olma şansımız yok” diyor. Salondan çıkarken kendinizi kötü hissedeceksiniz

Seren Yüce’nin “Çoğunluk”u geçen ay Venedik’te, ilk filmini çeken yönetmenlere verilen, “Geleceğin Aslanı” Ödülü’nü kazandı, Antalya ve Adana, festivallerinde ödüllere bağuldu. Bu son derece gerçekçi, inandırıcı, yalın, düz ve dürüst filmi izledikten sonra, “tümü hak edilmiş ödüller” diyoruz.

Seren Yüce, mükemmel bir senaryoda, ayrımcılık sorununu, kadın-erkek, Türk-Kürt, zengin-fakir, işçi-patron ilişkilerini ezilenlerin gözünden anlatıyor. Otobiyografik öğeler de barındıran senaryosuna, Yüce yakından bildiği, tanıdığı bir çevrenin sorunlarını ustalıkla yeşleştirmiş.

Film ataerkil aile yapısına, çarpık bir sistemin işleyişine ciddi eleştiriler getiriyor. Sıradan, üst orta sınıf bir ailenin gündelik yaşantısını yoğun bir hüzün duygusu içinde izlerken, sistemin haksızlıklarına isyan ediyoruz.

Bu “ezilenlerin dramında”, kadınlar daha yalnız ve çaresiz kalırken, erkekler daha az zarar görüyor.

21 yaşında, hiç sorumluluk alamamış, bir baltaya sap olamamış, baba etkisi ve korkusuyla büyümüş bir gencin, ailesi ve arkadaş çevresiyle ilişkilerini anlatan “Çoğunluk” çağdaş bir  genç adam portresi çiziyor. Parasının verdiği güçle tüm sorunlara pratik çözümler bulan, polis ve devletle olan sorunları kolayca halleden, Cuma namazlarını kaçırmayan, işçilerini sömüren, ancak ailesini mutlu etmeyi asla düşünmeyen müteahhit bir baba (Settar Tanrıöğen). İlgisizlikten, sevgisizlikten şikayetçi, itilen-kakılan çaresiz bir anne (Nihal Koldaş). Serseri arkadaşlarıyla vakit öldüren, inisyatif almaktan aciz, askere gitmekten kaçan, babasının gölgesinde yaşamayı kabullenmiş oğulları Mertkan (Bartu Küçükçağlayan).

HAYATA TUTUNMA ÇABASI

Aile baskısından kurtulmak, okumak ve kendine daha iyi bir hayat kurmak için İstanbul’a gelen Gül (Esme Madra) bir büfede çalışmaktadır. Ailesinin ve törelerin peşini bırakmayacağın bilincinde, genç kız, sınıf atlamak, hayata tutunmak için her türlü fedakârlığa katlanmaya hazır.

Bu güçlü orta sınıf eleştirisinde, ötekileşme, milliyetçilik ve ayrımcılık temalarını işleyen Seren Yüce, Türk toplumunun durumunu otopsi masasına yatırıyor. Kendisi durum tespiti yapmakla yetiniyor, hiçbir şey önermiyor, iyimser olmak için sebep yok diyor.

Film, Mertkan’ın hiç bir suçu yokken temizlikçi kadını tekmelemesiyle başlıyor. Film boyunca “çoğunluk”ta olan bu zihniyetin, çarpık bir düzeninin, toplumsal kötü alışkanlıkların, ciddi bir şekilde eleştirildiğine tanık oluyoruz.

Seren Yüce, senaryosunda çizdiği gerçekçi karakterler ile erkek dünyası hakkında dürüst tespitler yapıyor. Müteahhit baba, arkadaşı milliyetçi halıcı, Mertkan’ın boş gezenin boş kalfası arkadaşları hep kötü karakterler.

Haksızlığa uğramaya alışık, saf, temiz karakterli taksi şoförü (Erkan Can), baba baskısı yaşayan, kişiliğine bir yön verememiş Mertkan’ın vicdanı gibi görülüyor.

KADINLARIN ÇARESİZLİĞİ

Filmdeki iki mutsuz kadın kahramanın çaresizliği, çıkışsızlığı ile “Çoğunluk”un feminist bir tarafı var. Çizdiği karamsar tablo ile Seren Yüce “iyimser olma şansımız yok” diyor.

Salondan çıkarken kendinizi gerçekten kötü hissediyorsunuz.

Esmer kurusu garson kız Gül’ün Mertkan ile kurdukları ilişki, kızın Kürt olması nedeniyle despot babanın vetosunu yiyor. Farklı sınıflardan gelen iki sevgili sistemin kurbanı olmaktan kaçamıyor. Ailesinin maddi gücünü arkasında hisseden erkek, mağduriyeti hafif hasarla anlatırken, kaderine razı olan kadın, sistemin çarkları arasında eziliyor.

Acemice girdikleri cinsel ilişki sonrası, Gül karakterinin cinsel organı görülüyor. Bu rolü oynayan Esme Madra cesaretiyle övgüyü hak ediyor. Zira son yıllarda gittikçe muhafazakarlaşmasıyla öne çıkan Türk sinemasında bu sahne için yürek ister.

Tiyatro öğrencisi olduğunu öğrendimiz Esme Madra, inandırıcılığıyla, sadeliğiyle, naifliğiyle filmin en başarılı oyuncusu. Settar Tanrıöğen, Nihal Koldaş ve Erkan Can incelikli, sağlam oyunlarıyla öne çıkıyorlar.

Genç yaşta hayatı kaymuş, herşeye karşı ilgisiz, tepkisiz Mertkan, Albet Camus’nün “Yabancı”sındaki Meursault’nun sanki bir genç kopyası. Bu rolde TV oyuncusu Bartu Küçükçağlayan çok başarılı.

Venedik’te, jüri başkanı Fatih Akın verdikleri ödülün gerekçesini “Aile ve toplum önünde baş eğme, aşağılanma ve tutsaklığı kusursuz anlatan bir dramatik öykü” olarak açıklanmıştı.

“Çoğunluk”un ilk yarısı çok sıkıcı. Sakın salonu terketmeyin, sabrınızını ödülünü alacaksınız.