Anneler nerede hata yapıyor?

Çocuklar üç yaşına kadar sosyalleşme becerisi kazanır. Bu yaştan sonra anneye duyulan bağımlılığın azalması ve ilişkinin bağımlılıktan bağlılığa dönmesi gerekir

Sağlık
20 Ekim 2010 Çarşamba

Yaşamın ilk yılları, bebeğin bedensel, ruhsal ve zihinsel yönlerden en hızlı geliştiği dönemlerdir. Bu gelişmenin sağlıklı yürümesi için çocuğun temel gereksinimlerinin doyurulması gerekir. Bu yüzden biyolojik beslenmenin yanı sıra duyusal (çevreden gelen uyaranlar) ve duygusal (sevgi, şefkat, koruma) beslenmesi de zorunludur. Bebek, bu dönemde kendisine bakacak yetişkine tam anlamıyla bağımlıdır. Bu kişi ile kurulacak teke tek ilişki, sağlıklı gelişmesi için önemlidir. Bu ilişki süresince çocukta, kendisine bakım verecek kişiye karşı derin bir bağlanma (attachment) oluşur.

Büyüdükçe çocuklar, yürüyebilmeye ve koşabilmeye başladıklarında bağımsız olarak kendi başlarına hareket etmek isterler ancak bir yandan da annelerinin yanında olmak ve onları etraflarında görmek isterler. Üç yaşına kadar sosyalleşme becerisi kazanırlar, bu süreç içerisinde bir taraftan annelerinden ayrışmaya çalışırken bir taraftan da annelerine olan bağımlılıklarını devam ettirirler. Bu yaştan sonra bu bağımlılığın azalması ve ilişkinin bağımlılıktan bağlılığa dönmesi beklenir.

Bizim toplumumuzda bağımlılığın bu yaştan sonra da azalmadığını, uzun yıllar boyunca devam ettiğini ve hatta çoğu çocuk sahibi yetişkinin kendi annelerine olan bağımlılıklarının devam ettiğini görmekteyiz. Ayrışma sürecinin olması gereken zamanda gerçekleşmemesi ve bağımlılığının devam etmesinin anne-baba tutumlarından kaynaklandığını söylemek, yanlış olmaz. Bağımlılık geliştiren çocukların anneleri aşırı koruyucu ve babaları duygusal açıdan mesafelidir ve her iki ebeveyn de, aşırı koruyucu tutum sergiler.

Bağlanma ilişkileri, bebeğin bireysel ve sosyal dünyaları arasında köprü kurar. Çocuklar, yaşamlarının erken dönemlerinde ilişkileri aracılığı ile kendilerini tanırken, bir yandan da diğer insanların nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler. Sevecen, duyarlı, tutarlı, güvenilir ilişki ve etkileşimler içinde olan bebekler; dünyayı güvenli, insanları güvenilir olarak algılar, kendilerinin de sevilen ve değerli biri olduğunu anlarlar.

Bazen anneler, çocuklarını kendilerinin birer uzantısı gibi görürler. ‘Onu ben dünyaya getirdim; o benim eserim olmalı, benim gibi düşünmeli ve hissetmeli,’ derler. Hem çocuklarının bağımsız ve özgüven sahibi olmalarını isterler, bireyselliklerini destekler gibi görünürler hem de çocukları farklılaşmaya çalıştıklarında hemen tepki gösterirler. Onlar için her zaman en doğruyu bildiklerini düşünüp ‘onun iyiliği için’ derler. Çocuklarına kendilerinden daha iyi kimsenin bakamayacağını düşünürler. Babaların çocuklarla hiç ilgilenmemelerinden şikâyet ederler ama babalara çocukları iki saat emanet edemezler. Hatta bazen abartıp çocuklarının en çok kendilerini sevmelerini isterler. Aslında bütün bunların altında yatan neden, annelerin belki kendilerinin bile farkında olmadıkları belki de tamamen bilinçdışında hissettikleri çocuklarının kendilerinden ayrılmalarının neden olduğu dayanılmaz acı ve buna bir şekilde karşı koyma isteğidir.

Anneler çocuklarından uzak kaldığında çok kaygılı olduklarından çocuklar, tabii ki de bu kaygıyı hissedeceklerdir (en çok ayrılık anında) ve bu durumda korkulacak bir şey olduğunu düşünüp annelerinden her ayrı kaldıklarında huzursuz olacaklardır. Böylece çocukların aklı annelerinde kalır, çevreye konsantre olamazlar ve yeni deneyimlerin tadını çıkaramazlar. Anneler ayrılamazlar; bu yüzden çocuklar ayrılamazlar; çocuklar annelerinden ayrılamayınca anneler daha çok kaygılanırlar ve çocuklar, kaygı duygusunu hissedince daha da kaygılanırlar. Anne-çocuk arasındaki bu bağımlılık ilişkisi, bir kısır döngü haline gelir.

Aslında çocuk-anne ayrılığı, neredeyse hayat boyu yaşanmaktadır. Ama bu ayrılıkların ne kadar rahat yaşanacağı, büyük oranda annelerin elindedir.

Anneler, çocuklarının kendilerinden ayrılmasını istiyorlarsa önce buna izin vermelidirler. Eğer ayrılamayan bir çocuk söz konusuysa bu durum, annenin çocuktan ayrılamadığı anlamına gelir. Annelerin bunu kabul etmeleri zor olabilir ama bu, bir gerçektir. Eğer annelerde bir kez bu farkındalık oluşursa problemin büyük bir bölümü hallolur.

Bütün bu olumsuzlukları aşmak için annelerin ayrılma kaygı ve korkularının ve de suçluluk duygularının çocuklarının kendilerinden ayrılmalarını engellediğinin bilincine varmaları, problemin çözümünde iyi bir başlangıç olacaktır.

Çocuğun gelişim sürecinde bağımlılıktan bağlılığa geçişinin sağlanamadığı ve bireyselleşmesinin desteklenmekte zorlanıldığı ailelerde ayrılma kaygısı, çocuğun duygusal gelişiminde süreklilik gösterir. Böylesi ailelerde çocuğun aşırı korunduğu, yeni deneyimler yaşamasına yeterince imkân verilmediği için duygusal olarak olgunlaşması engellenir. Ailenin yaşadığı önemli olaylar, ayrılma, aileden birinin hasta olması, babanın iş kaybı gibi rahatsız edici olaylar; çocuğa söylenmeyebilir. Çocuğun bu olaylarla baş edemeyeceği düşünülür, aile bireyleri kendi aralarında konuşurken çocuk yanlarına geldiğinde hemen susulur. Verilmekte olan temel mesaj, dünyanın tehlikeli bir yer olduğu ve bu kötülüklerden sadece aile içinde korunulabileceğidir. Çocuğun kendisine zarar gelebileceği mesajlarıyla etrafı keşfetmesi engellendikçe çocuk, çevrenin tehlikeli bir yer olduğuna programlanır. Ayrılık kaygısı yaşayan çocukların birçoğunda ebeveynlerden biri ya da her ikisi de; temkinli, kaçıngan ve kaygılı olabilir. Böylece çocuklarına da model oluşturmuş olabilirler. Bu kaygı, her zaman sözel olarak değil, jestlerle, tutumlarla veya yüz ifadeleriyle de çocuğa yansır.

Ayrılığa sadece çocuğunuzun değil, sizin de kendinizi hazırlamanız ve bu durumun üstesinden beraberce geleceğinize dair güven oluşturmanız gerekmektedir. Suçluluk duygularınızdan arınmış bir ayrılık, çocuğunuzun kaygısını azaltacaktır.

Çocuğunuzda bireyselleşmeyi desteklemek adına

• Her işi çocuklarınızın yerine yapmayın.

• İsteklerini yerine getirmek için onların sizden istemelerini bekleyin.

• Çocuklarınızın büyüdüğünü kabullenip onlara bir bebekmiş gibi davranmayın.

• Becerilerinin gelişmesi için fırsat verin.

• “Yapamazsın, beceremezsin,” diyerek ‘yemek yemek’ gibi kendi başlarına yapabilecekleri etkinlikleri yapmalarına engel olmayın.

• Yürüyebiliyorlarsa onları artık bebek arabasında ya da kucağınızda taşımayın.

• Devamlı “Aman dur, düşersin” gibi cümleler kurmayın.

• Zaman zaman sizden ayrılmalarına ve tanıdıkları kişilerle kalmalarına izin verin.

Feriha ŞENKAYA DİLDAR / Pedagog, MS.