Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır/ İsrail Sadi Amca

İzmirli yazar Tufan Erbarıştıran, baba dostu İsrail Sadi amcasını, çocukluğunun ve bugünün İzmir’ini ŞALOM okurlarıyla paylaştı

Toplum
16 Şubat 2011 Çarşamba

İzmir yaklaşık 9 bin yıllık bir tarihe sahiptir. Bu uzun süreçte çok çeşitli dinler, yaşam biçimleri, gelenekler, pagan inançlar, tarihsel olaylar gelip geçmiştir. Bunlardan bazılarının izleri halen kentte mevcuttur. İzmir coğrafi olarak bir körfez kenti olmasına karşın, Kadifekale’den kuşbakışı bakıldığında çok güzel bir manzara sunar. Yine kent merkezinde Agora, Kemeraltı, tarihi konaklar, yeni ortaya çıkartılan bazı antik döneme ait bulgular son derece önemlidir. İzmir bir hoşgörü kentidir. Burada herkes birbirine saygıyla yaklaşır, selam verir, içtenlikle yardım eder. Kemeraltı’ndaki ünlü Havra Sokağı’na girdiğinizde satıcıların gürültüleri arasında karşınıza çok sayıda yıkık, duvarları çökmüş, halen kullanılmayan Havra çıkar. Bunların restore edilmeleri için yerel yönetimler, cemaat ileri gelenleri ellerinden geleni yapıyorlar, ama ekonomik koşullar ne yazık ki bellerini büküyor. İzmir öyle bir kenttir ki az ileride (Havra Sokağı’nın yakınları) camiler, kiliseler, Cem Evleri ve diğer inanışların ibadethaneleri bulunur. Bunların hepsi birbirine yakın, neredeyse komşu denilecek kadar içli dışlıdır desek abartmış sayılmayız. Konak, Çankaya, Mezarlıkbaşı, Agora, Kemeraltı, İkiçeşmelik gibi semtlerde daha 50 yıl öncesine kadar birbirinden farklı inançlara sahip insanlar dostluk içinde yaşıyordu. Ailece böyle bir kültürün içinde büyüdüm. Derken siyasi rüzgârlar, koşullar değişti ve bugünlere kadar geldik...  

Babamın yakın arkadaşı İsrail Sadi

Dedem Selanik göçmeniydi. Babaannem ise Arnavut idi. 1920’lerde göç ettiklerinde, İzmir’in Karataş semtinin hemen üstündeki mahalleye yerleşmişler. Karataş özellikle Yahudilerin yoğun olarak oturduğu bir semtti. Babamın Kemeraltı’nda oyuncak satan küçük bir dükkânı vardı. 1970’lerin başlarında ona yardım etmeye gittiğimde, beni yan dükkân sahibi bir beyle tanıştırdı. Adı, İsrail Sadi idi. Babamın yakın arkadaşıydı. Ne zaman dükkâna gitsem, önce İsrail Sadi Amca’nın elini öper, hayır duasını alır, sonra kendi dükkânımıza geçerdim. Hiç unutmam o ünlü fuar günlerinde (1960’ların ortalarında) ailece yemek yemiş, eğlenmiş, lunaparkta doyasıya oyuncaklara binmiştik. Babamla ikisinin yaptığı yemekler, tatlılar, ortak dostlarının gelmesiyle şenlenen sohbetleri nasıl unuturum. Televizyonun ve iletişimin olmadığı bir başka dünyaydı o yıllar. Cep telefonu, internet, MSN yoktu. İnsanlar birbirleriyle yakın temas ederek konuşur, şakalaşır ve dostluk ederdi. Şimdilerde komşuluğa gidildiğinde neredeyse hiç sohbet etmeden televizyon dizileri izleniyor. Ben o dizileri evimde de oturur izlerim. Komşulukta önemli olan karşılıklı dertleşmek, paylaşmak ve konuşmaktır.  Günümüzün gençliği bunları hiç bilmiyor ki…

Günümüz gençliğinin bilmediği İzmir

Eskilere gidince anılar canlanıyor. Kordon’da buzlu badem yemeler, kâğıt helvalar, Hasan Usta’nın harika şerbetleri… Çocukluğumun yıldız şekerleri, İnci sakızları, mahallemizin Selanikli börekçisi, Yahudi turşucusu, Karataş Çocuk Hastanesi… Libra Kıraathanesi, Karataş Hamamı… Çeşme, Kuşadası, Foça’nın bomboş sokakları… Hepsi gözlerimin önünden birer birer geçiyor. O yıllarda yaşanılan dostluklar, paylaşımlar, beraberlikler, karşılıksız yardımlar şimdilerde nerde? Artık herkes kendi kazancının peşinde, başkasını düşünmeden yaşamak istiyor.

Babamla Sadi Amca el ele verip, birkaç dosttan da yardım alıp yoksullara sürekli yardım ederlerdi. Üstelik bunu yaparken hiçbirine dinini, inancını sormazlardı. Bugün gibi anımsarım, yoksul olduğu her halinden belli olan orta yaşlı bir adama yardım edeceklerdi. Adam tam kendini tanıtacaktı ki ikisi birden onu susturdu, buna gerek olmadığını söyledi. O dönemler başkaydı…

İsrail Sadi amcayı hala ziyaret ederim…

Bugün İsrail Sadi Amca’yı sıklıkla ziyaret ederim. Kendisi 10 -15 metrekarelik dükkânında müşterilerle yakından ilgilenir, konuşurken yüzünden hiç gülümseme eksik olmaz. Evinden getirdiği sefertasındaki öğle yemeğini yer, artan yemeği asla dökmez, kıyıda köşede sakladığı bir tasa döker, çarşının emektarı diyebileceğimiz bir iki kediye verir. Onunla eskiyi konuşurken hep hüzünlenirim. Zaten o da gözleri buğulanarak anlatır. Çarşının o eski birlik ve beraberliğinden söz eder, eski komşuları hasretle anar, bugünlerin tadı tuzu olmadığını vurgular. Yaşı 90’a yaklaşan bu yaşlı çınar halen dükkânını erken saate açar, siler süpürür, iyice temizler, sabah çayını da içtikten sonra o elli yıllık sandalyesine oturur ve müşterilerini beklemeye başlar. Sandalye deyince hemen anlatayım. İlk dükkân sahibi Sadi Amca’ya dükkânı belirli bir indirimle verirken bir koşul söylemiş. Her cumartesi havraya gideceksin ama o gün dükkânı açmayacaksın. Elli yıldan fazla bir zaman geçmesine karşın bu iki koşulu hiç aksatmadan yerine getirmiştir. Yine Şalom’da ilk yazım çıktığında, kendisine gazeteyi götürüp okumasını rica ettiğimde aldığım yanıt şaşırtıcıydı. “Tufan’cığım yazını okudum ve pek beğendim.” İleri yaşta olmasına karşın günlük gazetesini okumasının yanı sıra, Şalom’u da sürekli takip eder.

Sadi Amca’nın dükkânında tarak, kolonya, tırnak makası, iplik, askı, düğme gibi daha çok günlük kullanım malzemeleri satılmaktadır. Eskiye oranla sattığı ürünlerin çeşidi azaldığından, orayı bir kazanç yerinden çok adeta bir dinlenme evine çevirdi.

Onu sevenler gelirler, elini öper, hal hatır sorarlar

İnanır mısınız birçok Müslüman müşterisi daha karşıdan gelirken gülerek selam verir, sağlığını sorar, bir ihtiyacı varsa gidereceğini söyler. Artık orada 70 yıldır aynı yerde satış yapan, çarşıya inen herkesin tanıdığı, sevdiği, itibar ettiği bu tatlı ihtiyar amca günlerini o meşhur sandalyesinde çay içerek geçiriyor. “Burası benim hayatım” diyor. İzmirliler bilirler, Kemeraltı’na Mezarlıkbaşı tarafından girildiğinde iki yüz metre kadar gittikten sonra onun dükkânı Sulu Han civarı diye tabir edilen bir yerdedir. Oğlu Moşe’nin dükkânı da hemen yanındadır. Moşe’nin dükkânındaki ürünler daha geniş bir yelpaze içermektedir. Birçok ürünü kendisinden alırım. Onunla da çay içer, saatlerce sohbet ederiz.

Geçenlerde Sadi Amca’yı ziyaret etmeye karar verdim. Dükkânın kıyısında oturmuş, gözlüklerini takmış, elindeki gazeteyi dikkatle okuyordu. Bir iki dakika onu öylece izledim. Bu yaşlı adam okumayı, öğrenmeyi, bilgiyi hiçbir zaman yaşamından eksik etmedi. Bu yaşta bile bir şey anlatmaya kalksam itinayla sorular sorar, anlamaya çalışır, kendince yorumlar yapar. Yüzünde yılların yorgunluğu iyice belirginleşmiş, hareketleri yavaşlamış, yürümesi zorlaşmıştı. Ancak belleği hâlâ sağlam, yüreği insan sevgisiyle dolu, tatlı bir ihtiyar olmuştu. Burada söylemek ne kadar doğru bilemem ama duyduğuma göre yine ufak tefek yardımlar yapıyormuş. Anlaşılan kendisiyle özdeşleşen yardımseverlik duygusu onu terk etmemiş

Bu öyküyü sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü İsrail Sadi Amca çevresine insanlık dersi verecek kadar bilge olan, yemeğini paylaşabilen, dürüst, kibar ve iyi yürekli bir insandır. Yolunuz İzmir’e düşerse, onu ziyaret edip o güzel sohbetini dinleyebilirsiniz.

Tufan ERBARIŞTIRAN