/Avrupalı Müslümanların Soykırım anısını neden kendi tarihleri olarak görmeleri gerektiği üzerine

Toplum
16 Şubat 2011 Çarşamba

Günümüzde Soykırımın tarihsel bilinci olmaksızın Avrupa’nın Avrupalılığı hakkında konuşamayız. Bu belleğe sahip çıkmazsızın bir Avrupa vatandaşı olamayız. Dolayısıyla bu, daha sonradan Avrupa vatandaşı olmuş göçmenler ve Avrupa Birliğine katılmak isteyen Türkiye gibi ülkeler de dâhil olmak üzere her inanıştan her vatandaşı etkiler. Bu - bellek bugün Avrupa’nın bir parçasıdır,  bu yüzden de Avrupa tarihsel bilincinin bir parçası olarak onu kendimize mal etmemiz gereklidir.

Yalnızca Avrupalı bir vatandaş olarak değil, Türkiye deneyimlerimden dolayı, özellikle 1915 olayları ve Ermeni soykırımı bağlamında da bu konu beni yakından ilgilendiriyor.  Kendime şunu sormaktayım: tüm katliam ve tüm toplu kıyımları Soykırım ile tanımlamadan, farklı tarihsel deneyimlerden, birbirine bağlanmış belleklerden öğrenecek neyimiz var. Bu, beni şu soruya geri döndürüyor: Avrupa’nın tek bir bellek politikası mı var, yoksa farklı, çoğul bellek politikalarından söz edebilir miyiz? 1992 ve 1995 yılları arasında Avrupa’nın en fazla asimile olmuş Müslümanlarının maruz kaldığı etnik temizlik ve katliamın olduğu Bosna’yı örnek olarak alalım. Tüm bunlar arşivlerde yer almaktadır ancak günümüzde Avrupa kolektif belleğinin bir parçası olduğunu söyleyemeyiz. Bu yüzden; hatırlanan, paylaşılan, abideleşen, üzerinde çalışılan tarihsel bir bellek politikası oluştuğu gibi, onun yanı sıra, neredeyse unutulan, bazen inkâr edilen kolektif bellek dışı bırakılan tarihsel anılar da var.  Bosna Avrupa’nın bir parçası olduğuna göre, burada üzerinde düşünülmesi gereken bir boşluk var.

 Yahudi deneyiminin Avrupa ve İslam arasındaki yeni karşılaşmalarda bir gösterge, pusula olduğunu da düşünüyorum; bir kez daha çatışma da içeren bir karşılaşma yaşanıyor Avrupa’da, bu kez Avrupa’daki Müslüman varlığı üzerinden. Müslüman varlığı diyorum çünkü İslam inancına mensup Avrupa vatandaşlarından söz ediyoruz ve İslâmi simgelerin görünürlük kazanması hakkında konuşuyoruz ve bu, Avrupa’da farklı inanışların, farklı etnik kökenden insanların arasında farklı bir desen oluşturmaktadır. Günümüzde Avrupa’yı Yahudi-Hıristiyan bir medeniyet olarak tanımlamak isteyen bir eğilim baş göstermektedir; ancak geçmişin ve Soykırımın acı veren gerçekleri hatırlandığında, kendini İslam’dan ayırt etme ve İslam’a karşı çıkma yolu olarak tanımlanan bu kimlik, sorunlu bir duruş olarak karşımıza çıkıyor.

Avrupa medeniyeti kendi içinde üç tek Tanrılı dini barındırıyor mu? Yoksa bu, İslam’ı dışlayan, öncelikli olarak Hıristiyan ve Yahudi-Hıristiyan bir medeniyet mi?  Yahudi meselesinin,  Avrupa ve İslam karşılaşmasının yönünü belirleyecek,  bir gösterge haline geldiğini düşünüyorum. Bu yüzden Yahudi soykırımını hatırlamak, sadece geçmişle ilgili değil, bugünün dışlayıcı, ırkçı politikalarını da ilgilendirmektedir. Ve özellikle, İslam inancına mensup Avrupa vatandaşları için hayati öneme sahip bir konu olduğunu düşünüyorum.

Avrupa’da bazen Yahudilik konusunu tamamen İsrail-Filistin anlaşmazlığı üzerinden okumak, politika yapmak eğilimi vardır. Özellikle Müslüman vatandaşlar Soykırım ile kendilerini özdeşleştirmeme  ve Soykırımın kendilerini ilgilendirmediğini düşünme eğilimindeler ve yalnızca, Avrupa’da İsrail Filistin konusuna odaklanıyorlar. Bu anlamda, İslam dinine mensup Avrupa vatandaşlarının Soykırım tarihini kendi tarihlerinin bir parçası olarak kabul etmeleri gerektiğine inanıyorum. Ayrıca bu bilincin, Avrupa’nın bugünkü fobilerine karşı bir güç oluşturacak gerekli bir adım olduğuna inanıyorum.

Prof. Nilüfer Göle kimdir?

Paris'te Sosyal Bilimler Yüksek Akademisi'nde öğretim üyesi olan Profesör Nilüfer Göle, İslam , kamusal alan, sekularizm ve çoğul moderniteler üzerine çalışıyor ve yüksek lisans dersleri veriyor. Prof. Göle, halen Avrupa ülkelerinde İslam'ın kamusal alanına çıkışını ve belirleyiciliğini inceleyen bir araştırma projesini yönetiyor.