Hasköy Mayor Sinagogu kültür merkezine dönüşüyor

Mayor Sinagogu, bir çoğumuzun gündemine Romen asıllı Amerikalı sanatçı Serge Spitzer’in, Eylül 2009’da mekâna yerleştirdiği ‘Molecular’ isimli enstalasyonu sayesinde girmişti.

Tuna SAYLAĞ
9 Şubat 2011 Çarşamba

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti programı kapsamında yenilenerek kültür-sanat merkezine dönüştürülmesine karar verilen sinagogun yeniden kullanımı için; röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerini AD Mimarlık olarak Mimar Ceki Duşi ve Dr. Mimar Hamit Pilehvarian gerçekleştirdiler.

Konuyla ilgili bilgi almak için görüştüğümüz Mimar Ceki Duşi, kültürel ve dini yapıların bir toplumun tarihi için olan önemini özümsemiş bir genç. Elden geldiğince tarih stokumuza ve değerlerimize sahip çıkma bilincinin gelecek kuşaklara aktarılması gerektiğini vurgulayan Duşi ile Mayor’u konuştuk.

 Mayor projesi nasıl gerçekleşti?

Kültürel yapılarımızı tekrar nasıl ayağa kaldırır ve yeniden değerlendiririz şeklinde bir yola doğru çıktık. Ana tema içinde belli yapı gruplarına bakmaya çalıştık. Bir tanesi Balat’taki Selonika Sinagogu, diğeri Arnavutköy’deki sinagog, üçüncüsü de Hasköy’deki Mayor Sinagogu idi. Bu bağlamada o dönem büyük destek veren Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya, meslektaşlarım Rubi Asa ve Hayim Beraha ile bir araya gelerek, bu yapıları ayağa kaldıracak projeleri gerçekleştirmeye karar verdik. Ben Mayor Sinagogu’nu, Hayim Beraha ise Arnavutköy Sinagogu’nu üstlenerek çalışmalarımıza başladık. Şu anda Arnavutköy ve Balat’taki sinagogların sadece duvarları duruyor. Mayor’un ise binası ve ehali ayakta; dört ahşap kolon yine ahşap bir kubbeyi taşıyor, hatta arsanın üzerinde Bizans döneminden kalma duvar kalıntıları da var.

 Mayor Sinagogu’nu tercih etmenin nedeni nedir? 

Mayor’u seçmemdeki amaç, noktasal yani bölge olarak Hasköy Yahudilerinin en eski yerleşim bölgelerinden biri olması. Zamanında o bölgede 28’e yakın sinagogun bulunduğu, günümüze ise bunların sadece altı tanesinin ayakta kaldığını ve içlerinden yalnızca birinin ibadete açık olduğunu biliyoruz. Kalan bazılarının ne yazık ki depo, imalathane gibi farklı amaçlarla kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Bir mimar olarak kültür mirasımıza sahip çıkmanın, projeler üreterek onları yenilemenin, gerekirse de yurt içi ve dışı fonları harekete geçirerek bu çalışmaları desteklenmesinin önemli olduğuna inanıyorum. Sonuçta bu yapılar sadece İstanbul’un, Türkiye Yahudilerinin değil, dünyanın mirası. Böylesi yapılar ayakta duruyorken onları yok olmaya mahkûm etmek çok üzücü olur. Bugüne kadar geçmiş cemaat yönetimleri ellerinden geldiğince bunlara sahip çıkmaya çalıştı, ancak artık biz gençlerin de sorumluluk alıp bu değerleri bir yerlere taşıma sırasının geldiğini düşünüyorum.  Her zaman gönüllü olarak bir şeyler yapmayı hedeflemiş biriyim. On yıla yakın bir süre dernek ve kurumlarımızda aktif olarak görev aldım. Halen de bazılarına katkım sürmekte. Bu bağlamda ve bir mimar olarak kültür mirasımızla ilgili fikirlerimi dönemin cemaat yetkilileri ile paylaştım. Onları konuyla ilgili bilgilendirmek için küçük sunumlar hazırladım, eski haritaları çıkardım, eski arşivleri inceledim ve yine onların desteğiyle bu sürecin toplumumuza en faydalı bir şekilde nasıl yürütülebileceği konusunda fikirler ürettim.

 Binayı kullanma amacı yönündeki fikirler nasıl oluştu ve gelişti?

İlk hedefimiz doğru ve ideal restorasyon teknikleriyle binanın görünürlülüğünü ortaya çıkarmak oldu, çünkü bina şu anda avlu içinde bir yapı. Avlu eskiden bir midraşa sahipken  (1923’te çıkan bir yangın sonucu yıkılmış), bugün bu avluyu bile hissetmek mümkün değil. Binanın çevresi 2–3 katlı tarihi dokunun içine aykırı bir yapılaşma ile kuşatılmış durumda. Öncelikle yapının arınıp, restitüsyon çalışmasıyla olabildiğince orijinal haline dönmesi gerekiyor. Ardından o binanın eskiden bir ibadethane olduğunu ve saygınlığını unutmadan etrafındaki ufak tefek yapılarla birleştirilerek bir kültür veya bilinçlendirme merkezi, arşiv ya da kütüphaneye dönüştürülebileceğini öngördük. Sonrasında, bir proje dâhilinde aşama aşama yürütülecek bu çalışmanın bütçesini oluşturmak için bile bir başka bütçeye ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. O dönem bu konuda araştırmalar yaparken, hazırladığımız bir sunumu benim önerimle 2010 İstanbul Kültür Başkenti Ajansı’na göstererek destek aradık. Ajans projemizi kabul etti ve gerçekleşmesi yönünde bize bir fon tahsis etti.

 Mayor bu hale nasıl geldi?

Mayor, 60’lı yıllarda o bölgedeki cemaattin azalması üzerine kapandı. Kuşkusuz bir binanın ayakta durabilmesi için ön koşul yönetimin oraya sahip çıkması kadar mekânı kullanacak bir toplumun varlığı. Bu olmayınca atıl kalan yapıları başka sular doldurarak başka şeylere dönüştürmekte. Bugün bile cemaatsizlik ve maddi sorunlar nedeniyle aynı durumda olan birçok binamız mevcut. 2000’li yıllara kadar bu bölgeye fazla bir ilgi yoktu ama son zamanlarda Haliç’in temizlenmesi ve buraya bir takım kültür merkezi ve müzelerin kurulmasıyla bölge tekrar itibar kazandı. Bu ve benzeri tarihi odaklar, dünyanın değişen bakış açısı ve bunun doğurduğu bilinçlenme çerçevesinde gelişmeye devam ediyor.

 Konuyla ilgili son gelişmeler ne durumda?

Bütçe ayarlandıktan sıra bu projenin kimler tarafından gerçekleştirileceği sorusuna geldi. Birçok mimarlık şirketi aday oldu. Ben de, bu konuda eğitim, bilgi, teknik donanım ve desteğini esirgemeyen, dini yapıların restorasyonu alanında uzman, Dr. Mimar Hamit Pilehvarian ile birlikte AD Mimarlık olarak bu ihaleye katıldım. Bu benim için çok önemli bir dönüm noktasıydı, çünkü genç bir mimar olarak tek başıma böylesine özel bir projeyi uygulamaya geçirebilme şansına ancak Hamit Bey’in desteği ve işbirliğiyle sahip olabilirdim. Ne mutlu ki, ihaleyi biz kazandık. En başından beri hayalini kurduğum ve adımlarını atmaya çalıştığım proje, yeniden ellerime geldi. Bir aylık bürokratik işlemlerin ardından 3,5 ay süren bir proje çalışmasına giriştik. Mekânın ayrıntılı rölevelerini aldık; sinagogun eski halini bilenlerin, yaşayanların ve konuyla ilgili arşiv sahibi olanların bilgi yardımıyla ki, burada İlyas Şeritçioğlu, Hasköy Cemaat Başkanı Moiz Behar, Moiz Tastasa, Nesim Maden, Aslan Gormezano ve Naim Güleryüz’ün adlarını anmadan ve katkılarını belirtmeden geçemeyeceğim. Yerinde tespitler yaparak restitüsyon çalışmalarını yaptık. Ardından restorasyon ile ilgili düşüncelerimizi cemaat yetkilileri ile paylaştık ve 2010 Ajansı’na projemizi teslim ettik. Şimdi de Anıtlar Kurulu’na gitmesini bekliyoruz.

Bugün Mayor ayakta durabiliyorsa bu, bir sonraki kuşağa aktarma adına herkesin bu sinagoga sahip çıkması sayesindedir. Bu örnek çalışma kültür envanterimizi oluşturan diğer yapılara model olması açısından da önemli olup belki de ilgili bir birimin kurulmasına öncülük teşkil edecektir. Çok sayıda olmayan kültür mirası bu yapılarımıza sahip çıkmanın maddi ve manevi getirisi de cemaat ve bireylerimiz açısından oldukça önemlidir.