Filistin’e üçüncü yol

Geçtiğimiz Eylül ayında İsrail ve Filistin Yönetimi Washington’da bir araya geldiklerinde, Ramallah’ta önemli bir karar uygulamaya konuyordu. Filistin davasının seyrine yenilikçi bir hava getirecek bu gelişme, Ortadoğu’da ne kadar taraftar bulacak acaba?

Perspektif
9 Şubat 2011 Çarşamba

Geçtiğimiz Eylül ayında Filistin Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Başkan Obama’nın girişimi ile ABD’de bir araya geldikleri sırada, Ramallah’ta önemli bir karar uygulamaya konuyordu. Başbakan Salim Fayyad ve hükümeti, gösterişten uzak bir şekilde, özgürlüğe giden yolda atılacak adımların bir senelik programını ilan ediyorlardı. Şüphesiz bu Washington’daki toplantılardan daha etkin ve Filistin davasının seyrine yenilikçi bir hava getirecek bir etaptı.

Neredeyse yüz yıla yakın bir süredir Filistin ulusal hareketinin motifi silahlı mücadeledir. 1993 Oslo Barış Görüşmeleri sonrasında bu strateji yerini barış görüşmelerine ve pazarlık sürecine bırakır. Amerika’da yetişmiş, Oxford mezunu bir iktisatçı olan Filistin Başbakanı Fayyad’ın önerdiği üçüncü yol ise, günün gereksinimlerini dikkate alan, pragmatik bir ulusalcılıktır. Fayyad’ın stratejisi ‘kendine güven’ üzerine kurulu, halkı iyi yönetimle, ekonomik fırsatlarla, hak ve hukuk ile zenginleştiren bir öneridir. Bunun İsrail’e olan izdüşümünü ‘güvenli sınırlar’ olarak tercüme etmek yanlış olmasa gerek. Mutlu Filistin ile güvenli İsrail formülü, İsrail’in işgal ettiği topraklardaki varlığını gereksiz kılacak önemli bir açılımdır. Bir adım öte, başarılı olması halinde, strateji ‘Filistin Devleti’nin vazgeçilmez olduğunu ortaya koyacaktır.

Salim Fayyad barış ortağı mı düşman mı?

Ancak söylemindeki sadeliğe ve ortaya koyduğu hedeflerin sıcaklığına rağmen, bazı Batılı başkentlerde ifade edildiği şekli ile Fayyadizm, muhalefetle karşılaşmaktan kurtulamamıştır. Kimi Filistinlilere göre Fayyad’ın gerçekleştirdiği İsrail yönetimi altında yaşamı çekilir kılmaktan öte değildir. İsrailliler, Fayyad’ı durumu germekle suçlamakta, uluslararası demokrasinin avukatları ise, Filistin siyasi yaşamını paralize ettiğini ileri sürmektedirler. Oysa Fayyadizm, İsrail – Filistin sorununun çözümüne giden yolda yapılan hiçbir siyasi çalışmaya alternatif olmamıştır. Ancak, giderek artan bir şekilde, bu görüşmelerde hesaba katılması gereken bir boyutu pazarlık masasının üstüne koymuştur. Sokaktaki Filistinlinin yaşantısını anlamlı kılmak, şartlarını iyileştirmek ve geleceği ile ilgili kararlarda kendisine daha fazla hak tanımak, barış yolunun geçerli yol olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Aynı zamanda bu başarılar, barış anlaşmalarına giden yolda, Filistinli idarecilerin elini güçlendirecek ve uzlaşma adına yapacakları fedakârlıkları daha rahat savunacakları bir ortam sağlayacaktır kendilerine. Benzer şekilde, Filistinlilerin kendilerini yönetmek, ekonomik gelişmelerini sağlamak adına atacakları başarılı adımlar, İsraillileri, boşaltmak durumunda kalacakları toprakları ehil ellere teslim edecekleri konusunda rahatlatacak, sınırın ötesinde güvenebilecekleri partnerleri olduğunu gösterecektir. Ancak şüpheci İsrailliler Fayyad’ı sorgulamaktadırlar: Onu bir ortak olarak mı algılamak gerekir, yoksa bir rakip olarak mı? Gerçek şudur ki, bir Filistin milliyetçisi olarak o, hem ortak hem de rakiptir, ancak kesinlikle düşman değildir.

Daha önce defalarca tanık olunduğu üzere barış görüşmelerinin kesilmesi durumunda Fayyadizm önemli bir ara yol olarak yerini bulacaktır. Filistinliler ile İsrailliler arasındaki bağların tamamen kopmasını önleyecek ve daha önce 2000 yılında olduğu gibi şiddetin sahne almasına mani olacaktır. İkinci İntifada, başarısızlıkla sonuçlanan barış görüşmelerinin yerine şiddetten başka bir söylem konulamadığı için başlamıştır. Oysa o dönemde, halk arasındaki umudu koruyacak ve yaşamı öne çıkaracak bir girişim, çaresizlikle yoğrulmuş nefretin önüne geçebilirdi, hiç şüphesiz.

Hamas’ın doğuşu

1948 yılından bu yana Filistin davası genelde hariciler tarafından yönetilmiştir. Arap dünyasında ve ötesinde sürgünde yaşayanlar, Filistin ulusal hareketinin karakterini oluşturmuşlardır. Bu anlamda, Filistin Kurtuluş Örgütü 1964 yılında Kahire’de, birbirinden kopuk faaliyet gösteren onlarca Filistinli örgütün çatısı olarak kurulmuştu. Yaser Arafat’ın, FKÖ’yü etkisi altına alan El Fetih hareketinin ilk amacı, Yahudi devletinin varlığına son vermek ve bu yolla 1948’de evlerinden olan Filistinli mültecilerin tekrar yurtlarına dönmelerini sağlamaktı. Örgüt, bu amaca ulaşmak için silahlı mücadeleyi ve daha sonraları defalarca görüleceği gibi, terörü yöntem olarak benimsemişti. Birçok Filistinli grup, o dönemlerde Ürdün tarafından idare edilen Batı Şeria ile Mısır tarafından idare edilen Gazze’yi, İsrail’e terör saldırıları düzenlemek için üs olarak kullanıyorlardı. 1967 Altı Gün Savaşı ile söz konusu bölgeler İsrail kontrolüne girer. FKÖ’nün hareketlerine yine sürgündeki liderler yön vermeye devam ederler. Sürgündekiler ya da dışarıdakiler, bu durumları için çok önceleri bir bedel ödemiş olduklarından olsa gerek, çok daha acımasız, çok daha tavizsizdirler. İçeridekiler, Batı Şeria’da, Gazze’de ya da Kudüs’ün doğusunda yaşayanlar ise, yurtlarını, evlerini, miraslarını korumanın peşindedirler öncelikle.

İçeridekiler ilk isyanlarını 1987’de başlatırlar ve Filistin siyasetinde etkin konuma gelirler. İlk intifada El Fetih ve FKÖ şemsiyesi altında faaliyet gösteren bazı başka grupların gevşek koalisyonu ile gerçekleşir. Bu gruplardan biri de Hamas’tır. Gazze’de kurulan Hamas, El Fetih’in İslami bir alternatifidir adeta ve FKÖ’nün işgal altındaki topraklardaki mutlak otoritesini sorgulamakta, ona meydan okumaktadır neredeyse.

İçeridekilerin Filistin siyasetinde etkin olmaları ile başlayan sürecin ilk önemli başarısı, Kral Hüseyin’in, Ürdün’ün Batı Şeria’daki haklarından vazgeçmesidir. Dışarıdakilerin, 1990’lı yılların başında Kuveyt’i işgali esnasında Irak lideri Saddam Hüseyin’e destek vermeleri ise bir dönüm noktasıdır. Dışarıdaki FKÖ liderliği yanlış ata oynamış ve başta Arap alemi olmak üzere tüm uluslararası toplum tarafından yalnız bırakılan Irak’ı destekler görüntüsü ile ciddi bir imaj kaybına uğramıştır. Irak’ın Kuveyt’ten çıkarılması süreci sonrasında 1993’te başlayan Oslo Barış Görüşmeleri sonucu, FKÖ’nün İsrail’i tanıması ve İsrail’in FKÖ’yü Filistin halkının yasal temsilcisi olarak kabul etmesi ile yeni bir döneme girilir. Başta Arafat olmak üzere tüm dışarıdakiler o dönemde içeri dönerler, Gazze ve Batı Şeria’ya yerleşirler.  İçeridekiler ile dışarıdakiler arasında, kolay olmayan bir denge bulunmaya çalışılır. Hamas ise Filistin’deki siyasetin dışında kalır ve küçük, ancak etkili, şiddeti ve terörü öne çıkaran bir grup olarak yaşantısını sürdürür.

Teröre yeşil ışık

Oslo Anlaşmaları esasen Filistin Özerk Yönetimi’ni oluşturarak bölgedeki terörün ve silahlı mücadelenin önüne geçilmesini amaçlıyordu. Böylece İsrail ve FKÖ arasında yapılacak görüşmeler sağlıklı bir tabana oturacak ve kalıcı barışa ulaşılacaktı. Bir süre için durum idare etti. İsrail, Gazze ve Batı Şeria’nın bazı yerlerinde FKÖ’ye otonomi verdi… Taraflar barışa giden yolda görüşmelere başladılar. Ancak umut dolu bu dönem uzun ömürlü olmadı. Oslo sonrası yaşananlar, güven arttırıcı olmak bir yana, toplumlar arasındaki sıkıntıları ortaya çıkarttı. Filistin yönetimi, ya onunla angaje olduğu için, ya da kendisini göz yummak zorunda hissettiği için, teröre yeşil ışık yaktı. Buna karşılık İsrail Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim bölgelerini yaygınlaştırdı, burada yapılan inşaatları özendirdi.

2000 sonbaharı Oslo’dan arta kalanları süpürdü… 1987’deki ilk intifada taşlarla ve molotof kokteylleri ile başlamış etkin olmuştu; 2000 Eylül’ünde başlayan ikinci İntifada ise yüksek teknolojik silahları ve intihar saldırıları ile kendinden söz ettirdi… O ana dek terör konusunda İsrail güvenlik güçleri ile birlikte çalışan Filistinliler, silahlarını İsraillilere çevirdiler. Arafat, muhtemelen sokağın gücüne yenilmiş, görüşmeleri şiddetle takas etmişti. Buna karşılık İsrail de, daha önce çekilmiş olduğu birçok bölgeyi yeniden askeri kontrolü altına almış, oluşmuş Filistin kurumlarını çökertme yoluna gitmişti. Neticede, İsrail ordusu intifadayı bastırır, intihar saldırılarını önlemek için Batı Şeria sınırı boyunca bir güvenlik çemberi oluşturur. Saldırılar, bitmese de, hissedilir oranda azalır.

İkinci İntifada’nın Filistin siyasetinde yarattığı önemli değişiklik Hamas’ın radikal söylemi ile taraftar toplaması ve El Fetih’in karşısına, tavizsiz, şiddet yanlısı bir konumda çıkmasıdır. Onun yanında İslami Cihad, El Fetih içindeki bazı diğer radikal unsurlar da ona destek verir. Arafat bu dönemde, Kasım 2004’de ölür. Ölümünden iki ay sonra, ılımlı kişiliği ile bilinen Mahmud Abbas, El Fetih ve Filistin Özerk Yönetiminin başına seçilir. Kötü zamanların geride kaldığı ve barış görüşmelerine kalınan yerden devam edileceği hissi egemen olmaya başlar. Ancak tüm Filistin grupları aynı fikirde değildir. Bundan sonra yaşanacak süreç, bir yanda El Fetih’in Filistin halkı üzerindeki etkisinin azalmasını, öte yanda Hamas’ın popüler söyleminin sokakları ele geçirmesine tanık olacak, 2006’daki seçimleri Hamas’ın kazanması, Filistin’deki siyasi yaşantıya bir nevi ipotek koyacaktır. Seçimler sonrası El Fetih ve Hamas militanları arasında Gazze’de yaşanan vahşet dolu savaş sonrasında Filistin erki ikiye bölünecek ve o zamandan bugünlere öyle kalacaktır: Batı Şeria’yı yöneten El Fetih ile Gazze’yi yöneten Hamas arasındaki husumet, her keresinde Ortadoğu’daki barış çabalarını sonuçsuz bırakacaktır.

Bunları sorunun verilenleri olarak alırsak, Fayyadizmin başarılı olması için gerekenleri kolayca sayabiliriz. Fayyadizm Filistin Özerk Yönetimi’ni bir devlet kurmanın eşiğine taşımak istiyor. Ancak hiçbir şekilde siyasi kavgalara girmiyor ve buna kavuşmak için Filistin liderlerin ödemeleri gereken bedellerden söz etmiyor. Bilinen şey, İsrail’in bu girişimi gönülden destekleyeceğidir. Fayyad’ın yapacağı ise devlet oluşumu için zemini hazır hale getirmektir.

Oysa tarih bu coğrafyadaki bu tür girişimleri romantik olarak adlandırmıştır bugüne dek... Filistin toplumuna yarar sağlayacak, onu ileri götürecek bu tür girişimler her defasında değişik çıkar grupları tarafından engellenmiş ya da yolları ustaca değiştirilmiştir. Şimdilerde de, fiziksel olarak birbirlerinden ayrı düşmüş Gazze ile Batı Şeria’nın siyasete yansıyan görüntüleri, Fayyadizmin önünde yatan önemli bir engeldir. Hamas silahlarını bırakıp Gazze’deki mutlak kontrolünden vazgeçene dek El Fetih ile bir birliktelik kurması olası gözükmüyor. Öte yandan, İsrail’in Gazze’yi askeri ablukaya alması burada, halkı Hamas’a karşı beklenen başkaldırıya sevk edememiştir. Gerçi Hamas’ın bölgedeki popülaritesi beklenenin çok altında. Anketler bunun yüzde 20 ila yüzde 25 arasında seyrettiğini ifade ediyor. Bu da örgütün baskı yolu ile bölgeyi kontrolü altında tuttuğu savını güçlendiriyor. El Fetih’in hangi şartlarda Gazze’den kovulduğu anımsanırsa, bu savın gerçekçi olabileceği noktasına varılabilir.

Hamas Gazze sokaklarını normalleştirmedikçe, seneler önce FKÖ’nün yaptığı gibi İsrail’i tanımadıkça ve Batı Şeria yönetimi ile iktidarı gerçek anlamda paylaşmadıkça, bölgede barıştan söz etmek zor. Bu perspektif içinde, alternatif bir yol olarak ortaya çıkan Fayyadizm esintisini Gazze sokaklarına da taşıyabilir mi? Bu sokaklarda yeşermeye başlayacak ‘passız umut’, Hamas’ı yumuşatabilir mi?  Bu yumuşama, Hamas ötesi taşeronların silahlarını bırakmalarını sağlayabilir mi?  Filistin problemi tarihin içinden gelen o denli feodal bir yapıya sahip ki, insansın bu sorulara gönlünce cevap vermesi kolay değil.

Robert M. DANIN / Foreign Affairs Ocak - Şubat 2011 sayısı

Derleyen: Marsel Russo