Tarihi törenden önemli konuşmalar

Toplum
2 Şubat 2011 Çarşamba

Süzet Sidi’nin 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanları Anma Töreni’nde yaptığı açılış konuşması:

“Benim neslimin ya kolunda ya da bacağında çiçek aşısı izi vardır. 

Ama çocuklarımızın ne kolunda ne de bacağında öyle bir iz yok... 

Çünkü bir zamanların,  yaşamı tehdit eden çiçek hastalığı, bugün, yenilmiş, dünya üzerinde yok olmuş, kökü kazınmış bir hastalıktır...

Çiçek aşısını yaptırtmaya da bu yüzden gerek yoktur... 

Keşke bugün burada, insanlığı tehdit eden, kin, ayırımcılık, ırkçılık ve katliam için, aynı çiçek hastalığı gibi, dünya üzerinde yok olmuş, kökü kazınmış bir hastalıktır diyebilseydik...                                                                                            

Çocuklarımıza Holokost’u öğretmeye de bu yüzden gerek yok artık diyebilseydik...

İnsanın içindeki, boyutları hayal bile edilemeyecek kötülük hastalığı, yenilmiş, dünya üzerinde yok olmuş, kökü kazınmış bir hastalıktır diyebilseydik...

27 Ocaklarda Holokost eğitiminin önemini vurgulamaya da bu yüzden gerek yok artık diyebilseydik...

Savaşın bitiminden 66 yıl sonra hala Nazi Almanya’sında ve işgal altındaki ülkelerde gerçekleşen planlı vahşeti anlatmak zorunda kalmasaydık...

Dünya insanı Holokost’tan gerekli dersleri almış olabilseydi... 

Yıllardır anlatılmaya çalışılan, farklıyı kabul etmemenin, ayırımcılığa, ayırımcılığın ırkçılığa neden olacağı ve savaşın hiç bir sorunu çözmeyeceği, sadece erteleyeceği anlaşılmış olabilseydi...

Keşke bugün burada Holokost’ta ölüm fabrikalarında katledilen altı milyon Yahudi’yi sadece dualarla anabilsek ve onlara içimizden ‘sizler dünyayı ve insanlığı kurtarabilecek bir dersin kurbanı oldunuz’ diyebilseydik...

İnsanoğlu nihayet farklılığın bir düşmanlık nedeni olmadığını, farklılığın bir zenginlik kaynağı olduğunu anladı diyebilseydik...

Bağırabilseydik keşke ‘kötü öldü, sizler kötüyü öldürdünüz’ diye... 

Ama ne yazık ki bu mümkün değil...

Ve bu yüzden bugün burada, insanlığımızın geleceğine yönelik kaygıların her gün biraz daha arttığının bilincinde, Holokost’un anlatılması gerektiğini vurgulamamız gerekiyor.

Herşeyden önce belirtmemiz gerekiyor ki, II. Dünya savaşı sırasında Nazi Almanya’sının Almanya’da ve işgal ettikleri topraklarda kurdukları toplama, çalışma ve ölüm kamplarında altı milyon Yahudi’yi belirli bir plan çerçevesinde, inanılması güç, vahşet dolu metotlarla öldürmesi bir Yahudi tarihi meselesi değil bir insanlık tarihi meselesi’dir.

Holokost ya da Şoa olarak adlandırılan bu vahşet ‘insanlık tarihinin’ en kara, en dip noktası olarak kabul edilmiştir.

Holokost, tarihteki herhangi bir soykırım değildir.

Her ne kadar bu terim günümüzde bazan sorumsuzca kullanılıyorsa da Holokost’tan kasıt II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyasında ve işgal ettikleri ülkelerde planlı bir şekilde altı milyon Yahudi’nin öldürülmesidir.                                                                 

Holokost tarihte yaşanan tüm diğer toplu katliamlardan dört ana açıdan farklılaşır:

-      Tarihte, ne Holokost’tan önce ne de sonra, bir devletin mimarlarının, bilim adamlarının, mühendislerinin büyük bir titizlikle çalışarak, fizibilite raporlarını yaparak ölüm fabrikaları kurdukları ve işlettikleri görülmemiştir. Ama Holokost bu tür bir çalışmanın ürünüdür. Birinci fark budur.

-      İkinci fark ise Holokost’un amacında yatmaktadır. Sadece Holokost’ta amaç, bir ırkı, bir milleti yeryüzü üzerinden tamamen yok etmek olmuştur. Her tür katliamda acı aynıdır. Acılar karşılaştırılamaz. Hiç bir acı bir diğerinden daha büyük ya da daha küçük olamaz. Karşılaştırılacak olan tek şey bu acının neden çekildiğidir. Hangi amaç güdülmüştür? Holokost bu açıdan tektir. Amaç tüm Yahudileri ve Yahudiliği yeryüzünden tamamen silmek olmuştur.

 -      Üçüncü fark Holokost’ta altı milyon insanın sadece damarlarında Yahudi kanı taşıdıkları için ölüme mahkûm edilmiş olmasıdır. İnsanlık tarihinde ilk ve umalım ki son kez ‘biyolojik bir suç’ söz konusu olmuştur. Örneğin Engizisyon döneminde de Yahudiler kurban olarak seçilmişti ama din değiştiren Yahudi ölümden kurtulmuştu. Holokost’ta ise kanında Yahudilik taşıyan herkes Nazizmin kurbanı olmuştur.

-      Dördüncü farka gelince: Yahudiler Holokost öncesi dönemde Almanlarla savaş halinde değildiler. Devlet içinde devlet kurmaya çalışmıyorlardı. Devletin aleyhinde çalışmalarda bulunmuyorlardı. Aralarında hiçbir anlaşmazlık olmadan saldırıya uğramak, katledilmek sadece Holokost döneminde gerçekleşmiştir.

İşte bu farklar bilinmediği takdirde Holokost diğer toplu katliamlarla aynı rafa konacak ve bir daha gerçekleşebilmesi için gerekli ön şart sağlanmış olacaktır. Burada bir daha gerçekleşmesi derken kurban ve cellâtların aynı olmayabileceğinin, başka cellâtların başka kurbanlar seçebileceğinin altını çizmek isterim. Her birimiz, her an, herhangi bir özelliğimiz nedeniyle bu tür bir vahşetin kurbanı olabiliriz, çünkü II. Dünya Savaşı sırasında yeryüzündeki tüm Yahudileri yok etme isteği, yeryüzündeki tüm pul koleksiyoncularını ya da tüm bisiklete binmeyi bilenleri yok etme isteği kadar anlaşılmazdır.

Holokost’un simgesi Auschwitz Ölüm Kampı, 27 Ocak 1945 günü, bundan tam 66 yıl önce, Sovyet ordusu tarafından kurtarıldı. İnsanlık o gün, o zamana kadar hiç görmediği, hayal bile edemediği boyutta bir vahşete, bir insanlık dramına şahit oldu.

66 yıl önce...

Günümüzde yeter derecede insanlık dramı yaşanırken üstünden 66 yıl geçmiş Holokost’u tekrar tekrar anlatmak... Niye?

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü insanoğlu kendi tarihinin bu korkunç gerçeğini öğrenmez ya da unutursa başka Holokost’lar insanlık tarihinde yerlerini almak için gizlendikleri mağaralarından çıkmakta tereddüt etmeyeceklerdir.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü günümüzde yeni Holokost’lar peşinde olanlar Holokost’u sıradanlaştırarak, yalanlayarak, inkâr ederek, insanlığın yok olma sürecini başlatmak üzeredirler.

Eğer onlar amaçlarına ulaşırlar da, dünya insanı Holokost’u bir yalan, bir uydurma olarak görmeye başlar, Holokost’un bugüne kadar anlatılmaya çalışıldığı gibi bir insanlık dramı, insanın insana yaşatabileceği en büyük felaket olduğunu reddederse, yeni bir Holokost planının ilk ve en büyük, en önemli ayağı başarıyla tamamlanmış olacaktır. Öyle ya… O zaman gettolar zararsız, toplama kampları savaşın gerekleri, ölümler de savaşın doğal sonuçları olarak kabul edilecek, savaşın doğasında ölümlerin varlığının tartışılamayacağı olgusu üzerinde durulacak ve milyonlarca insanın ölümü, bir savaş mazereti içinde doğal bir süreç olarak kabul edilecektir… 

Holokost inkârcıları amaçlarına ulaşırlarsa, her birimiz, yarın, cellâtların beğenmediği herhangi bir özelliğimiz nedeniyle gettolarda yaşamaya zorlanabilir, oradan da toplama kamplarına gönderilebiliriz… Sonrasını sanırım anlatmaya gerek yok…

-      Holokost anlatılmalıdır çünkü insanoğlunun içindeki kötünün dürtülmesi ve beslenmesi halinde onun başka bir insana yapabileceği kötülüklerin inanılması güç boyutları Nazizm döneminde tüm dünyanın gözü önüne serilmiştir. İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş bu vahşet ve insanlık dışı zulüm, anlatılmadığı takdirde, insanoğlu içindeki kötünün dürtülmesine tekrar müsaade edebilecektir. Kötülük ve mesnetsiz kin dünyamızda var olan birer olgudur. İnsanların içindeki sonsuz kötülük yapma yetisi, kontrol altına alınmadığı takdirde, dünyayı yok edebilecek bir güçtür ve bunun anlatılması, öğretilmesi bir insanlık görevidir.

-      Holokost anlatılmalıdır çünkü bugünün insanı totaliter rejimlerin, paranoyak diktatörlerin yoketme içgüdüsünü durdurmak için birşeyler yapması gerektiğini zamanında anlamalıdır. Günümüz insanı devletin desteklediği ve dini kurumların karşı çıkmadığı bir vahşet söz konusu olduğunda neler olabileceğini, ancak önceden öğrenmişse,  bunu durdurma görevinin, kendine düştüğünün farkındalığıyla davranır.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü insanoğlu farklıyı kabul etmemenin, sosyal ön yargının, ayırımcılığa, ayırımcılığın ırkçılığa dönüşebileceğinin bilincinde olmalıdır.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü bugünün insanı Holokost’u planlayan ve uygulayanların, her gün rastladığımız, selamlaştığımız, hatta konuştuğumuz insanlardan hiç bir farkı olmayan insanlar olduğunu bilmelidir. Çılgınların, bir ordu tımarhane kaçkınının işi değildir Holokost; her açıdan sağlıklı insanlar tarafından hazırlanmış ve gerçekleştirilmiştir. Bu da tehlikenin boyutu açısından bilinmelidir.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü bilinmelidir ki, Holokost çok iyi eğitimli hukukçuların, mimarların, mühendislerin, kimyagerlerin, işletmecilerin, sosyologların, psikologların, tıp doktorlarının işbirliği sayesinde mümkün olmuştur ve okul, yüksek okul, üniversite eğitimleri Holokost’u engelleyemeyecektir. Bilinmelidir ki, entellektüeller olmasaydı Holokost mümkün olmazdı.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü günümüzde bilim ve teknolojinin, etik ve ahlaki değerlerden, çok daha çabuk ilerlemiş olması, görünmeyen, ama çok büyük bir tehlike arzetmektedir. Artık, boyutları çoğumuzun havsalasına sığmayan, ileri teknoloji ile neler yapılabileceği değil, bu teknolojilerin kimin elinde olduğu çok daha büyük bir önem taşımaktadır.  Einstein’ın dediği gibi artık dünyanın atom çekirdeğinin parçalanabildiğini bulacak dehalara değil, vicdanlı yüreklere ihtiyacı var. Etik ve ahlaki değerlerin gelişiminden de sorumlu olan insanoğlu, kendi etik ve ahlaki değerlerini, Holokost’u öğrenerek tartabilecek, yeniden değerlendirecektir.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü Holokost insanoğluna apokaliptik bir ihtardır, ders alınması gereken bir olgudur.

-      Holokost anlatılmalıdır, çünkü Holokost’un gerçekleşmesi,  insanların, grupların ve ulusların, kendi gözleri önünde gelişen olaylara, tepki verme ile vermeme arasında yaptığı seçimde, tepki vermemeden, ilgisizlikten yana olması sonucu mümkün olmuştur. İnsanoğlu kritik düşünceye sahip olmalı ve sorumluluklarının bilincinde seçimlerinin öneminin farkında olmalıdır.

Tanah’ta anlatılan, Tanrı’ya inancı tam olan İyov’un, Kur’andaki Hz. Eyüb’ün hikâyesini muhakkak bilirsiniz. İyov, varlıklı, mutlu bir yaşamı olan, on çocuk babası, çok sabırlı bir dindardır. Ancak Tanrı ile melekleri arasında bir anlaşma gereği İyov’un başına binbir bela gelir, tüm servetini, evini ve tüm çocuklarını kaybeder, korkunç acılar çekerken bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de vücudunu çıbanlar sarar… Beraberinde birçok soru getiren hikâye basitçe budur.

Hasidik bir hikâyeye göre İyov, Musa zamanında Mısır’da yaşayan Firavun’un üç danışmanından biridir. Firavun bir gün İyov’u diğer iki danışmanı Yitro ve Balam ile birlikte yanına çağırır. Yahudi meselesine bir çözüm aramaktadır. Yitro, Musa’nın tarafını tutar ve Firavun’a ona halkıyla birlikte Mısır’ı terketmesine izin vermesi gerektiğini söyler. Balam ise karşı görüştedir. Musa’ya hiç bir izin verilmemelidir. Fikrini belirtme sırası İyov’a gelince o tarafsız kalmayı yeğler. Hiç bir şey söylemez. Midraş’taki bir yoruma göre İyov’un daha sonra çekeceği tüm ızdırapların nedeni, işte bu tarafsızlığıdır.

Tehlikenin gelmekte olduğu, ya da varolduğu zamanlarda, insanoğlunun tarafsız kalma hakkı yoktur. Bir insan topluluğunun bireylerinin yaşamı, hakları herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığında tarafsızlık kabul edilemez, zira tarafsızlık hep tehlikeyi yaratanın yanında yer alır, asla tehlikede olanın, kurbanın değil…

Taraf olmanın da tek yolu vardır, bilgi edinmek…

Holokost bu yüzden anlatılmalı, öğretilmelidir...

1942’de Almanya’nın Wannsee bölgesinde muhteşem bir şatoda Nazilerin aldığı ‘son çözüm’ kararı ve uygulaması bilinmezse, insanlık tarihi son çözümlerin karanlığında yok olabilir. Tehlike bu denli ciddidir...

Bu yüzden Holokost eğitimi verilmelidir...                                                  

Holokost eğitimi ile insanoğlu beş önemli konuda eğitilecektir:

-      1: Demokratik kurumların devamlılığı için, çaba göstermek, onları devamlı beslemek ve korumak gerekir.

-      2:Kendilerine demokratik olarak güç verilenler bu gücü kötüye kullanabilirler, işte o zaman sorumluluk sahibi birey olma gerekliliği vardır.

-      3: Holokost tarihi bir kaza değildir. Holokost fert, kurum ve hükümetlerin sadece ayırımcı davrandığı için değil, aynı zamanda önyargı, nefret ve nihayet toplu cinayetlere müsaade ettiği için gerçekleşebilmiştir.

-      4: İnsani bir dünya için insanın önce kendiyle bir diyalog başlatması gerekir, çünkü kendiyle diyalogu olmayanların bir diğeriyle diyalogu olması mümkün değildir. Holokost eğitiminde insanoğlu kendiyle iki ana sorunun ışığında bir diyalog başlatmalıdır:  ‘Ben o dönemde kurban konumunda olsaydım ne yapardım?’  ve ‘Ben o dönemde cellât konumunda olsaydım nasıl davranırdım?’

-      5: Başkaları acı çektiğinde ya da başkalarının insan haklarına tecavüz edildiğinde,  sessiz, ilgisiz, apatik kalmak çok tehlikelidir. İlgisizlik,  acı ve tecavüzlerin çoğalmasına neden olacaktır.

Holokost eğitimi temel ahlaki ve insani değerlerin sınanmasıdır. 

Holokost eğitimi basit bireyin sorumluluk taşıyan bireye dönüşmesi için alması gereken mecburi bir derstir.

Holokost, öğrenmemiz ve nesilden nesile öğretmemiz gereken tarihi bir olgudur. 

Değerli dinleyenler,

Benden önceki neslin kimi insanlarının kollarında Nazi Almanyasının onları bir sayıya dönüştürmek istediklerinin izi vardır.

Bizim kollarımızda ise öyle bir iz yok.

Ama ne yazık ki bizde bu izin olmayışının nedeni, tüm insanlığı tehdit eden kin, ayırımcılık, ırkçılık ve katliamların dünya üzerinde yok olmuş olması, ya da kökünün kazınmış olması değil... Heyhat!

Öyle bir iz olmayışının nedeni, insan doğasında var olan kötülüğü besleyecek güçlerin sadece, karanlık mağaralarda uygun zamanı bekliyor olması...

Uygun zamanı yaratacak olanlar da,  uygun zamanın gelmesini engelleyecek olanlar da biziz...

Seçim bizim..."    

 

Türk Musevi Cemaati Başkanı Sami Herman’ın 27 Ocak 2011 Yahudi Soykırımı Anma Günü töreninde yaptığı konuşma:

“Yüce Tanrım, gaz odalarında son nefesini vermiş, katledilmiş, boğulmuş, diri diri yakılmış, işkence görmüş, dövülmüş, ya da donarak ölüme terkedilmiş altı milyon Yahudi’yi hatırla. Olanları sessizce izleyen dünyanın gözleri önünde sadece ve sadece kimliklerinden ötürü bütün bir toplum yok edilmek istendi.

Evrenin hakimi, senin yarattığın insanı güç kazanmak uğruna öldüren fanatiklerin kalplerini aç. İnsanı sevmeden Tanrı sevgisinin mümkün olmadığını ve hiç bir inancın ve öğretinin, senin, ‘Katletmeyeceksin’ emrini çiğneyemeyeceğini onlara öğret.

 Tanrım, Auschwitz’de yakılan çocukların külleri, Babiyar’da Majdanek’te dökülen kanların oluşturduğu nehirler, insanlığa, nefretin yıkıcı, vahşetin bulaşıcı ve insanın içinde sonsuz bir zulüm güdüsü bulunduğunun kanıtı ve yarınlar için bir uyarı olsun.

 

Holokost kurtulanlarımız, Sayın Lazar Ruso, Sayın Luis Bahar, Sayın Albert Saul

Sayın Konuklarımız,

İnsanlığın karanlık geçmişiyle yüzleşmesi ve yapılan topyekûn katliamın tekrarını önleme anlamında "27 Ocak Yahudi Soykırım Günü" nü birlikte andığımız için Türk Musevi Cemaati adına sizlere teşekkür ediyorum.

‘Yahudi Soykırımı’;  daha çok bilinen adıyla ‘Holokost’, eşi, benzeri olmayan, insanı insan yapan tüm değerleri ezip geçen, uygarlık adına her ne varsa, tümünü birden yok eden; ötekileştirmenin, ayrımcılığın, ırkçılığın tahrip çılgınlığının zirvesidir.

Bu özellikleri ile Soykırım yalnızca Yahudilerin değil tüm insanlık âleminin kara lekesi, vicdan azabıdır.

Dünyada benzer bir kıyımın, vahşetin bir daha asla olmamasını sağlamak insanlığın ortak çabası olmalıdır.

Değerli Konuklar,

‘Soykırımı’ anma günü etkinliklerinin amacı; topluma ve özellikle genç nesillere, 1939-1945 yıllarında yaşanan felaketleri anlatarak ileride benzer acıların yaşanmaması için uyarmak, gereken duyarlılığı sağlamaktır.

Holokost’ta, 6 milyon Yahudi hayatını kaybetti. Bu rakamın dörtte biri, yani bir buçuk milyonu çocuktu. 6 milyon Yahudi ve daha milyonlarca kurbanın,  ruhlarına saygı duymanın en etkili şekli, insanlığı gelecekte benzer felaketlerden korumak üzere genç nesilleri eğiterek bilinçlendirmektir.

Yahudi dini mensuplarının büyük çoğunluğu, Holokost'un kurbanı olmanın ıstırabını bizzat kendi içlerinde hissederler. Bu acı bizlere, Türk Yahudilerine de aynı zamanda büyük bir sorumluluk yükler.

Bu da kin ve nefret duygularının bilinçli veya bilinçsizce yayılmasının tehlikelerine dikkati çekmek ve bu konuda bir farkındalığın yaratılması için ön saflarda yer alma sorumluluğudur.

Yok etme kampları aslında tuğlalarla değil, kin ve nefret tohumları ile örülmüştü.

‘Bir daha asla’ düsturunun temenniden gerçeğe geçmesinin insanlık için tek teminatı, kitlelerin bilinçlendirilmesi ve eğitimdir.

Ve bu yüzden Birleşmiş Milletlerce kabul edilen 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımını Anma Günü acı ancak o oranda da gerekli bir görevdir.

Bugün dahi kanıt, tanık ve sanıklarının bazılarının hayatta olduğu bu benzersiz vahşetin unutturulmasına imkân vermemek, inkâr edilmesini ise her ne şekilde olursa olsun önlemek bir insanlık görevidir. Holokost’u inkâr etmek oluşabilecek yenilerine yol açmak ve bunların sorumluluğunu yüklenmektir.

Ancak, insanlık tarihinin bu kapkaranlık ve acılı dönemi içinde yine de, bütün olumsuzluklara karşın, nadir de olsa insanlık adına yüz ağartan, yürek ferahlatan davranışlara, tavırlara da tanık olundu:

Kimi hallerde mesleğini, ailesini hatta canını dahi tehlikeye atmayı göze alarak, insanca direncin olağanüstü örneklerini sergileyerek, hayat kurtaran ve bu davranışlarından ötürü adları "Uluslar arası Dürüst" unvanıyla birlikte anılan gerçek kahramanları, bunların arasında da ülkemizin övüncü Selahattin Ülkümen'leri, Necdet Kent'leri ve dışişlerimizin kıymetli diplomatlarını, şükran duygularımız ve rahmetle anmayı bir borç biliyor, manevi huzurlarında hürmetle eğiliyoruz.

Değerli Dostlar,

Gün geçmişe ağlama günü değil, geçmişi unutmayarak ve unutturmayarak, yok sayılmasına, azımsanmasına ve nihayet inkâr edilmesine imkân vermeyerek, geleceğe yönelik umutlarla insanlık adına barış, kardeşlik ve sevgi üretme günüdür.

"Bir defa daha asla" derken; bu uğurda duyarlılığı yaratmak için birlikte çalışalım.

Hepinize ve her birinize bu anma törenine katıldığınız için bir kez daha candan teşekkürlerimi sunuyor ve sizleri saygıyla selamlıyorum."

Büyükelçi Ertan Tezgör’ün 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Töreni’nde yaptığı konuşma:

“27 Ocak tarihi en büyük ölüm kampı Aucshwitz-Birkenau’nun kurtuluş tarihine denk gelmektedir. Bu gün 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi rejimi altında hayatını kaybeden milyonlarca Yahudi ve birçok azınlık gurubu mensuplarını saygıyla anıyoruz. Milyonlarca masum insanı yok etmek üzere milyonlarca metre ray döşenmiş vagonlar üretilmiş toplama ve ölüm kapları ve gaz odaları inşa edilmiştir. Bu bağlamda insanoğlunun öldürmek ve tüm varlığıyla yok etmek için tam anlamıyla endüstriyel bir düzen yaratılmıştır. Bu acı gerçeğin insanlığın kolektif belleğine kazınması ve gelecek için de ders alınması gerekmektedir. Yahudi soykırımı tarihin kaydettiği eşi benzeri olmayan bir trajedidir. Türk ulusunun yüzyıllar boyu baskı zülüm ve bağnazlık ortamından kaçmak zorunluluğunda kalan herkese Yahudilere, Polonyalılara, Macarlara, Romenlere, Ukraynalılara, Çerkezlere, Kırım Tatarlarına, Gürcü, Azeri, Kazak, Kırgızlara, komünist ihtilalından kaçan Ruslara, kucak açan ve sığınma hakkı tanıyan davranışı ulusumuzun karakterini yansıtmaktadır. 1492’de ya dinlerini feda etmek ya da bir daha ne sebeple olursan olsun geri dönmemek üzere ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan İspanyol Yahudileri Sefaradları Osmanlı İmparatorluğuna davet edilmeleri ve buraları kendilerine yeni vatan edinmelerinin 500. yıldönümünü de 1992 yılında kutlanmıştı. 2. Dünya Savaşı yıllarında da ülkemizin doğal tutumu Nazi rejimi tarafından hedef alınan Avrupa’daki Yahudilerin korunması için çaba harcamak olmuştur. Türk vatandaşlarının soykırımdan kurtarılması mal ve mülklerinin zarar görmemesi için gayret gösterilmiştir. Bu husus ulusumuz ve bakanlığımız tarihinde gurur duyduğumuz hayatta kalanların tanıklığı ve arşiv belgeleriyle açık şekilde ortaya koyulmuş bir gerçektir. Üniversitelerimizde ülkelerimize sığınan her biri dalında dünyaca tanınmış Yahudi kökenli profesörlere araştırmalarını sürdürme imkânı sağlanmış İstanbul’da o dönemde nispeten cumhuriyetimize değerli katkılarda bulunan Avrupa’dan sürülmüş yeni bir Yahudi, cemaati oluşmuştur. Bu vesileyle 2. Dünya Savaşı sırasında ırkçı Nazi yönetiminin hedefi halindeki kişileri korumanın ve kurtarmak için kendi hayatlarını tehlikeye atmaktan çekinmemiş olan diplomatlarımızı da saygı ve rahmetle anıyoruz. Unutulmaması gereken bir husus soykırımın insanlığa karşı bir suç olarak gördüğümüz antisemitizmin bir ürünü olduğudur. Türkiye, Yahudi soykırımının hatırlanması ve bundan dersler çıkarılması ile ırkçılık yabancı düşmanlığı islamofobi ve antisemitizme karşı mücadelede izlemekte olduğu siyaseti kararlılıkla sürdürecektir.

Polonya Aucshwitz’de 1 Şubat’ta yapılacak anma toplantısına da Sayın Cumhurbaşkanımızı temsilen TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış, hükümetimizi temsilen Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış iştirak edeceklerdir. Polonya Başbakanı’nın Sayın Başbakanımıza muhatap bir mektubu üzerine Auschwitz Birkenau’nun idamesi için oluşturulan fona hükümetimizce anlamlı bir katkıda bulunmuştur. Auschwitz Birkenau’nun kurtuluşunun 66. yıldönümünde Şoa’nın asla unutulmayacağını vurgularken tarih boyunca insanlığa karşı işlenmiş bu en büyük suçtan insanlık adına dersler çıkartmak, daha iyi bir gelecek ve barış içinde bir dünya yaratmak için çalışmanın önemini hatırlıyoruz.

Değerli katılımcılar konuşmamı Sayın Başbakanımızın 2005 yılında Kudüs’teki Yad Vaşem Müzesi ziyaretlerindeki ifadeleri ile sonlandırmak isterim. Yahudi soykırımı insanlığa karşı işlenmiş en akıl almaz suçtur. İnsanlık bir daha benzer bir olayla karşı karşıya kalmamalıdır. Bir daha asla…”

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Töreni’nde yaptığı konuşma:

“Müstesna bir şehirdeyiz; İstanbul dünyanın hoşgörü merkezsi ve sevgi merkezi. Bu şehri böyle tanıyor, böyle kavrıyoruz ve böyle anlatıyoruz. Biz asırlardır bu şehirde hep sevgi, hoşgörü kardeşlik üzerine ve ayrımcılık yapmamak üzere yaşadık ve bundan sonra da böyle yaşamaya fevkalade azimliyiz ve gayretliyiz.

Böylesine güzel bir şehirde hep güzellikler üzerine sevgi üzerine dostluk ve kardeşlik üzerine sohbetler yapılması en büyük dileğimizdir. Ve şu an içinde bulunduğumuz mekân Allah’ın kutsal mekânlarından biri, bir ibadethanede sizlere seslenmekten özellikle mutlu olduğumu da ifade etmeyi çok arzu ederdim. Sevgiyi konuşabilmek sevgiyi paylaşabilmek isterdim ama ne yazık ki bu akşam ki anma törenimiz milyonlarca insanın acısını birlikte paylaşmak ve nefret üzerine… Bu, insan olarak yeryüzünün en değerli yaratığı insan olarak bizlere, gerçekten ağır gelen bir değerlendirmedir. Ama maalesef insanlık tarihi bu derin acılarla her zaman sarsılmıştır. İnsanlık gerçekten tarihine bakıldığında övülecek çok şeyi başarmıştır. Kendisinin ve bütün insanlığın hizmetine amade olacak yeniliğin yaratıcısı olmuştur.  Maalesef 20. yy önemli bir döneminde 2. Dünya Savaşı yılarında insanlık özellikle insanlığını kaybetmiştir. Ne yazık ki 2. Dünya Savaşı yılları itibariyle kaybedilmiş olan insanlarımıza baktığımızda milyonların acısının hala yüreklerimizde ve hafızalarımızda çok derin olduğunu görüyoruz ve bunu unutmak da istemiyoruz.

6 milyon Yahudi’nin sadece dinlerinden ötürü katledilmiş olmaları insanlık tarihinde insana en büyük bir suçtur ve insanlık bu suçu işlemenin ızdırabı içerisindedir. Yahudi soykırımı sadece Yahudilere yönelik değildi; aynı zamanda savaş esirlerine, Slav aydınlarına Polonyalılara romanlara özürlülere akıl hastalarına “yaşama hakkı bana göre uygun değildir” dedikleri herkese karşı acımasızca uygulanmıştır.

Nazi soykırımının altındaki teme düşünce ırkçılıktır. Üstün yaratıldığına inanmak ve kendisinden başka herkesin yaşama hakkını tanımaksızın onu yok etme arzusu.

Burası Allah’ın mekânı bütün insanların buluştuğu yer ise gönül evidir. Gönül evinde arzu edilen sevgi ve nefrete fırsat vermemektir. Irkçılık öyle bir ideolojidir ki nefretten başka hiçbir şey doğurmak ve kendinden başka hiçbir şeyi sevmez.  İşte bu sevgisizlik 2. Dünya Savaşı yıllarında acıların yaşanmasına sebep teşkil etmiştir bu büyük acıyı yaratanlar nefretle kınıyoruz. Hayatını kaybetmiş olanlara sonsuz rahmetler diliyoruz. Biz Türkler bu ülkenin yöneticileri özellikle bu güzel şehirde sayın büyükelçimizi de ifade ettiği gibi 1492’den bu yana Musevi kardeşlerimize fevkalade sıcak dostane ve gelecekte de sımsıkı kardeşlik bağları içerisinde yaşadık yaşayacağız. İnanıyorum bu birliktelik bu dostluk insanlık içinde örnek teşkil edecektir.

İnancımıza göre insan kutsaldır her şeyin üzerindedir. İnsanı haksız yere öldürmek insanlığı öldürmek gibidir. Cemaat Başkanı Herman’ın konuşmasında ifade ettiği Musevi dinin inancında katletmeyeceksin hükmünün aynısı İslam dinin temelinde de vardır.  Ve insanı yaşatmak esastır. Onun için Mevlana ‘ne olursan ol gel…’ demiştir. Bizlerin bu güzel çağrıyı gönüllerimizde hissetmesi ve her insanı kardeşi bilerek kucaklaması gerekmektedir. 21. yüzyıl insanlığın barış, sevgi yüzyılı olmadır. Bu acıların bir daha asla yaşanmaması için ortak duaların bütün gönüllerde ve avuçlarda en derin şekilde yapıldığı yüzyıl olmalıdır. Bu konuda din damlarımıza güveniyoruz…”