Asya’nın görülmeye değer köşesi: KAMBOÇYA

<p class="MsoNormal"><span>Sıcaktı, nemdi, uzaktı gibi bahaneler bulmayın… Kamboçya’yı “bu dünyadan gitmeden önce görülecek yerler” listesine mutlaka </font></span><span>alın…<span>   </span></font></span></p>

Seyahat
22 Ocak 2011 Cumartesi

Vladi BENBANASTE


Bayramda bir yerlere gitmek isteyen herkesin yapması gerektiği gibi yaklaşık bir sene önce bu seyahatimizin çekirdek fikirlerini oluşturmaya başladık. Ana fikir, benim 25. evlilik yıldönümüm kutlamaları çerçevesinde yıl boyu sürecek etkinliklerden biri olan uzaaaak bir yerlere, uzuuuun süreli bir seyahat yapmak ve sonucunda hayatımın film şeridine unutulmaz kareler yerleştirmek… Neme lazım; gün gelir gerekir barı film uzun olsun… Önceleri Kiribati diye tutturdum, “uzak” dediler sonra peki “haydi Avustralya -Tazmanya olsun” dedim; “uzaaak, çok uzak, biraz daha yaklaş” dediler, Vietnam-Kamboçya’da karar kıldık klan üyelerimizle.

Malum böyle içinde uzak kelimesi olan yerlere gitmek için ufak ‘küpri’ler yapıp tatili ucundan bucundan çekiştirmek gerekir. Öyle de yaptık; puslu bir İstanbul sabahında (bizim gibi zor adamlarla bu organizasyonu hatasız başaran şirketin adını vermezsem haksızlık etmiş olurum) Golden Bay Tur ile Yeşilköy’de buluştuk. Bize tembih etmişlerdi ‘ince giyinin, icabında şort giyinin, indiğimiz yer sıcak olacak’ diye. Ama İstanbul’da bunca sis, soğuk varken giyemedik hiç birimiz. İndiğimiz yerde bir çaresine bakarız… Uçuş rotamız şöyle: İstanbul – Dubai – Singapur ve nihayet Kamboçya’nın başkenti Phonom Penh. İstanbul’dan yola çıktıktan 26 saat sonra, yerel saatle 9:15 civarı tur otobüsümüze binip, unutulmaz seyahatimize başlıyoruz. Uykumuz? Eh var gibi! Yorgunluk? Haliyle! Ama hepimizde yanı bir başlangıcın verdiği bir enerji, sanki biraz önce uyanıp buluşmuş gibiyiz. Kimsede ‘low battery’ ışığı yanmıyor; durumlar iyi… Pekiiiii; sıcak mı? Sıcak! Tahammül edilmez bir sıcak mı? Biz ettik… Buralar, imkânlar çerçevesinde görülmeye değer yerler. Sıcaktı, nemdi, uzaktı gibi abidik gubidik bahaneler ile buraları , “bu dünyadan gitmeden önce görülecek yerler” listesinden çıkaran ‘kaçırıyor’.  

Başkenti Phonom Penh ve biraz tarih

Kamboçya’nın başkenti Phonom Penh’de camlarına üstten aşağıya doğru yarısına kadar fırfırlı cav cavlı perdeler ile dışarıdan gelen güneşe karşı korunmuş, buzzzz gibi mor otobüsümüze binip şehir turuna başladık… Gözlem 1: Buralar motosiklet diyarı… Otomobilden çok daha fazla motosiklet var. Yollarda diğer araçların giremediği, motosiklet şeridi mevcut.  Görüntü inanılmaz… Yüzlercesi, binlercesi, on binlercesi sivrisinek gibi vızır vızır her yerdeler. Gözlem 2: Çok zor bir gözlem olmasa gerek; Budist inancın olduğu bu bölgelerde doğal olarak bol miktarda Budist tapınağı var.

Şehrin yakın geçmiş tarihine baktığımızda “akrep etmez ettiğini; insanın insana” dedirten dehşet dolu, acı dolu yıllarla karşılaşıyoruz. Şehri gezerken, şimdilerde kanlı rejimin yaptıkları ile ilgili bir müze haline çevrilmiş bir lise binasına (Tuol Sleng) uğramamazlık etmeyin. Yaklaşık 1975 – 1980 yılları arasında hepimizin “bu devirde artık böyle şeyler olmaz” dediğimiz şeyleri bir kaç satırla hatırlatıp, geçelim…  Kamboçya’da, ‘Kızıl Kmerler’ rejimi döneminde başbakan olmasına rağmen bütün idareyi elinde bulunduran Pol Pot, birliklerin başkent Phonom Penh’i işgal etmesiyle asıl yüzünü göstererek katliamlarını sergilemeye başlamış. Bilgili, okumuş, meslek sahibi, kişiler başta olmak üzere şehirde yaşayan herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorlamış, tüm okulları kapatmış. Başkent adeta hayalet bir şehir haline gelmiş. Yaşlı-genç-çocuk-kadın-erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce insanı, işkence hanelere dönüştürülen okullarda, komünist idareye karşı olduklarını itiraf ettirdikten veya ettiremedikten sonra ölüm tarlalarına sürmüş. Bu katliam 1979’da Vietnamlılar tarafından desteklenen bir hareket ile son bulana kadar, Kamboçya kaynaklarına göre yaklaşık 7 milyonluk nüfusun 3 milyon 300 bini katledilmiş. Bu manasız savaşın küçük uzantıları 98-99 yıllarına kadar Kızıl Kmerlerin son liderleri ölene veya tutuklanana kadar sürmüş… Son olarak Vietnamlıların da çekilmesi ile zamanla ülke daha huzurlu, demokratik ve mutlu bir hale gelmiş. Şehrin ortasında bulunan bir anıt, Vietnam’a teşekkür ve minnet duygularının simgesi olarak sergileniyor, diyoruuuuz ve devam ediyoruz…

Motosiklette kalmıştık; bu araç burada inanılmaz yaygın ve her türlü iş için kullanılıyor. Bir motosiklete kaç kişi binebilir? 3 mü dediniz, çıkın çıkın; 5 – 6 kişi çoluk çocuk, tüm bir aile eşyaları ile birlikte biniyor. Bazen küçük bir kamyonetin alacağı yükler ki buna canlı hayvan taşımacılığı dahil bu iki tekerlekli mucizeye sığıyor. Motosiklet ayrıca buradaki insanlar için önemli bir geçim kaynağı. Bir motosiklet sahibi olduğunuzda artık bir iş yeri sahibi oldunuz demek… Hayırlı işler…

Budist tapınakları her yerde

Şimdiki rotamız bir Budist tapınak. Bu bölgede Buda dini hakim olunca haliyle tapınaklar oldukça yoğun kullanılmakta. Tapınaklar günün her saatinde, Tanrılara adak adayan, dua etmeye gelenlerle dolu. Buda’ya, yemekler, çiçekler, süsler, tütsüler ile adaklar adanıyor. Tapınağın iç kısmında bulunan heykellerin ağzına et parçaları, çeşitli heykellerin yanı başına yumurtalar, meyveler, tatlılar, bol miktarda ‘turuncu’ çiçekler, açık havada bile hissedilecek kadar yoğun bir tütsü kokusu… Hatta bazıları tepsi hazırlamış çatalı bıçağı peçetesi içinde olmak kaydı ile çorbası pilavı, sebze ve et yemeği ayrı ayrı tabaklarda yenilmeye hazır bekliyor… Heykellerin sağına soluna tutuşturulmuş bağış paraları, tabii ki bir de büyük bağış kumbarası… Mabedin içi bağışlanan muhtelif boy da yapılmış Buda heykelleri ile dolup taşıyor.  Hele bir gülen Buda, mutlu Buda heykeli var ki, ona bayıldım…  Doğrusu bu ya; göbeğimiz bire bir benziyor… Diyorum zaten; “göbek mutluluk getirir.” Bak adamlar bunu keşfetmiş biz haaalen diyet peşindeyiz… Göbek filan dedik de halen yemek yemediğimizi hatırladım. Tam ki mızmızlanmaya hazırlanıyordum gurup liderimiz Teo (‘Teoman Cimit’ turunuzdan ısrarla isteyiniz süppper) beklenen müjdeyi verdi, “şimdi yemeğe gidiyoruz, sonra otele ve daha sonra hemen otobüslere ve gezmeye devam…” Taşez; tapinakez… Ölmek var, durmak yok.

Yemek konusunda önemli tüyolar

Yemek konusunda bir iki tavsiyem var; sii fut buralarda da 1 no.lu yemek... Eğer bundan haz almıyorsanız, bunu tur şirketi ile önceden anlaşın. “Evropyan yemek” tercihimiz derseniz, ona göre lokanta seçimleri yapmak mümkün. Bir de, bizim gibi ekmek sever bir ülkeden gelenler için ekstra önemli bir dip not: ekmek istediğinizi tur şirketine belirtin… Buralarda ‘baget’ olarak biliyorlar, yoksa buharda pirinci ekmek niyetine yersiniz… Ancak panik olmayın herkesin inancına ve zevkine göre bir çözüm bulunuyor sonunda… 

Yaklaşık 30 saattir yatak görmeden devam eden yolculuğumuzda otele girip de 1 saatlik odalara yerleşme ve ‘duşiziko’ molası ile hepimize bir nefes aldırdı. Sonra yeniden otobüsteyiz. İkinci durağımız Kraliyet Sarayı; adına yakışır bir güzellik ve ihtişamda. Çatılar kısmen altın sarısı renginde, Uzakdoğu’nun tipik dam yapısı abartılarak kat kat kullanılmış, krallara laik bir yapı çıkmış ortalığa. Sarayda yasayan hizmetkâr kadınlar günlere göre değişik renklerde elbiseler giyiyorlarmış. Mesela pazartesi kırmızı, salı turuncu gibi… Saray arazisi tahmin edeceğiniz gibi oldukça büyük, Tabii ki içinde bir tapınak da var. Tapınağı gezmeye gelmiş, inanca göre inzivaya çekilmiş baştan aşağı turuncu giysili çocuk yaşta rahipler turistlerin ilgisini çekiyor. Süs havuzları, fıskiyeler, duvarlar boyunca uzanan ve o dönemin tarihini anlatan resimler… Görülecek o kadar çok şey var ki…  

Saray gezisi ile akşam yemeğimiz arasında kalan vakit boş bırakılır mı? Dünnnyada olmaz. Ne yapacağız? Buranın nesi meşhur: Masajı. Eee o halde? Haydi çocuklar; masaja. Duuur o kadar kolay değil bu iş. Ne masajı istiyorsun; fut var, badi var, taş ile olanı var,  herbıl var, strong var, soft var…  Sordum, “Boşta ne var?”  “Full badi masaj” Aha işte bu! Tamam, ben ondan istiyorum… “Sonrasını hatırlamıyorum” diyeceğim fesata çekeceksiniz… Valla uyuya kalmışım… Ara sıra kendi horlamam ile uyansam da 1 saat boyunca yoğrula horluya uyumuşum… Kendimi zinde ve yenilenmiş hissediyorum… Low battery’den eser kalmadı… Tavsiyem, her boş vaktinizde masaj…

Masajdan sonra yemeğin lezzetini ben pek sevmesem de, dört dörtlük deniz manzaralı mükemmel manzarasıyla,  yerel dans gösterisiyle, şarabıyla ve her şeyden önemlisi, evimizden binlerce kilometre uzakta kendimizi evimizde hissettiren dostlarımızla birlikte olmanın verdiği haz ile mükemmel bir ziyafet… Sonra mı? Müsaadenizle çocuklar, ben uyumaya gidiyorum… Yarın yeni bir gün,  yoğun bir program… İnanmayacaksınız ama sabah erken… Sabaha görü… ş…   horrr… zzzzz…

Sevgiyle kalın…

devam edecek…