Miles Davis ve John Coltrane

Dani ALTARAS
12 Ocak 2011 Çarşamba

Herhangi bir caz severe veya caz yorumcusuna son 50–60 yılın en etkileyici caz figürünü sorsanız karşınıza hep aynı cevap çıkar: John Coltrane, olağanüstü saksafoncu ve Miles Davis, trompetçi. Yaşamlarında sanatsal olarak bağlantılı olmuş bu iki müzisyenin birbirinden farklı fakat doğurgan katkıları bu sene iki yıldönümü vesilesiyle bir kere daha gündeme gelecek: John Coltrane’in 85. doğum yıldönümü, Miles Davis’in hem 85. doğum hem 20. ölüm yıldönümü.

Yıldızlık mertebesine ilk olarak Miles Davis ulaştı. Henüz onlu yaşlarında aşırı modern bebop akımının gelişini ilan eden albümlerde yer aldı. Sadece bir kaç yıl sonra ise kendi trompet sound’unu oluşturacak, zorlayıcı bir lirizm ile birlikte karanlık ve cimrice diye tanımlanabilecek soğukkanlı bir tarzın öncülüğünü yapacaktı. Kariyeri uyuşturucu bağımlılığı yüzünden kısa bir süreliğine solsa da, 1955’te, John Coltrane’in de dâhil olduğu olağanüstü bir beşliyle eski formuna geri döndü.

O zamana kadar John Coltrane, içki ve uyuşturucu âlemlerinin esiri, yetenekli fakat güvenilmez bir turne müzisyeni olarak kabul edilirdi. Nasılsa Davis, Coltrane’le şansını denemek istedi ve ortaya müthiş güçlü bir ortaklık çıktı. Bu dönemde yaptıkları müzikler 4 CD’lik “The Legendary Prestige Quintet Sessions” albümüyle 2006’da tekrar yayınlandı. Bu müziklerde birbirinden farklı fakat birbirlerini tamamlayan iki kişiliği izlemek mümkün. Davis’in kısa ve keskin atakları Coltrane’in yoğun ve bilinç akışlı uçuşlarına mükemmel bir set oluşturuyordu ve ikisi de tüm zamanların en kıvrak ritim bölümüyle ileri itiliyordu: Piyanoda Red Garland, basta Paul Chambers ve davulda Philly Joe Jones. Hayranları grubun yüksek gerilim etkisi karşısında şaşkına dönmüşlerdi ama bazı yorumcular Coltrane’in sözü fazla uzattığını düşünüyordu. Kendisi de az konuşan ve güçlü görüşleri olan Davis, bir keresinde Coltrane’e soloları niçin bu kadar uzattığını soracaktı. Coltrane, nasıl duracağını bilmediğini söyleyince de topluluğun lideri Davis, “boruyu ağzından çıkarmayı dene” diye cevap verecekti.

Coltrane bir misyon adamıydı. Davis’le birlikte çaldığı zaman zarfında bağımlısı olduğu kötü alışkanlıklarıyla yüzleşti ve onları yendi. Bunu, “bir ruhani uyanışın” neticesinde yaşamı boyu bir taahhüt olarak kalacak “insanları mutlu etmek için müzik çalmak” anlayışını tetikleyen bir zafer olarak gördü. Aslında insanları sadece mutlu etmek de değildi amacı, başka bir düzleme yükseltmekti. Çünkü Coltrane için müzik sadece eğlence olmaktan daha fazla bir şeydi. Aynı zamanda, her çalışında, mest edici, kendinden geçirici bir kendini arama aracıydı.

Ruhsal açlığını tüketici egzersizlerle gideriyordu. O kadar ki, bazen enstrümanı elinde uyuya kalıyordu. Müzik bilgisi en üst düzeydeydi. Bunların sonucunda, 1960’ta bir araya getirdiği efsanevi dörtlüsü ile birlikte cazı sanki başka bir alana götüren bir dizi volkanik başyapıt üretti. O yıllarda Village Vanguard’da canlı olarak kaydedilen Chasin’s the Trane sel gibi akan, insanın iç organlarıyla hissettiği 15 dakikalık bir soloydu. Ascension albümünde aynı dizginlenemez tutkuyu bu kez bütün topluluk sergiliyordu. Bir yorumcu bu albümü, “muhtemelen bugüne kadar kaydedilmiş en güçlü insan sesi” olarak değerlendirecekti.

Bütün bu albümler ve benzeri daha birçokları kanserden yaşama veda edeceği 1967’ye kadar Coltrane’in evi sayılan Impulse müzik şirketi için yapıldı. Bazı yorumculara göre Impulse Coltrane’in inşa ettiği bir evdi. Yıldız sanatçılarını devrimci 1960’ların sembolü olarak gören Impulse, Coltrane’e istediğini çalması için açık çek vermekten mutluydu.

Coltrane’in hatırası sadece müziklerinde değil, alışılmadık ama kendisinin de memnun olacağı bir şekilde, bir kilise ile sürüyor. 1972’de San Francisco’da bir cemaat St John Coltrane African Orthodox Kilisesi’ni kurdu ve ayinlerini onun müzikleri ve kişiliği üzerine oturttu.

Aynı yıllarda Miles Davis ölümsüz cazcıdan bir kültür ikonuna doğru dönüşmeye başlamıştı. Rock’ın yükselmesiyle kendini kenara itilmiş bulunca buna 1969’da jazz-rock fusion diye tanınacak elektronik bir hibrit (Bitches Brew) ile yanıt verdi. Eski hayranları dehşete kapıldı ama Davis meydan okuyan tavrını sürdürdü. Pop’a doğru kıvrılmış müziği ve imajı yeni nesil bir hayran kitlesi oluşturdu.

Davis’in keskin cazibesi müziği kadar belirgin oldu ve genç dinleyicileri çılgına çevirdi. 2006’nın başlarında Rock and Roll Hall of Fame’e seçilen ilk modern caz müzisyeni olmasına şaşırmamalı. 2006 tarihli “The Very Best of Milse Davis: Cool and Collected” 80. yıldönümü albümü hem Coltrane’le hem başka efsanelerle yaptığı müzikleri içerir.

Davis kariyeri boyunca, her ne şekilde kullandıysa, büyük yeteneğini hep muhafaza etti. Aynı şekilde, eski ortağını da hiç unutmadı. Cazibeli-rock günlerinde de, sarayı andıran malikâneleri arasında mekik dokurken de her zaman özenle sakladığı şey John Coltrane’in fotoğrafıydı.