Gel, sevil, kap, git

<p class="MsoNormal"><span>Futbolun en güzel taraflarından biri de nedir biliyor musunuz? Değişik milletten, dilden, dinden, ırktan insanları tek bir amaç uğruna aynı çatıda toplaması. Tek bir dil var: Futbol. Tek bir İnanç var: Kazanmak. Tek bir ibadet yeri var: Stat. Uluslararası bir dili olan futbolda bu sefer ülkemize gelen yabancı oyuncuların bize neler verdikleri, neler götürdüklerini yazmak istedim.</font></span></p>

Spor
29 Aralık 2010 Çarşamba

Selim ÇİPRUT


90’ların ortalarında ortaya bir İlhan Cavcav gerçeği çıktı. Afrikayı adım adım gezerek takımı olan Gençlerbirliği’ne futbolcu transfer etti. Herkes ona tüccar benzetmesi yaptı, bazıları aşağıladı, yerden yere vurdu ama bir gerçeği değiştiremedi. O da futboldan gerçek anlamda anladığı. Ve aldığı futbolcular ortada: Mosheu, Geremi, Kona. Onunla beraber Afrikalı futbolcu furyası başladı bir anda. Ama her Afrikalı oyuncu onunkiler kadar başarılı olmadı. Uche ve Amokachi dışında. Bir kulüp başkanının misyonu kulübüne para kazandırmak değil mi? Cavcav bunu hakkıyla yaptı, bedava diye nitelendirecek fiyatlara alıp, astronomik fiyatlara sattı ve kulübünü inanılmaz noktalara getirdi. Enteresan olan şeylerden biri ise bir kulüp başkanının bire bir transferlere koşturmasıydı. Hatta şu anda Trabzonspor’da başarıyla oynayan Serkan Balcı’yı eşiyle çıktığı Mavi Yolculuk’ta, dinlenmek için biraz karaya çıkmasını bahane ederek, gidip maç izleyip Serkan’ı keşfetmesi oldukça enteresandı. Ardından onlarca yabancı oyuncu geldi. Hagi geldiğinde klasik Türk basını şu yakıştırmayı yaptı: Müzmin sakat, üç maç oynar on üç maç yatar dendi. Onlara inat senelerce başarıyla oynadı. Jardel en iyi döneminde geldi, ilk yarı tamamlanmadan 20’ye yakın gol attı ama ikinci yarı ne olduysa bir türlü forma giyemedi. O olay oldukça enteresandı; bermuda şeytan üçgeni sırrı gibi çözülemeyecekti.  Sonraları Moldovan, Kezman, Ailton, Revivo ve daha niceleri geldi. Hepsi havaalanında omuzlarda karşılandılar, giyecekleri takımın formalarını öptüler. Ve artık İstanbul’un havasında ne varsa bir anda feleklerini şaşırdılar. Futbolcu olduklarını unuttular, belki de unutturdular. Çok isim olan markalar ise resmen emekliliklerini yaşamak için geldiler ülkemize. Kulaktan kulağa bu konuda bir cennet olduğunu duymayan kalmadı dünya futbolunda. Özellikle son 2-3 seneye bakıyorum, gelenlerin gidenlerin artık esamisinin bile hatırlanmadığı bir yabancı oyuncu transferi furyası. Hâlâ çıkmış kaç yabancı oynasın, kaçı kenarda otursun, kaçı tribünde… Bunları tartışıyoruz. 80’li yılların sonunda İtalya’da 3 yabancı hakkı varken Milan Van Basten, Gullit ve Rijkhaard ile, İnter ise Klinsmann, Mattheus ve Brehme ile başarıdan başarıya uçmadılar mı? Demek ki yabancı sayısı pek bir şey ifade etmiyor futbol için. Şu sıralarda ise Beşiktaş can havliyle yaptığı transferler ile gündeme oturmayı başardı. Quaresma yanına Simao ve Almeida, Fenerbahçe’nin Brezilya ekolüne karşılık yaratılan bir Portekiz ekolü. Ama aynı dili konuştuklarını dikkate alırsak, Beşiktaş için ilerleyen günlerde neler yazılacak çizilecek merakla bekliyorum.

Önce uçağa biner ve Türkiye’nin yolunu tutarsın. Yeşilköy’e daha GELmeden, önce transfer haberin duyulduğunda SEVİLmeye başlarsın. Sözleşmeni yapar, olukla para KAParsın ve seni sevenleri hayalkırıklığına uğratıp tek çareyi GİTmekte bulursun. Bunları yapana kadar sana umut bağlayanlar için azıcık top oynasan fena mı olur be yabancı kardeş?