ABD’nin kalbinde bir genç Türk sinemacı

ABD’de, prodüksiyonunu üstlendiği ilk uzun metrajlı filmi Sanat Makinesi’ni  tamamlama aşamasında  olan genç filmci Roy Gökay,  bu heyecanlı süreci Şalom okurları ile paylaştı

-
22 Aralık 2010 Çarşamba

Öncelikle seni hiç tanımayanlar için kendini biraz tanıtabilir misin? Roy Gökay kimdir? Şimdiye kadar neler yaptı?

Yaratıcı, iş bitirici ve girişimci bir insan. Annesi yüzünden Arjantinli, babası yüzünden Türk ve doğum mevkisi aracılığıyla İsrailli.

Çok küçük yaştan beri gösteri sanatlarıyla ilgilendim. Annemin anlattığı bir hikâye vardır. Altı yaşındayken kendimi odama kilitleyip Elvis Presley şarkılarını çalıp dans edermişim. O gün bugündür halen dans ediyorum... Eğlence için tabii ki.

Gösteri ile ilgili neredeyse her şeyi yaptım. Okul dönemimde dört farklı dilde (İspanyolca, İngilizce, İbranice ve Türkçe) tiyatro yaptım ve koroda şarkı söyledim. Çok küçük yaştan beri gitar çaldım ve müzik grupları kurdum. Hem okul içi, hem de dışı klipler yaptım. Hayatımın her döneminde hep bir şey başlattım.

Ortaokuldan üniversite sonuna kadar çizgi film animasyonu ve film prodüksiyon şirketlerinde çalıştım. 14 yaşındayken Sinan Çetin’in prodüksiyon şirketi olan Plato Film’de ilk uzun metrajlı film deneyimimi edindim (Romantik - Teoman, Okan Bayülgen, Yasemin Kozanoğlu). 

Ailemin büyük çabalarıyla Kanada’nın Niagara bölgesinde film ve tiyatro üzerine eğitimimi aldım. Brock Üniversitesi’nde film kulübü kurup televizyon kanalında yayınlanan reklamlar çektim.

Üniversite sonrası Toronto şehrinde iki şirket açtım. Biri tiyatro grubu olan Lonely Cake Productions, diğeri de film prodüksiyon şirketi olan The Frame. Bu şirketlerle birçok başarıya ulaştık. Lonely Cake ile 2008 Toronto Fringe Festival Now Magazine 3üçüncüsü olduk; The Frame ile de Kanada hükümetinin ‘Kalp ve Felç Kurumu’ web kampanyasını yaptık.

Film işlerine başlaman nasıl oldu? Ne kadar süredir yapıyorsun?

Film işlerine ortaokulun sonunda İngilizce öğretmenim ve arkadaşlarımın eğlence için başlattığı SNN, yani ‘student new network’ ile başladım. İngilizce öğretmenimin laptop’u ve ufak kamerasıyla yaptıklarını görünce çok imrendim ve ben de kendi çapımda bir şeyler yapmaya başladım evde. O gün bugündür filmle ilgileniyorum.

Neden New York?

Çünkü New York harika bir yer. İnanılmaz derecede ilham verici... New York’ta her türlü hikâyeyi görebiliyorum; her türlü sanatı…

Çektiğin filmin konusu ne?

Prodüktörü olduğum, ‘Sanat Makinesi’ (Art Machine), ergenlik çağında olan dahi bir ressamın beklenen sergisi için yaptığı hazırlığı konu alıyor. Kara mizah anlatımı olan ve Brooklyn’de geçen hikâye, genç ressamın bu hazırlığın baskısı altında kalıp manik-depresif gelişimini ve tanıştığı acemi, isyankâr sanatçı gençlerin ona gösterdiği yardımı ile görenlerin ağzını açık bırakacak yaptığı sergiyi anlatıyor. Günümüzün Brooklyn’inde geçen, capcanlı, nefes kesici sanat ve müzik dünyasında, ‘Sanat Makinesi’ ticaret ve sanat arasındaki ince çizgiyi ve deha ile deliliği araştırıyor.

Biraz çekimlerden ve oyunculardan bahseder misin?

On dokuz günlük bir çekimdi bu. Uzun metrajlı bir film için kısa bir çekim süresi. Yaklaşık 30’un üzeri farkı mekânımız vardı. Prodüksiyon çok yorucuydu. Prodüktör olarak ilk uzun metrajlı filmim olduğundan çok şey öğrendim tabii ki. Geceleyin yatağa girerken beşe indirdiğim cevapsız e-postalarım, sabah olduğunda 60-70’in üzerine çıkıyordu. Prodüktör olduğundan herkes sana bir şey soruyor ve senden bir şey istiyor. Bunları karşılamak benim görevim tabii ki. Hem yorucu ama bir o kadar da harika bir deneyim bu.

Uzun metrajlı bir film yapmak kolay bir şey değil. Prodüksiyonu bir fabrika gibi düşünün. Bu fabrikanın içerisindeki çalışan bir makinenin bir vidası gevşekse fabrikanın patlama potansiyeli var. Her an her şey değişiyor. Ve bir sürü etken var. Her şeyin her zaman %100 hazır olması gerekiyor.

Oyuncular harikaydı. Bu kadar yetenekli ve profesyonel oyuncular bulmak gerçekten zor. Çok güzel bir aile yarattık. Her aktör masaya farklı bir şey getirdi. Daha iyi olamazdı!

Türkiye için de projelerin var mı?

Amacım, kanımın geldiği tüm ülkelerde en azından bir film çekmek. Bunların arasında tabii ki Türkiye de var (Çünkü babam Türk ve ben Türkiye’de büyüdüm). Türkiye’de şimdiden konuştuğum prodüksiyon şirketleri var. Bir tanesiyle inşallah güzel bir şeye imza atacağız.