konuk yazar/ Hande KURT: Zor mu Ortadoğulu olmak?

Dünya
22 Aralık 2010 Çarşamba

“Sıradanlık yegâne günahtır.” demiş Martha Graham. Dünyanın en sıra dışı bölgesi Ortadoğu’dayız. Çoğunlukla şiddet, savaş, yokluk, acı, gibi kavramlarla karşımıza çıkan, içinde her türlü zıtlığı bir arada bulunduran bu coğrafya kaderimizi şekillendiriyor: Tutkularımızı, özlemlerimizi, meraklarımızı, mutluluklarımızı, korkularımızı ve acılarımızı…

Bir Rus arkadaşım, sosyal paylaşım sitesine internette popüler olan kadın kalçası üzerine yansımış dünya haritasını koyup, özellikle ülkesinin bulunduğu yer için bir yorum yazmıştı. Baktım ki bütün Ortadoğu bölgesi onun yakındığından daha vahim yerde… Nedense bazı ortamlarda Türkiye için Avrupa ya da Balkan ülkesi hatta doğunun batısı, batının doğusu denince parlayan gözler, Ortadoğu ülkesi denince asılan yüzler görülüyor. Halbuki, Avrupa adını Yunan mitolojisindeki bir Fenike prensesinden alıyor.

Nedir Ortadoğulu olma halleri?

Hep bir melankolik hali var Ortadoğulunun, “Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin...” derken Kafka, bir Ortadoğulunun ruh halini de anlatmış. Bizi dünyanın geri kalanı nasıl anlayabilir?

Doğada her oluşumun bir bedeli vardır. Bedel ödemeyenler asla doğanın sunduğu nimetlerden yararlanamazlar. İyi niyetli, hoşgörülü, insancıl düşünürlerin yoksulları acılardan kurtarmayı hayal etmesi güzeldir ama bedel ödemeden yoksulların sefaletten kurtulması tatlı yalandır. Doğa, mutlak kurallarını çiğneyerek yoksullara ayrıcalık tanımaz ve acılara son vermez.

Ancak binlerce yıllık acı ve gözyaşı dolu tarihini bir kenara bırakarak başını kuma sokamaz Ortadoğulu! Acının antropolojisinde örnek bir coğrafyada yaşarken romantik yanı ile mutlu sonlar hayal eder! Noa ve Khaled’in birlikte ‘Imagine’ şarkısını cover yapmaları gibi. Birlikte korkunun ve nefretin olmadığı bir dünyada sevgi ile yaşadığımızı hayal et…

Ancak bu acı durumu her istatistikte yer almaz, örneğin 2008 WHO (Dünya Sağlık Örgütü) intihar istatistiklerinde ilk onda bir Ortadoğu ülkesi yok; 69. sırada İsrail ve 80. sırada Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri yer almaya başlıyor.

Kadın olmak, çocuk olmak ve gay olmak zordur bu coğrafyada, acının yanında devamlı bir şiddet hali. Batı için terörist cenneti bir coğrafya… Atıl İnaç, “Ailesini savaşta kaybeden kadınların intikam almak için intihar bombacısı olmaları. Kaybedecek bir şeyi kalmayan, ölümü ve intikamı tek çıkış yolu olarak gören insanı, her anlamda tüm insanlığın gözünde lanetlenmiş bir etikete indirgediler: Terörist. Bu kadar sert bir gerçek hiç bir zaman tek bir kelimeye indirgenemeyecek kadar karmaşıktır,” diyor.

O haritadaki yerine bakıp, biz rahat yerdeyiz diyenler için ne denebilir?

Bu dünyada herkesin derdi başka. Örneğin ne küresel kriz, ne küresel terör, ne yoksulluk, derdi ‘yellenme vergisi’ olan Yeni Zelandalılar gibi. Onlar için ‘yellenme’ en önemli konu. Medya ve insanlar en çok bunu konuşuyor ve tartışıyor. Başkent Wellington’da her gün gösteriler yapıldı. Wellington’a akın eden çiftçiler mandıracılık adına lobi yapıyor. Çünkü hükümet, geviş getiren hayvanların küresel ısınmayı artırdığı gerekçesiyle ‘yellenme vergisi’ getirmek istiyor. İnek ve koyunların geğirmesini engellemeye yönelik bilimsel çalışmalar yapılıyor. Koyunun geğirmesini dert edinmektense insanı dert edinmek daha kutsal geliyor… Aslında küresel ısınma Ortadoğulu’nun da gündeminde, ancak ilk sırada değil. Ortadoğu’daki iklim sorunlarıyla ilgili bir kitap yazan, New Hampshire Üniversitesi’nden Profesör Jeannie Sowers, ülkeler hazırlıksız diye belirtiyor.

Bir, “boş vermişim dünyaya” hali de vardır. Acılı ve dünya dertleriyle derinden ilgili Ortadoğulu mutlu olmayı da eğlenmeyi de bilir. Arada göbek atıp stres de atar. Sefam olsun hesabından.

“Mutluluk yokluğuyla bilinen bir merettir.” derler. İçinde bencillik olmayan hiçbir mutluluk da yok. Tel Aviv’de, Beyrut’ta ya da İstanbul’da her zaman bir hedonist tavır görülür. Çünkü Ortadoğulu sevgi, barış ve huzur da arıyor. Tıpkı Ortadoğu’da barışın tarifi mutfakta saklı diyen Dünya Mutfak Kupası’nda altın madalyayı kazanan Yahudi, Müslüman, Hıristiyan ve Ermeni şeflerden oluşan İsrail takımı gibi. “Bizim becerebildiğimizi liderler niye beceremesinler” diye sorarlarken mutfaktaki kurallarını ise şöyle açıklamışlar: “Kimseye tava fırlatma ve kimsenin yarasını tuz ile ovma.”

Sandy Tolan, Limon Ağacı’nda geçmişi unutmanın mümkün olmadığını, geçmişin yanında bir umut ışığının filizlenmesinin en iyi olacağını anlatıyor. Dalia karakterinin şu sözleri ise bu topraklardaki barışın simgesi olabilir: “Çocukluk anılarımız trajik bir biçimde kesişti. Eğer bu trajediyi ortak bir lütufa dönüştürme yolunu bulamazsak, geçmişe takılmamız geleceği yok edecek. Sonra başka bir neslin mutlu çocukluğunu çalacağız ve kutsal olmayan bir neden için bunu kâbusa çevireceğiz. Senin ve Tanrı’nın yardımıyla çocuklarımızın bu kutsal toprakların güzelliği ve cömertliği içinde rahat olmaları için dua ediyorum.”

Kalbimiz çarptığı sürece bir Ortadoğulu olarak hep dünya barışını hayal edip, acıları dert edineceğiz, tüm dünyayı anı anına takip edip her türlü yorumu yapacağız, gözyaşı gelen gözlerden eğlenirken mutluluk enerjisi yayılacak, değiştiremeyeceğimiz gerçeklere arada isyan edip kabulleneceğiz, mücadeleci ruhumuzla sabredeceğiz.

Ya kalbim bir gün artık çarpmazsa” diye sordu Momo. “O vakit senin için zaman biter, çocuğum” diye cevap verdi Hora Usta.