Ertuğrul Özkök: "Yahudi çocuğa nasıl yenildim"

Ünlü gazeteci Ertuğrul Özkök, çocukluk yıllarında çevresindeki Yahudilerle yaşadığı deneyimleri Şalom için kaleme aldı

Ertuğrul ÖZKÖK Şalom
14 Temmuz 2010 Çarşamba

Birkaç defa yazdım. Hayatımın en büyük ideallerinden biri Yahudi bir kız arkadaşımın olmasıydı.

Olmadı...

‘Neden Yahudi kızı?’ cevabını bilmiyorum.

Belki ilkokulda çok beğendiğim iki kızdan birinin Yahudi olmasından. Belki de, Hatay semtinden Alsancak’a inen her delikanlı gibi, biraz da sınıf atlama duygusundan.

Ama Yahudi arkadaşlarla ilişkim daha gerilere gidiyor ve başlangıçta, benim açımdan çok talihsiz(!) bir olayla başlıyordu.

***

1950’li yılların sonu İzmir, kozmopolit bir kültür zenginliğinin umut verici şehirlerinden biriydi. Babamın Küçük Demir Han’da küçük bir matbaası vardı. Bense Mustafa Nafiz Delen’in kırtasiye dükkânında çırak olarak çalışıyordum.

Doğu Akdeniz’in her şehri gibi, İzmir de öğleden sonra siesta havasına girerdi. Dükkânlar kapanmazdı, ama işler rölantiye alınır, kalfalar ve çıraklar, dükkân önünde komşularla muhabbete dalardı. Hemen yandaki dükkân bir manifaturacıydı ve sahibi Yahudi’ydi. Çok iyi bir insandı. Benim yaşımda bir oğlu vardı.

Arada bir deprem olur, dışarı fırlar, sonra yine ‘lazy afternoon’ başlardı. Kalfaların en büyük zevklerinden biri, küçük çırakları güreştirmekti. Orada yenmek de vardı, yenilmek de. Yenilmek o yaşta bir çocuk için gurur kırıcı bir şeydi. Ama benim başıma gelen felaket daha da beter bir şeydi.

Yanında çalıştığım kalfa, Nusret abi, beni yandaki dükkân sahibinin Yahudi çocuğu ile güreştirdi. Cılız, çelimsiz bir çocuktum.  Yahudi çocuk da güçlü kuvvetli sayılmazdı. Ama daha güreş başlarken çocuk beni aldı pat diye yere çarptı. Güreş neredeyse başlamadan bitti.

Felaketi düşünebiliyor musunuz, bir anda mahalledeki adım “Yahudi’ye yenilen çocuğa” çıktı.

Ben çok utandım! Ama ustam benden çok çok daha fazla utandı. Enseme bir şaplak da ondan yedim. Günlerce kendime gelemedim.

***

Çocuklar kötü olabilir. Bazıları daha da kötüdür. Nitekim intikamım acı oldu. Ertesi akşamüzeri hava karardıktan sonra gidip, beni yenen Yahudi çocuğun babasına ait manifatura dükkânının duvarına işemeyle başladım. Dükkân sahibi o an beni gördü ve dışarı çıkıp haklı olarak beni azarlamaya, biraz da tartaklamaya başladı.

Böylece bir darbe de orada yedim. Bunun üzerine gidip durumu babama anlattım. Yani müzevirledim.

Rahmetli babam öğle yemeklerine yarım şişeye yakın rakı içerdi. Belki biraz da onun tesiri ile birden dükkândan fırlayıp adamcağızın dükkânına koştu ve yakasına yapıştı.

Babam benden daha güçlü kuvvetliydi. Her gün matbaa bıçağında bir tona yakın kağıt kestiği için kasları gelişmişti. Başladı adamı tartaklamaya.

Ben o çocuk zalimliğimle, “Babam intikamımı alıyor” diye seviniyordum. Neyse ki, komşular gelip ayırdılar ve olay daha fazla büyümedi.

Küçük Demir Han ve Kavaflar çarşısı, İzmir’in kozmopolit bütün güzelliklerini ve insani duygularını yaşatırdı. Yahudi komşularımızla aramıza asla düşmanlıklar girmezdi. Babamla Yahudi komşusu ertesi gün yine aynı muhabbete devam ettiler. Tabii bu arada benim muzırlığım ortaya çıktı ve babam beni bir güzel azarlayıp, komşusundan özür diledi.

***

Yahudi çocuğa yenilmek neden bu kadar gururuma dokunmuştu? Elbette ki, hafızamıza kazımış ‘Korkak Yahudi’ lafının ve onun yarattığı önyargının bunda payı vardı. Hayat daha sonraki yıllarda Yahudilerin asla korkak olmadıklarını, dünyanın birçok yerinde çok cesur işler başardıklarını öğretecekti.

‘İğneli fıçı’ lafı da o yıllar hayatımızdaki kara önyargılardan biriydi. Ama bu önyargıyı sadece Türklerin değil, Fransızların da yaşattıklarını Edgar Morin’in ‘Rumeur d’Orleans’ kitabını okurken öğrenecektim.

Dünyada çok az halk böylesine insafsız önyargıların kurbanı olmuş, onun yarattığı iklimlerin ızdırabını çekmiştir.

Bazen düşünürüm. Yahudilerin çektiği bu ızdırabı dünyada en iyi anlaması gereken halklardan biri Türkler olmalı. Her iki toplum da, tarihleri boyunca farklı alanlarda ‘Midnight Express’ haksızlıklarını yaşamıştır.

Geçenlerde IHH Başkanı Yıldırım ile konuşurken bana söylediği söz çok dikkatimi çekti.

“Siz İsrail’i tanımıyor musunuz, neden bile bile oraya gittiniz” diye sorduğumda şu cevabı verdi: “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilere güvendik.”

Demek ki biz Türkler, “İsrail bize bunu yapmaz” diye düşünüyoruz. O zaman İsraillilerin de “Türkler bize bunu yapmaz” diye düşünmeleri akla gelmez mi?

Demek ki uzak ve yakın tarih bizlere böyle bir duyguyu vermiş. Ecdadımız bu duyguyu yaşatmış.

Öyleyse şimdi bunu bozmanın kime yararı var?

Ben bunu hem Ankara’dakilere hem İsrail’dekilere soruyorum.

Yenilen pehlivan güreşe doymaz.

Ama ben o gün doydum.

Ayrıca bu güreşin yeneni yoksa bizler neye doymayacağız ki...

ERTUĞRUL ÖZKÖK kimdir?

Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu’nda okuyan Ertuğrul Özkök, bir yıl TRT’de muhabir olarak çalıştı ardından Fransa’da İletişim Bilimleri doktorası yaptı. 1986 yılına kadar Hacettepe Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Özkök daha sonra Hürriyet Gazetesi’nde çalışmaya başladı. Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni olarak 20 yıl görev yaptıktan sonra bu görevi 29 Aralık 2009 tarihinde bırakmıştır. Özkök hâlen Doğan Yayın Holding yönetim kurulu üyesi ve yürütme komitesi başkan yardımcısı .