EXODUS’ten HOLOKOST’a

Tora’nın 2. kitabı olan ‘Şemot’ (Exodus = Çıkış) kitabında anlatılan, Mısır’dan çıkış ile birkaç milenyum sonra Exodus gemisiyle Avrupa’dan çıkış arasında ortak payda bulunabilir mi?

Kavram
2 Haziran 2010 Çarşamba

Aralarında 3000 yıl olmasına rağmen, Yahudi tarihinin bu iki trajik olayı arasında paralellik kurulabilir mi?  ‘Mısır’dan çıkış’ ve ‘Holokost’u’ inceleyerek, asimilasyona ve Yahudi kimliğinin kaybolmasına karşı yapılan mücadele hakkında, dinsel ve etnik ayırımcılık hakkında ne öğrenebiliriz?

Yaakov Avinu en sevdiği eşi Rahel’den çok güzel bir oğla sahip oldu. Bebeğe Yosef (Arttırsın) adı verildi. Yosef aşırı sevgiyle şımartılmış ve tüm istediklerini elde eden bir çocuktu. Bir gece rüyasında güneş, ay ve yıldızların kendisine secde ettiklerini gördü. Bir yoruma göre güneş babası, ay annesi ve yıldızlarsa kardeşlerini sembolize ediyordu. Nitekim yıllar sonra Yosef’in bu rüyası gerçekleşecekti.

Onu ölesiye kıskanan kardeşleri tarafından bir kuyuya atılan Yosef, Avraam Avinu’nun Hagar’dan doğma oğlu Yişmael’in torunları tarafından satın alınıp Mısır’a götürüldü. Keskin zekâsıyla Firavun’un sarayında çok başarılı olan Yosef Mısır ekonomisinde etkili bir bakan seviyesine ulaştı. Ülkelerini saran bir kuraklık döneminde, onu kuyuya atan ağabeyleri Mısır’a indiler ve orada büyük bir lider olan Yosef’le karşılaştılar. Ondan yardım istediler. Kardeşleri ona tıpkı rüyasındaki gibi secde ediyorlardı. Yosef’in kardeşleri ve aileleri, onun davetiyle Mısır’a yerleştiler ve oraya sadece kıtlık döneminde açlıklarını gidermek için geldiklerini unuttular. Bu şekilde çoğaldılar ve 400 yıl Mısır’da kaldılar.

Mısır’da Yosef’i tanımayan yeni bir kral tahta çıktı. Halkına söyledi: “Bakın, İsrailoğulları bizden daha kalabalık ve güçlü hale geldi, gelin ondan daha akıllı davranalım ki bir savaş çıkarsa o da düşmanımıza katılıp bize karşı savaşarak bizi ülkeden sürmesin”

(Şemot 1:8-10)

Goşen’de bolluk içinde yaşayan İbranilerden tedirginlik duyan Firavun, onların kendi halkı ile eşit haklara sahip olmasını istemiyordu. Böylece onları köle yapıp, ağır işler vererek, onlara eziyet etmeye karar verdi.

Tıpkı Pesah Agadası’nda yazdığı gibi: ‘Bahomer ublebanim ubaavoda kaşa, bayom ubalayla’. (Gece gündüz, çimento ve tuğla ile ağır işler ile…)

Şikâyet ettiklerinde onları kamçıladılar, acıktıklarını söylediklerinde önlerine ekmek kırıntıları attılar. İşte ancak o zaman Goşen’de yaşayanlar ‘biz burada ne yapıyoruz?’ diye düşünmeye, ‘Bize Tanrı tarafından vaadedilen topraklarımız vardı’ diye yakınmaya başladılar. Tabii ki Mısır Firavun’u ülkesini neredeyse masrafsız yeniden inşa eden kölelerini serbest bırakmak istemeyecekti.

O vakit onları Mısır’da tutan neydi? Neden kalkıp da gitmediler? Neden küçük gruplar halinde organize olup kaçmadılar? Bu şekilde kaçsalardı belki olaylar bu kadar trajik olmayacak, onlar da özgürlüklerine kavuşmuş olacaklardı. Ne var ki, onların her şeyden önce ruhları köle olmuştu; böylece birinin onları kurtarmasını beklemekten başka hiçbir şey yapamadılar.

Şimdi git – seni (Moşe) Paro’ya gönderiyorum – ve Halkım Bene Yisrael’i Mısır’dan çıkar.

(Şemot 3:10)

İbrani halkı Mısır’dan çıktı, özgürlüğüne kavuştu ve 40 yıl süren uzun bir yolculuktan sonra vaadedilen topraklara vardı. Şhem (Nablus), Yeriho (Eriha) ve Beth-Lehem’e yerleştiler. Yeruşalayim’de Bet-A-Mikdaş’ı inşa ettiler. Yıllar sonra bu kez Babil’e sürgün edildiler. Yetmiş yıl sonra geri dönebildiklerinde, bu kez de Romalılar Kudüs’ü kuşattılar ve Yahudiler ülkelerinden sınır dışı edilip bu kez de dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Yüzyıllar geçti ve Yahudiler hâlâ dünyanın dört bir yanında dağınık bir şekilde yaşamaya devam ettiler. Rusya’da saldırılar ve pogromlar oldu. Oradan yeni bir Mısır’a, Amerika ve Avrupa ülkelerinde kurtuluşu aradılar. Gittikleri yerlerde yerleştiler ve çoğaldılar.

Şimdi tarih sayfalarını süsleyen yeni bir ‘firavun’ vardı. Kısa boylu, bıyıklı, saf Ari ırkına mensup Hitler. Hitler, Yahudileri önce gettolara, daha sonra da toplama kamplarına tıkıştırdı. Bu kez isimleri köle değildi. Onlara “Arbeit macht frei- Çalışmak özgürlük getirir” dediler. Yahudiler sessiz çığlıklar atarak, dualar ederek ve adeta kurban gibi hızla krematoryumlarda, toplu cinayetlerle, açlıktan veya askerlerin kurşunlamalarına maruz kalarak yok olmaya başladılar.

Müttefik devletlerin orduları, bu kez Moşe’nin görevini üstlenerek onları kurtarmaya geldi. Getto ve toplama kamplarında mucizevi olarak hayatta kalmayı başarabilmiş Yahudileri kurtardı. Kurtulanların bir kısmı hayatlarını başka Mısır’larda arama yolunu seçerken bir diğer kısmıysa Exodus gemisiyle vaat edilen kutsal topraklara ulaştı.

Pesah’ta Yahudilere emredilen üç şey vardır: Hatırlamak, Anlatmak ve Özdeşleşmek

Yahudiler, Mısır’dan çıkışı, günde üç kez yapılan ibadetlerinde, Şabatlarda ve bayramlarda okudukları dualarda atalarının kölelikte çektikleri sıkıntı ve aşağılamaları hatırlar, Tanrı’nın onları özgürlüğe kavuşturmasından dolayı şükranlarını sunarlar.

Pesah Agadası’nda söylediği gibi “70 yaşında olsak da, Mısır çıkışını yaşamamış olsak da, var oldukça sabah akşam Mısır’dan çıkışı hatırlamalıyız” sözlerini tekrarlarlar.

Her Yahudi’nin görevi Mısır’dan çıkış hikâyesini çocuklarına anlatıp, gelecek nesillere aktarmaktır.

O gün çocuğuna anlatacak, ‘Mısır’dan çıkışım sırasında, Tanrı, benim için tüm mucizeleri işte bunun uğruna yaptı’ diyeceksin.

(Şemot 13:8)

Mısır’dan çıkış hikayesi özgürlüğüne kavuşmak isteyen bir halkın tüm dünya tarafından bilinen efsanevi hikayesidir ve tamamiyle kutsal kitaba dayalıdır. İbranilerin Mısır’da yaşadıkları, firavunun kölesi oldukları veya 10 bela, arkeolojik olarak ispatlanmadığı gibi çürütülememektedir de.

Zeev Jabotinsky ‘tarihi gerçek’ kavramının kesin olmadığını vurgular. Ahad Ha-am’ın da dediği gibi ‘gerçek’ vuku bulmuş veya olmamış bir şeyden ibaret değildir. ‘Gerçek’ insanoğlunun sonsuza dek hatırlayacağı şeydir. Geriye kalan arkeolojik kanıtlarla ispatlanmış olmasa da nesilden nesile anlatılan gerçektir.

Tora’nın önemli emirlerinden ikisi, ‘çocuklarına anlatacaksın’ ve ‘annene ve babana saygı duyacaksın’dır. Yahudi geleneği bu şekilde anne ve babanın çocuğa anlatacağı ve geleneğe dayanan hikayeleri saygıyla dinlemelerini garanti altına almıştır. Yahudi ulusu bu sayede Mısır, Babil, Yunan ve Roma ve Almanların yok etme çabalarına rağmen, yeryüzünden imparatorluklar silinmişken, günümüzde hâlâ varlığını sürdürebilen bir halktır.

Üçüncü görevimiz ise Raban Gamliel’in dediği gibi: “Nesiller boyunca kendimizi bizzat Mısır’dan çıkmış gibi görmektir”. Amaç tarihin yükü altında ezilmektense, tarihi anlayıp; geçmişten ders çıkartarak geleceği görebilmektir. İsrail halkının tarihine dikkat edilecek olursa, çoğunlukla acılarla dolu olduğunu görürüz. Yine de tüm bu olayları hayatta kalabilmiş ve ulusun devam edebilmiş olmasının verdiği zafer duygusuyla pozitif anlamda anarız: Pesah’ta Mısır’dan çıkışın keyfini, özgürlüğün vermiş olduğu tarif edilmez sarhoşluğu lezzetli şaraplar içip ziyafet sofraları kurarak, Purim’de yok edilememiş olmanın zaferini bayram edip tatlılar yiyerek, Hanuka mucizesini ve hayatta kalabilme zaferini ise mumlar yakıp, pırıl pırıl ışıkların altında tatlı yiyerek kutlarız.

İşte bu şekilde 3000 senedir Mısır’dan çıkış hatırlanıyor. Peki ya Holokost’u anlayıp, hatırlayıp aktarabiliyor muyuz?

Yılda sadece bir tek günü bunu hatırlamaya ayırmışken, pek çok insan bu günün varlığından belki de bihaberdir.

2. Dünya Savaşı’ndan sadece 65 yıl kadar sonra, getto ve toplama kamplarını hâlâ gözlerimizle görebilirken, Holokost kurtulanlarının canlı tanıklık etmelerine rağmen Holokost gerçeğini sorgulayan insanlar var. 3000 yıl sonra bugünkü kanıtlar hâlâ var olacak mı? Acaba Holokost hâlâ hatırlanacak mı? Holokost hakkında hiç bir tarihi kanıt bulunmazsa sanki hiç böyle bir olay tarihte yaşanmamış mı sayılacak?

Holokost’un sonsuza dek hatırlanacak tarihi bir gerçeğe dönüşebilmesi için bunu sürekli canlı tutup, yeni nesillere anlatmalıyız. Kanımca Yom A-Şoa’ya milli-dini bir kimlik ekleyerek, kurumsallaştırarak yas günü olarak ilan edilmeli ve bugünde adeta ‘Teşa Beav’ günü gibi oruç tutulmalı ve böylece devamlılığı garanti altına alınmalıdır.

Lisya K. YANAROCAK