Kampların ardından… Bugün paylaşıyoruz

Aylin YENGİN Perspektif
12 Mayıs 2010 Çarşamba

Sevgili Okurlar,

Üç haftadır bu sayfadan sizlerle March of the Living güncemi paylaşıyorum, ama bildiğiniz gibi ben bu geziye tek başıma katılmadım. Biz büyüklere eşlik eden tam 26 gencecik arkadaşımız da bizlerle birlikteydi. Ve ben bu hafta onların hislerine, onların kalemine yer vermek istedim. Oldukça maceralı geçen dönüş yolculuğumuzun ardından, onlara “bu turun kendilerine neler kazandırdığını?” sorduğumda, sağ olsunlar bana duygularını dile getiren uzun uzun mailler attılar. Ama o kadar hevesliydiler ki, hepsine bir kerede yer vermek imkânsızdı! Bu hafta yer veremediğim yazıların devamı haftaya…

 

Çok uzun sıkıntılı, yorucu, stresli fakat bir o kadar da eğlenceli ve buruk bir gezinin sonuna geldik. Bizler burada, atalarımızın, babalarımızın, kardeşlerimizin, insan bile denemeyecek ‘insanların’ ellerinde nasıl eziyet çektiklerini gördük. Çok kolay geliyor “6 milyon” demek ve inkâr etmek, ama bu kadar kolay olmamalı... Yaşananların aslında bir çocuk oyuncağı olmadığını gördük ve içimiz acıdı. Biz bütün bunları görmeden önce bir yürüyüşe katıldık... İnsanların ölüme yürüdükleri yolda, yaşama yürüdük. Etkilenmek için, gaz odalarını, saçları, ayakkabıları görmeye gerek bile o düşünüyorum. Bu yüzden “Never Again” (Bir Daha Asla) demeli, bu olayı unutmadan, inkâr edenlere ispat ve inatla, çocuklarımıza, nesiller boyunca aktarmalıyız... Refi Chaban

…Ve hâlâ buradayız. Böylesi bir deneyimden sonra insan eve gidip, düşünme, kafasını toparlayıp yola devam edebilme derdine girermiş meğer. Oysa March of the Living’i en uzun biçimde yaşayan bizlerin, böyle bir şeye vakti olamadı. Hâlâ kimse normal hayatına dönemedi. Duyduğumuzdan, izlediğimizden farklı bir şeyler mi gördük? Belki hayır ama belki de birkaç gün daha kalmak bize bir şeyler öğretti, bilmiyorum. Emin olduğum bir şey varsa o da, bu grup ve bu insanlarla geçirdiğimiz her anın çok özel kalacağı. Hele bir varalım, bu turun bize kattıklarını çok daha iyi anlayacağız. Çünkü omuzlarımızda altı milyonun yüküyle oldukça sıkıntılıyız sanırım.  Suzy Asa

Bizim geziyi biraz tersten düşünmek gerek aslında, biz önce Yaşam Yürüyüşü’nü yaptık, daha sonra ölüm kamplarını gezdik. Öte yandan bu yürüyüşü gezinin başında yapmış olmamız, ölüm kamplarını gezerken dinç bir şekilde ayakta durmamızı sağladı. Bizler yürüyüş gününde hangi milliyetten olduğumuza bakmaksızın beraber yürüdük, hep bir ağızdan şarkı söyledik. Biz o gün Yahudi milletinin bir birlik olduğunu tüm gücümüzle gösterdik ve yaşadık. İşte bu birlik ve beraberlik duygusu bize gücümüzü gösterdi ve tüm gezi boyunca gördüğümüz korkunç manzaralar karşısında bizi ayakta tutmayı başardı. Bu tura herkesin kesinlikle katılması gerektiği bir gezi olduğunu düşünüyorum. Önemli olan orada göreceğiniz gaz odaları değil, bunu zaten filmlerde de görüyoruz önemli olan bu birlik ve beraberlik duygusunu yaşamak. Ceyda Havlucu

Polonya gezisine ben de heyecan, stres ve içimde ufak da olsa bir baskı hissederek gittim. Tabii bu hislerin arasında bu tura her Yahudi’nin gitmesi gerektiği bilinci de vardı. Holokost’u gerek dernek geçmişim gerekse de Talmud Tora’dan edindiğim bilgiler sayesinde çok detaylı olmasa da, biliyordum. Fakat toplama kamplarını, krematoryumları, insanların canlı canlı işkence gördükleri odaları, gaz odalarını olayların yaşandığı yerde görmek, o insanların hissettiklerini az da olsa hissetmemizi sağladı. Majdanek Ölüm Kampı’nın 1 numaralı gaz odasında söylediğimiz Kadiş duası esnasında hiçbirimiz gözyaşlarımızı tutamadık. On binlerce insanın can verdiği o odada böylesine bir atmosfer yaşamak gerçekten çok gurur vericiydi. Bu tur bizi kendi tarihimiz hakkında düşünme, böyle bir olayın bir daha asla gerçekleşmemesi için neler yapabileceğimiz konusunda bilgilendirme amacı taşıyor. Artık masum değildik... Her şeyi görmüş, tanıklık etmiştik. Bundan sonra bize düşen görev, etrafımızdaki insanlara gördüklerimizi, dinlediğimiz acı hikâyeleri ve tur boyunca yaşadığımız gurur verici anları anlatmak ve bu olayı bir daha yaşamamak için bu olanlardan bir ders çıkarmaktır. Doğan Mizrahi

MOL’e gideceğimizi öğrendiğim zaman çok heyecanlandım ve bu geziye mutlaka katılmam gerektiğini düşündüm. Fakat kısa bir süre sonra bu geziye sadece 11. sınıfların gidebileceğini öğrendiğimde hayalkırıklığına uğradım, ama içimdeki ses hâlâ bir ihtimal gitme şansımız olduğunu söylüyordu ve doğru çıktı. 11 Nisan sabahı yola çıktımızda göreceğim şeyler konusunda çok tedirgindim. Kurtulanlarla konuşmak, binlerce Yahudi genciyle beraber olmak, onlarla aynı duyguları paylaşmak benim için farklı bir deneyim olacaktı ve bana heyecan veriyordu. Gezi boyunca pek çok film izledik, hikâyeler dinledik, çok yer gezdik; bunlar bana çok şey kattı. Bence bu deneyimi herkes yaşamalı ve gelecek nesillere anlatmalı. Holokost’u ancak bu şekilde asla unutturmayız. Larry Levy

Gezimizin ilk beş günü çok düşündüm. Biliyordum, bizden duygularımızı yazmamız istenecekti. Oysa o beş gün öyle kolay anlatılamazdı! Görmek, idrak etmek çok zordu. Sonra gezimizin uzayacağını öğrenince üzüldük elbette. Ama ben, içten içe de sevindim aslında. Polonya hüzün ülkesi olmamalıydı kalbimde; güzel taraflarını da görmeliydim. Bir bakıma güzel, bir bakıma sıkıcı geçen o ikinci beş günün sonunda İstanbul’a otobüsle dönme kararı alındı. Dönüş yolunun ikinci gecesinde saat 02.30 sularında gözyaşlarıma hâkim olamadım. Camdan dışarı baktım; her yer sisli ve kapkaranlıktı. Otobüsün içinde herkes uyuyordu. Kendimi o Holokost filmlerinde, trenlerle ölüme götürülen insanların yerine koymaya çalıştım. Otobüs trendi, uyuyanlarsa yorulmuş, bitkin düşmüş, yarı aç ve susuz Yahudiler. Sonra düşündüm: niye üzülmüştüm ki otobüsle döndüğüme? Benim atalarım trenlerle ölüme götürülmüşken, otobüs yolculuğuyla evime döndüğüme üzüldüğüm için kendimden utandım. İşte o, gözyaşlarımın aktığı an yazım şekillendi. Kimseye ne gördüğümü anlatmayacaktım, sadece hüznümü dile getirecektim, çünkü anlatılacak şeyler değildi gördüklerimiz. Yalnızca gitmek, görmek ve unutmamak gerekiyordu. Sintia Rodikli

Umutsuzluk, nefret, üzüntü… Birçok kelime saklı bu acının ardında. Birçok dile getirilemeyen duygu saklı. Söylemek zor, anlatmak, açıklamak zor. Bir boşluğa düşüp içinden çıkılamayan bir karmaşa gibi her şey. Anlamak da zor. Birçok soru işaretiyle gittim, tek bir soruyla döndüm, ‘Neden?’ Cevabı hiçbir zaman yanıtlanamayacak sanırım. Çalışma kampları, ölüm kampları, gaz odaları derken her adım attığımda sordum, kendi kendime bu soruyu ama hâlâ cevap yok. Gittiğime pişman mıyım? Hiç değilim. Bugünün güzelliklerini yaşamak varken niye beş gün boyunca üzülmeye mi gittim? Anısını yaşatmaya, hatırlamaya ve tabii ki kimliğimle bütünleşmeye, gurur duymaya gittim. 6 milyon kayıp; ama biz hâlâ ayaktayız, varız ve var olacağız demeye gittim. Liora Bora

11-16 Nisan 2010 tarihleri arasında geçekleşeceğini düşündüğümüz March of the Living gezimiz 21 Nisan 2010 tarihinde son buldu. Her ne kadar aksilikler yaşanmış olsa da, bu deneyimi yaşamak paha biçilemezdi… Daha önce filmlerde görmüş olduğumuz ve üzülerek izlediğimiz sahnelere şahit olmak, orada bulunmak ve yaşamak tarif edilemeyecek bir duygu yaratıyor insanda. Orada hayatını kaybetmiş insanları anarken, bir yandan da hayatın kıymetini öğrendik. Yaşamımızın, hem her an elimizden kayıp gidecek kadar kısa olduğunu, hem de dolu dolu yaşanabilecek kadar uzun olduğunu öğrendik aslında. Savaşta ölenleri anmak, onları hâlâ yaşatıyor olmak, geçtikleri yollardan yürüyerek dimdik ayakta durmak “Biz hâlâ buradayız!” demek her şeyi açıklıyor zaten. Hissettiklerimi tarif etmem çok zor, ama herkesin gördüklerimizi görmesini, bizimle aynı duyguları paylaşmasını isterdim Benim asla unutamayacağım ve bana birçok şey katan bir deneyimim oldu. Sizin neden olmasın? Lisya Zarko