Geçmiş ödüller - ve yeni topluluklar

Bir yandan tiyatro sezonu kapanıyor ve festivale hazırlanıyoruz - öte yandan ise genç ve yenilikçi topluluklar mantar gibi bitiyor ve yeni yeni başarılara imza atıyor

-
5 Mayıs 2010 Çarşamba

2009/2010 mevsimi sona ermek üzere; 17.Uluslarası İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılacak çok sayıda sahnemizin dışında, kentimizde ancak tek tük gösteriler var... Kimi medyatik tiyatro ödülleri de arkamızda kaldı – Akatlar MKM ile Lütfü Kırdar Salonu’nda art arda görkemli törenlerle verilmiş “Sadri Alışık” ve “Afife Jale”ler gibi...

Kasım ayında, sağolsun, değerli duayenimiz Haldun Dormen’in tavassutlarıyla, kulunuz “Afife Jale Seçici Kurulu”na davet edildi – ancak AJ’nin yönetmenliğinde, yıllardır üyesi olduğum “Tiyatro... Tiyatro...” eleştirmenler jürisinden ayrılmam şartı vardı – ve bunu kesinlikle yapamacağımdan, mazaret ve özürlerimin kabulünü rica ettim (aman, ne “efendi” bir cümle oldu bu..!). Fırsat bu fırsat, kentimizde süregelen dört ayrı önemli tiyatro ödüllerine şöyle bir kuşbakışı yaptırmak isterdim, siz sevgili tiyatroseverlere... Öncelikle jürilerini üç gruba ayırıyorum, bu ödüllerin: İlki, salt “halk” kesimidir ki, bunlar her yıl – siz deyin 60, ben (bildiğimden, zira eşim de buna takılır!) diyeyim 80-90 gibi, gerçekten çok sayıda oyun izleyen “Lions Halk Jürisi Ödülü”dür. Diğeri, kimi tiyatro eleştirmeni, ancak daha çok tiyatro oyuncusu ve yönetmeni (ki, bunu yadırgıyorum..!), öğretim görevlisi ve diğer sanat dalları mensuplarını içermektedir (AJ ve SA ödülleri); üçüncüsü ise, salt tiyatro eleştirmeni ve akademisyenlerden oluşuyor (“Tiyatro... Tiyatro...” Ödülleri) – işte, gördüğünüz gibi, tiyatroyu “içten içten” izleyen halkımızdan, daha akademik ve eleştirel yaklaşımlara değin uzanan bir “jüriler skalası”. Dahası, ve bence en önemlisi şudur ki, Lions, AF ve SA ödülleri belirlenirken, seçici kurulları kendi aralarında birkaç kez toplanır ve bulgularını/yorumlarını tartışır, belki de birbirlerini ikna etmeye çalışır ve sonuçları yorumsuz olarak duyurur – “Tiyatro... Tiyatro...” dergisinin jüri üyeleri ise kararlarını tamamen ayrı, bireysel ve gizli olarak alıp, tek tek “gerekçe”leriyle kapalı zarfla Yazı İşleri Müdürü’ne verir ve bunlar ödül töreninden sonra dergide açıklanır...

Bilgi alanımın çok dışında oluşan diğer üç ödülün sonuçlarını, tabii ki burada irdeleyemem – hele her dal için gösterilmiş olan en başarılı üçer adayın çoğu kez çakışmamasını – ancak gözüme çarpmış olan iki garipliğe burada parmak basmadan edemiyorum: Geçtiğimiz sezon sergilenmiş bazı oyunların nedense bu döneme dahil edilmiş olması (örneğin, “Kabare”, “Cimri”, “Van Gogh” ve “Marx’in Dönüşü”) bir yana, Defne Halman’ın aynı rolüyle ödüllerin birinde “En İyi Kadın Oyuncu”, diğerinde ise “Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu” seçilmiş olmasını aklım almadı, doğrusu... Sevgili Defne’yi en çok beğenenler arasındayım – ve geçtiğimiz yıl, kendi oyumla da onu “Victoria”daki başrolüyle “en başarılı kadın oyuncu” olarak seçmiştik – ancak bu yıl, iki saygın değerlendirmede bu şekilde ödüllendirmesini kendisi de garipsemiştir, sanırım..!

Yeni bir topluluktan başarılı bir uyarlama...

Medyatik ödüller bir yana, bizim derginin değerlendirmesi halen sürdüğüne göre “göreve devam”!! Bu bağlamda geçen hafta, genç bir topluluğun yeni oyununu izledik – 2008 yılında kurulmuş ve üçüncü yapımları olarak iddialı bir konu seçmiş olan Tiyatro Kutu’nun, Oscar Wilde’in “gotik” türe dahil edebileceğimiz “The Picture of Dorian Grey” romanının “Dorian Grey Yeniden Doğuyor” adını verdikleri sahne uyarlamasını... Bilenleriniz vardır muhakkak – Wilde’ın 1890’da kaleme aldığı ve o dönemde büyük yankılar uyandırmış olan bu roman, yakışıklı bir gencin ruhunu şeytana satmasıyla, sürekli olarak genç kalıp, karşılığında ise ressam arkadaşının çizmiş olduğu portesinin yaşlanmasını konu ediniyor. Bu “alış veriş”in doğal sonucu olarak Dorian Grey, önce sevdiği kıza ve ardından tüm dostlarına çeşitli kötülüklerde bulunuyor; giderek de çevresine indirmiş olduğu her darbenin karşılığında evindeki duvarda asılı portresi daha da canavarlaşıyor... Goethe’nin “Faust” oyununa dayanan bu korkunç öykü, bir yandan güzelliğin dünyada tek erdem olmadığını vurgularken, öte yandan aşırı taşkınlıklar içeren (“hedonist”) yaşamı, bencilliği ve kötülüğü lanetliyor.

Tiyatro dünyasının daha çok nitelikli salon güldürüleriyle bildiği Oscar Wilde’ın, bana kalırsa bu en derin yapıtı, gerek dünya yazınında çok etkili olmuş, gerekse beyaz perde, opera ve dans uyarlamalarına yol açmıştır. İşte, ilk iki yapımlarında Shakespeare ve Sophokles yorumlarına (“Jül Sezar” ve “Antigone”) yer vermiş olan Tiyatro Kutu, bu kez Wilde’a el atmış ve kanımca çok dengeli bir oyun çıkarmıştır. Bildiğim kadarıyla çalışmalarını halen Tiyatro Dot’da da sürdüren genç Mert Öner’in ilk reji girişimidir bu... Sahnede ilk kez izlediğim “Dorian”Serhat Teoman gerek diksiyonu, gerekse oyuna özgü hızlı devinimlerde başarılı bir sınav veriyor; “şeytanın avukatı” Henry rolünü üstlenmiş olan Emre Erkan, replikleri muhakkak daha az “mekanik”, daha rahat biçimde sunacaktır, gösterimler ilerledikçe... Aynı temennide (ressam değil: fotoğraf sanatçısı) Basil’i canlandıran Doğu Alpan için de bulunacağım. Bu arada, parantez içinde vurguladıklarım, öykünün günümüze taşındığını göstermektedir – ve bu olgu, dramaturjiye/yönetime imza atmış olan Deniz Akçay/Mert Öner tarafınca ustalıklı biçimde kotarılmış; Dorian’ın romandaki ilk sevgilisi olan aktris Sybil, uyarlamada dans sanatçısıdır (koreografiyi de üstlenmiş olan Şirin Kılavuz) – ve böylece bir yandan birkaç çağdaş dans gösterisine tanık oluyor,  beri yandan genç izleyicileri de cezbedecek kimi hard rock parçaları da dinliyoruz – kıssadan hisse, oyunun dokuz kişilik genç kadrosu, gittikçe gençleşmekte olduğunu gördüğüm tiyatroseverlere yönelmeye çalışmaktadır...

Daha yedinci gösterimini izlediğimiz “Dorian Grey Yeniden Doğuyor”, sahnelemeler ilerledikçe daha da “oturacak” – ancak, oyunun asal özelliği olan Dorian’ın genç kalması / arkadaşlarının yaşlanması ikileminin, niye görsel olarak dışa vurulmadığını anlamış değilim... Tiyatro’nun önemli öğelerinden olan makyaj sanatını küçümsüyor mu acaba, Tiyatro Kutu? Bana kalırsa, abartıya kaçmaksızın – dahası, salt ustalıklı birkaç çizgi ile zamanın acımasız izlerini Dorian’ın arkadaşlarının yüzlerine aksettirmeli genç arkadaşlarımız, “kitsch”leşmekten korkmaksızın – yoksa bir çeşit “yabancılaştırma efekti”ni mi yeğliyorlar..?!

Bu oyunu görmeye giderken, ne eşim de ben bu topluluğu bilmiyor, kurucularını tanımıyorduk; Mert Öner’i de –açıkçası– Dot’dan pek anımsamamıştım... Ne var ki, ülkemizde son yıllardır art arda ortaya çıkan yenilikçi ve yürekli tiyatro topluluklarının gösterilerine gide gide, inançları ve çabaları ile zirvelere ulaşabilecek gençleri keşfetme ve destekleme olanağına kavuşursunuz – ve işte ancak bu yoldan yeni yeni “Altıdan Sonra Tiyatro”lar, “Tiyatro Z”ler veya “Tiyatro Dot”lar doğar...

***

“Dorian Grey Yeniden Doğuyor”, Dolmabahçe Süzer Plaza’nın altında yer alan Tiyatro Maan Performans Sahnesi’nde 6, 7, 14, 15, 21 ve 27 Mayıs günleri sahneleniyor...

(www.tiyatrokutu.com - 0212 245 25 06)