Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır/ Aziz Pinasi ile nostaljik bir gezintiye ne dersiniz?-1

Çocukluğunu Galata Semti’nde geçiren Aziz Pinasi anılarını ŞALOM okurlarıyla paylaşıyor

Aylin YENGİN Toplum
22 Eylül 2010 Çarşamba

Şişhane Meydanı’ndan Kule’ye doğru yürüyorum. Hemen karşıda sağda – hâlâ heybetini kaybetmemiş olan Frej Apartmanı. Burada, sevgili Anri Duenyas da dahil pek çok arkadaşım otururdu. Bina şimdilerde Sarkuysan Şirketine ait bir işyeri. Sol köşede “petit champ” (pötişan) olarak bildiğimiz çorak bir arazi vardı, orada oyun oynardık. En hareketli günleri Cumhuriyet, Şeker ve Kurban Bayramlarıydı. Meydana kurulan ufak atlıkarıncaya biner, sallanan kayıklarda sallanır ve tepeye bağlı kalın bir kablodan askılarla meydana iniş yapardık. Ne heyecan, ne heyecan… Tahta çubuklara sarılı rengârenk macunları iştahla yalar, yuvarlak, uzun cam şişelerden renkli şerbet içerdik. Şimdilerde bu alanın bir yanı otopark çıkışı, üstü de Türk Hava Yolları (belki de başka bir ticarethane) oldu. Sahanın etrafındaki alçak duvara oturur, Cumhuriyet Bayramı’nda askeri geçidi, akşamları ise maaile Taksim Meydanı’ndaki renkli suların akışını izlerdik.

Büyük Hendek Caddesi’ne doğru devam edelim. Sağda eski sinagoglardan Appollon vardı (artık burası pasajlı bir iş yeri). Karşısında, esmer, uzun boylu, kibar Yomtov’un Şarküteri Dükkânı bulunurdu. Ürünleri çok kaliteliydi. Sonraları İsrail’e göç etti. Yolun devamında sağda, Neve Şalom Sinagogu… Neve Şalom’un tam karşısındaki binanın ikinci katında kocaman bir “Magen David” vardı, hatırlar mısınız? Artık görünmüyor.

Dörtyol ağzının girişinde, sağdaki yokuşun başında nefis lakerda ve kurutulmuş balık satan kısa boylu bir lakerdacı vardı. En aşağıda ise günümüzde halen faaliyet gösteren “Kal de los Frankos”, yani İtalyan Sinagogu. Dörtyolun solundaki yokuş Tünel’e çıkar. Hemen karşısındaki dar sokak Küçük Hendek Caddesi’dir. Ben iki yaşında, gözlerimi bu sokaktaki Pasaj Salti’de de açtım. Girişi hep karanlık ve çoğu zaman mezbelelikti. Avludaki müştemilat ve apartman son zamanlarda restore edildi, dairelerin çoğu işyerlerine ait. Alt ve üst kapılar kapalı ve ancak otomatikle açılıyor, girişteki avlu ise hâlâ eski püskü; oraya el atılmamış.

Kavşaktan kuleye doğru giden Büyük Hendek Caddesi’nin sol tarafında iki şarapçı dükkanı vardı. Burası öğleden akşama dek “aperatifçilerle” dolardı. Meydanın sol köşesinde bir apartman dikilir: orta katı çepeçevre balkondur ve Galata Kule’sini bütün ihtişamıyla görür. O dairede rahmetli ablam ve ailesi senelerce oturdular. Kulenin sağında direkli bir bina vardı, şimdi Anemon Oteli oldu. Altında bizim gençlik berberimiz vardı: Hasan ve Hüseyin. Hüseyin ağırbaşlıydı, çakır gözlü Hasan ise fırlamanın tekiydi. Bizi tıraş ederken: “Bir dakika camiye kadar gidiyorum,” der, çıkardı. Tuvalete gittiğini sanırdık. Epeyce sonra ağzı şarap kokarak geri dönerdi. Birkaç kadeh içmeden tıraşımızı bitirmezdi üstelik yüzümüzü kesik içinde bırakır ve bir de yetmezmiş gibi şapla yıkardı. Aman ne eziyet!

Kulenin sol köşesinde, aşağı doğru, 1891 tarihli bahçeli bir kahvehane vardır. Cumartesi sabahları sinagog çıkışı babam ve amcalarım o bahçede volta atarlardı. Rahmetli büyük amcamın, elini yelek cebine daldırıp bana bahşişimi vermesini dört gözle beklerdim. O dönem Şabat günü çocuklara para verilirdi. 12 yaşına geldiğimde turistleri Galata Kulesi’ne çıkartıp bahşiş toplamaya başladım. Merdivenleri karanlık ve korkutucuydu.  On-on beş metrede bir, duvardaki açıklıklardan içeri sızan ışıkla idare ederdik. Şimdi ise, temiz, aydınlık ve asansörlü. Balkona çıkmadan önceki alanı Cafe-Restoran yaptılar, artık her akşam eğlence var! Bir defasında yurt dışından gelen misafirlerimizi burada ağırlamıştık. Boğazdaki Rakı-Balık’a tercih etmişlerdi burayı.

Kulenin giriş kapısının karşısında, kahvehanenin köşesinde Camekan Sokak vardır. Kışları, Avusturya Saint George Lisesi’ne varabilmek için iki-üç arkadaş, el ele, güçlükle gidebilirdik, çünkü burada müthiş bir “kurander” olurdu. Sokağı aşağıya doğru yürürken solda Saint George Hastanesi ve karşısında da Erkek Orta Okul ve Lisesi halen olduğu gibi durur.

Merdivenlerin sağındaki sokakta Saint George Karma İlkokulu vardır. Ben ilk önce orada, ardından da 1945’e kadar Orta Okulunda okudum. Savaşın sonunda okul kapatıldı, çünkü Türkiye Birleşmiş Milletlere girebilmek için, zaten mağlup olan Nazi Almanya’sına harp ilan etmişti. Kamondo Merdivenleri’ne son yıllarda bir plaket astılar: “Yapılışı 1870” Kamondo Merdivenleri’nin solundaki sakakta şimdi bir müzeye ve sanat merkezine dönüştürülmüş olan Schneidertempel, yani Terziler Sinagogu vardır.

Tekrar Kule Meydanı’na dönelim. Sol taraftaki binanın altında Edirneli Şekerci Kaneti vardı; rengârenk akide ve Purim şekerleri meşhurdu. Biraz ileride, sokağın köşesinde bir manav vardı. Oğlu Ali Kıran tipinde biriydi, hepimiz ondan korkardık. Osmanlı tokadı meşhurdu. Onun hakkından, mahallenin kabadayısı, uzun boylu, yakışıklı, şapkası devrik Menahem gelirdi ancak! O da günün birinde ortadan kayboldu, İsrail’e göç ettiğini öğrendik sonradan… Manavın karşısında bir “akar çeşme” vardı, onu da kapattılar!

Yazıcı Sokak’a geldik. Burası şimdilerde pek ünlendi, binalar ateş pahası. Sokağın solunda 15/A’da ismi hem Türkçe, hem de İbranice yazan Asseo Han var, galiba tamamı yabancılar tarafından kiralanmış. Karşısında da meşhur Kamondo Han. Yeni yeni restore edildi, herhalde burada yaşayanların da çoğu yabancıdır. 30 numarada Café Sorelle ve yanı başında da eski Brod, sonradan Doğan Han olan müthiş boğaz manzaralı apartman. Okan Bayülgen de burada yaşıyormuş! Az ileride bir otopark vardır, aşağı doğru indiğinizde Barınyurt’a varırsınız. O sokakta bir de Tiyatro vardır: Dar Alan Z.

devam edecek...