'360 Derece'de bu hafta

Ünlü tarih profesörü İlber Ortaylı, yazısının ikinci bölümünde Türkiye Yahudileri’nin Cumhuriyet yıllarında yaşantısını ŞALOM okurları için mercek altına alıyor

Prof. İlber ORTAYLI Şalom
24 Şubat 2010 Çarşamba

Yahudi cemaatinin bugünkü Türk kültürünü ve Türk vatandaşlığını benimseme tavrı aslında II. Cihan Savaşı’ndan sonra hatta 1970’lerden sonra gelişmişse de mükemmel bir uyum örneğidir. Bütün tashihler ve sorunların çözümlenmesi süreci bu çizgi üzerinde ileri sürülmektedir. Peki, bazı yazarların ısrarla üstünde durduğu temelde doğru, bazen de çok hissi olarak tasvir edilen 1930’lar 1940’lar dönemi nedir? Araştırmalar yeni başlıyor ve yazarların çok da ortak noktalarının olmadığını söylemeliyim. Bu dönemi anlamak için yaşayan cemaat üyelerinin tasvirlerine başvurmamız gerekir ama bunu yapabilecek olan bizim yaşımızdaki ve daha da genç Yahudi cemaat üyelerinin bile yaptığını sanmıyorum. İsrail’deki Türk ve Türkiye araştırmaları da bütün ülkelerde olduğu gibi modern Türkiye’ye gerekli ağırlığı vermiyor. Benim bildiğim tek istisna Avigner Levi’dir. Onun 1935 Trakya Olayları üzerindeki araştırması ve sonuçları ilginçtir ve İbraniceden Türkçeye de çevrilmemiştir. Gerek Trakya Olayları ve daha önceki Esther Negra olayı gösteriyor ki Türk bürokrasisinde aşırı derecede farklı tavırlar vardır; bu hava o zamanın basınına da yansımıştı.

Bugünkü Türkiye Yahudiliği iki büyük holdingle iktisadi hayatımızda yer alır. Belki de yakın bir gelecekte sarsıntı geçirmesi beklenen orta ölçekli işletmeler Türkiye Yahudilerinin hayatından gittikçe çekiliyor. Bütün Türkiye’de en yüksek tahsil oranına sahip cemaatin, bizatihi üniversitelerin seçkin branşlarında yer alan Yahudi gençleri akademik hayatımıza da girmektedirler. Yüzde itibariyle en çok akademisyen Türkiye Yahudileri içindedir. Diğer yandan yeni nesiller küçük işletmeciliğe girmemekte, büyük şirketlerin yönetici sınıfını oluşturmaktadırlar. Küçük esnafın emeklilik şartları ağırdır. İktisadi çalkantılar herkesi olduğu gibi yönetici sınıfındaki Yahudi gençleri de yurtdışına itmektedir. Uzun sözün kısası Türkiye Yahudiliği fakirleşiyor. Bizatihi Şişli civarındaki bazı nüfusun yaşam koşullarında ve başka bazı semtlerde bunu görmek mümkündür.

Yahudi ve Müslüman nüfus karışık evlilik yapıyor, bu karışık evlilikler aileler istese de istemese de oluyor. Lakin hangi tarafın daha çok assimile edildiği tartışılır. İki nesil içinde Yahudiliğe geçiş yapanlar da var. Türk Yahudilerinin aile ortamı sağlamdır. Dine ve ilahiyata karşı ilgisizlik ve bilgisizlik olsa da, ananelerine sahiptirler. İşte bu vasıflarından dolayı da iyi vatandaştırlar. Son 20 yıl içerisinde Türk Yahudi Cemaati ana toplumla bütünleşme (integrasyon) konusunda büyük bir aşama kaydetti. 500. Yıl Vakfı gibi kuruluşlar bir kısım cemaat üyelerinin vakıf teşekkülü tarzı hoşuna gitmese de ana toplum üyeleri ve devletle Türkiye Musevilerini yaklaştırdı bu gibi vakıfların faaliyetleri faydadan uzak değildir. Cemaatin içinden tenkitler yükselse de Türk Yahudi Cemaati okulları ve Ulus Lisesi gençlerine orta öğretimi hem ülkenin ana unsurundan hem de diğer gayrimüslim cemaatlerden daha iyi veriyor. Netice ortadadır, eğitim oranı yüksek üstelik de nitelikli eğitim alanlarını sayısı kalabalık. 1948’de fakir ve bütünleşmesini tamamlayamadığı için İsrail’e göç eden Türk Yahudileri aslında o ülkede de Türk dilini adetlerini ve geldikleri ülkeye bağlılığı en çok muhafaza eden gruptur. Son 10 yılın içinde İsrail’e göç değil, aksine göç rakamlarından söz ediliyor. Diğer yandan Türkiye göçmenlerinin İsrail devletinin ve politikasının muhtelif kompartmanlarında da daha çok yer aldıkları görülüyor.

Bir ülkede ana unsur ile azınlık arasındaki bütünleşmede tek taraflı yaklaşım fayda sağlamaz. Her iki tarafın da bu yaklaşımı birlikte düzenlemeleri en azından bu isteği ortaya koymaları gerekir. Öyle görülüyor ki ve kim ne derse desin; Türkiye Yahudiliği ve Müslüman Türkler bu yaklaşımı sergilemektedirler. Antisemitizmi benimseyen ve ortaya koyan grupların Müslüman Türk grubun çoğunluğuyla bağlarının ve eylem birliğinin zayıf olduğu da açıktır. Gelişmelere de biraz olumlu bakmanın mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bence çok Avrupa ülkesine göre durum daha iç açıcıdır.

Prof. İlber ORTAYLI kimdir?

Prof. İlber Ortaylı, 1947 yılında Avusturya’da doğdu. 1965 yılında Ankara Atatürk Lisesi’nden mezun olan Ortaylı 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni ve yine aynı üniversitede Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Viyana Üniversitesi’nde Slavistik ve Orientalistik Bölümü’nde eğitim gördü. Master çalışmasını Chicago Üniversitesi’nde yapan Ortaylı, 1978’de “Tanzimat Sonrası Mahalli İdareler” adlı teziyle doktor, 1979’da “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu” adlı çalışmasıyla da doçent oldu. 1989’da profesör oldu. Viyana, Berlin, Paris, Princeton, Moskova, Roma, Münih, Strasbourg, Yanya, Sofya, Kiel, Cambridge, Oxford ve Tunus Üniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı. 1989 ile 2002 yılları arasında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde İdare Tarihi Bilim Dalı Başkanı olarak görev yaptı. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakultesi’nde daha sonra da Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Uluslararası Osmanlı Etüdleri Komitesi Başkan Yardımcısı ve Avrupa İranoloji Cemiyeti üyesi olan Ortaylı, helen Topkapı Sarayı’nın müdürlüğünü yapmakta.