“entre-deux” İstanbul-Paris Sergisi

Türk Mevsimi kapsamında La Cité internationale des Arts salonlarında gerçekleşen bu sergi (14 Ocak – 21 Şubat), halen Fransa’da yaşayan ve her iki ülkenin kültürüyle yoğrulmuş 11 Türk sanatçısına ev sahipliği yapıyor

17 Şubat 2010 Çarşamba

Bu serginin komiserliğini Banu Dicle ile Françoise Monnin üstlendiler ve sergi katalogunun önsözünü değerli yazar/şair Sunay Akın yazdı. Yazar kendine has akıcı üslubuyla Türk aydınlarının,  Paris şehrine hayranlıktan da öte hissettikleri tutkuya değiniyor. Türk Edebiyatında Paris şehri hakkında yayınlanan ilk roman, 1876 Ahmet Mithat Efendi’nin Paris’i görmeden yazdığı “Un Turc a Paris” romanıdır. Paris’i gören nerdeyse her Türk şairi hayallerini süsleyen bu muhteşem şehir için bir şiir yazmıştır diyor. Orhan Veli, Cemal Süreyya, Cahit Külebi ve Bedri Rahmi Eyüboğlu bu şairlerden bazıları. Bedri Rahmi’nin Galata ve Eiffel Kuleleri’ni evlendirmeye kalktığını öğreniyoruz şiirlerinde. Hatta çok da güzel çocukları olabilirdi diye ilâve ediyor şair.

Paris’e gitmek, özgürlüğe adım atmak olarak görülüyordu Osmanlı aydınları, edebiyatçıları ve sanatçıları tarafından. Hasan Tahsin Efendi 1834 yılında Paris hakkında şöyle demiş:

“Paris’e git, hey efendi, aklın fikrin var ise,

Âleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e.”

Bu sergiye katılan 11 Türk sanatçısı sergi katalogunda, bu şehre geliş sebeplerini,  ayrı iki kültür sentezinin kariyerlerine yaptığı katkıyı samimi bir dil ile anlatıyorlar. Bu Paris tutkusunu acaba genlerinde mi aramak lâzım? Gerçi Paris’e âşık olan yalnız Osmanlılar ve Türkler değil elbet. Picasso, “Portreler ve Hatıralar” adlı kitabında, arkadaşı şair Max Jacobla Paris’e gidişini şöyle anlatır: “Paris’e gitme hırsı hepimizin aklını çeliyordu. Bu hastalık bana da bulaştı.”

Bu sergiye katılan sanatçılar: Onay Akbaş, Erdal Alantar, Gökçe Çelikel, Salih Coşkun, Ali Umut Ergin, Ömer Kaleşi, Rüveyda Koyuncu Colombin, Nevhiz Tanyeli, Ody Saban, Utku Varlık ve İsmail Yıldırım. Bu sanatçıların çoğu hem Paris’te hem İstanbul’da sergiler açıyor. Kimi politik, kimi duygusal nedenlerle bu şehre yerleşmişlerse de, Paris’i seçmelerinin en büyük sebebi bu şehri, dünya sanatının dinamik bir merkezi olarak görmeleri olmuştur.18.yüzyılda bütün önemli sanatçılar Paris’te yaşayıp çalıştılar. 19. yüzyılın sonları ve 20.yüzyılın başlarında modern ve deneysel sanatın Avrupa’daki merkezi Paris’ti. Empresyonizm ve Post-Empresyonizm gibi akımlar burada doğup gelişti. Paris’teki müzeler ve galerilerde büyük hazineler saklıdır. Louvre Müzesi (1792) dünyada kurulan ilk müze özelliğini taşımaktadır. Sanatçılarımızın da kendi gelişmeleri açısından, Paris gibi bir kültür merkezinin sunduğu büyüleyici sanat ortamını soluyup beslenmek istemeleri kadar doğal ne olabilir?

Bazıları için bu “ikiye bölünme”, zaman zaman sancılı olmuşsa da, bunu bir özgürlük, bir umut, hem kişisel hem de sanatsal zenginleşme kaynağı olarak da algıladıklarını ifade ediyorlar.

Ester ALMELEK