2 HALKIN 3.SÜ

İsraillilerin % 20’si Arap kökenli… Onlar Yahudi komşularından daha fakirler. Ancak sınırın ötesinde yaşayan kuzenlerine göre daha şanslılar. Ceplerinde İsrail pasaportu, kalplerinde kefiye taşıyan bu insanların 2050 yılında nüfusun üçte birini oluşturacakları öngörülüyor.

Perspektif
17 Şubat 2010 Çarşamba

Şifa Ömer ya da Arapça adı ile Shefa Amr, bu nüfusun yaşamını sürdürdüğü kentlerden biri…

Şifa Ömer (Shefa Amr) İsrail’in kuzeyinde birçok Yahudi yerleşimi arasında sıkışıp kalmış bir Arap kenti… Girişinde bir tabelada adı Arapça ve İbranice olarak yazılmış, bir de Latin harflerle. Bir zamanlar buraya yedi tepesi nedeni ile ‘Doğunun Roma’sı’ denirdi. Roma’nın ve daha sonra Osmanlı’nın kalıntıları buraya anlam katardı. Tepelerin birinde yeşil bir cami kubbesi, diğerinde bir kilise çanı yükselirdi. Bir de sinagogu vardı elbette… Etrafı da buğday tarlaları ve zeytinliklerle doluydu.

1948’de İsrail ile girişilen savaşta kimi buraları terk etmiş Lübnan’a gitmişti, kimi de evinde kalmış ve çevrenin gelişimini, daha doğru bir deyişle değişimini izlemişti. O dönemlerin Hıristiyan Arap Belediye Başkanı Cabbar’ın oğlu Cabbar Cabbar, İsrail askerlerinin babasını saklanan silahların kendilerine teslimi konusunda tehdit ettiklerini, tutukladıklarını ancak daha sonra serbest bıraktıklarını ve bunu takiben 1969 yılına dek tekrar belediye başkanı olarak seçildiğini anlattı, göğsünü gere gere…

Bugün gelinen noktada 40.000 kişilik bir kentten söz ediyoruz. Bunun yarısı Müslüman, %30 kadarı Hıristiyan, kalanı da Dürzü… Yahudiler ise buradan tamamen çekilmişler…

Kentte gezerken çiçeklerle bezenmiş göbekleri, cıvıl cıvıl mağazaları, hamur açan kadınları, bitmemiş ancak hiç de fakir durmayan evleri ve çatılardaki bir sürü anteni görüyorsunuz. Etraftaki Yahudi yerleşimlerine göre daha özensiz, daha Arap, hatta çok Arap!

Şifa Ömer melankolik. Bir zamanların pazaryeri neredeyse sessizliğe bürünmüş durumda… 1932 doğumlu Şefik burada elinde tıraş makinesi, üzerinde beyaz gömleği, dükkânında, daha çok antikacıların ilgisini çekebilecek berber sandalyesi ile müşterilerini bekliyor.

Şefik’in babası 1948’de İsrail askerleri ile birebir savaşmış, daha sonra göçmüş… Ancak İsrail bölgeyi kontrolü altına aldıktan sonra yine evine dönmüş. Elinde hem İsrail hem de Amerikan pasaportu var Şefik’in bugün… Beş çocuğundan biri Roma’da, üçü Amerika’da yaşıyor. Biri de kentinde kalmayı seçmiş.

İşsizlik buradaki en büyük sorun… Resmi rakamlar % 20 diyor… Ancak kadınların iş başvurusu yapmaktan çekindikleri düşünülürse bu oran çok daha yüksek gibi duruyor. Topraklarında, evlerinde kalmaktan gurur duyan yaşlılar burada olmaktan mutlular. Ancak gençler kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini kestiremiyorlar… Daha doğru bir deyişle, burada kendilerine bir gelecek kuramayacakları görüşündeler.

‘Askerlik yok, yüksek öğretim var’ 

Arap gençleri, Yahudi akranlarının aksine askerden muaf tutuluyorlar... Dolayısı ile yüksek öğretim ile daha erken yaşlarda tanışıyorlar. Gerçi böylesi bir eğitim edinmenin ön şartı kusursuz İbranice bilmek, çünkü İsrail’de Arapça eğitim veren üniversite yok. Hükümet gençlerin topluca bulunacağı bu gibi eğitim kurumlarının amacından çıkmasından ve ajitasyon merkezleri haline gelmesinden tedirginlik duyuyor.

Örneğin Şifa Ömer’den Hayfa’ya, üniversitede Arapça edebiyat eğitimi için gittiğinizde, eğitmen Arap oluyor, öğrenci de genelde Arap oluyor. Ancak eğitim ana karakteri İbranice üzerinden dönüyor… Bu anlamda, sınırın öte tarafındaki kuzenleri kendilerinden daha şanslı gibi, çünkü Arapça eğitim veren üniversiteler burada mevcut…

Arap gençler evlendiklerinde de sorunlar yaşayabiliyor. Bölgede Yahudi yerleşimlerine öncelik veren Manhal’in elindeki toprakları satın almaları olanaksız değil, ancak birçok zorluğu aşmaları gerekiyor. Nakat Nakat adlı gence göre, “İsrail, kendi toprakları üzerinde yaşayan Arapların buradan gitmelerini istiyor…”

Şifa Ömer’de resimleri ile ünlenen Zahit’in atölyesinde 23 yaşındaki ikiz çocukları sesi neredeyse sonuna kadar açılmış televizyonu izliyorlar. Üçüncü oğlu ise şöyle anlatıyor: “Önemli olan gündelik yaşam. Hangi işi bulacağımızı, kaç para kazanacağımızı bilmek istiyoruz. Bu belki bir çeşit beyin yıkamadır, ancak şu anda durum bu...” 

Babaları Lenin’in kitaplarını okuyarak veya basarak kendine göre bir mücadelenin içine girdi. Erken sayılacak yaşlarda anti-siyonist Yahudiler tarafından kurulan ve hızlı bir şekilde bünyesine Arap gençlerini de çeken komünist partinin militanları arasında yer aldı. Hastalıktan dolayı tekerlekli sandalyeye mahkûm kalmadan önce, senelerce çıkardıkları gazetenin dağıtımını yaptı. Bugün “Tüm dünyada olduğu gibi siyasi fikirlerin farklılaştığını” ifade ediyor.

“Amerika İsrail lobileri tarafından yönlendiriliyor. Avrupa Şoa’nın altında eziliyor ve Arap başkentlerinin neredeyse tümü aptalca davranıyor…” diyor Cabbar Cabbar… Bu İsrailli Arapların durumunu güçleştiriyor… Buna rağmen konu camiler olduğunda Kudüs’e gidip ilgili mercilerle konuşmaktan çekinmiyorlar. Ya da Batı Şeria’ya yardım gerektiğinde bunu organize etmek ve yiyecek – giyecek gibi ihtiyaçları buraya ulaştırmaktan geri kalmıyorlar. Aynı şekilde, bölgede gerilim yükseldiğinde protesto eylemlerinde de bulunuyorlar, hem de bunları Yahudi ve Araplardan oluşmuş polis kuvvetlerinin kontrolünde yapıyorlar. Kanunların kendilerine verdiği haklar ve toplumlararası saygı kuralları çerçevesinde kalmaya özen gösteriyorlar. Ne de olsa, onlar Arap kökenli İsrail vatandaşıdırlar ve bu paradoksun zaman zaman kendi içlerinde çelişkilere neden olması şaşırtıcı olmasa gerek!

“Ömer Şerif İsrailli kalacak”

47 yaşında. Müslüman. Bağımsız olarak tanınan ancak komünist yaklaşımları olan biri şu anki Belediye Başkanı Nahit Kazım. Daha önce banka müdürüydü… Kentinde daha fazla turist görmek istiyor, bir zamanlar güzelliklerini paylaşmak adına. Bunun için de devletin yardımını talep etmiş. Bu siyasi anlamda bir tanımadır… “Ben iki devletli çözüme inanıyorum: Filistin ve İsrail birlikte yaşamalıdır. Ancak Şifa Ömer İsrailli kalacak, bizler de topraklarımızda yaşamaya devam edeceğiz. Büyüklerimiz zor günler geçirdiler, acılar yaşadılar… Bizler de öyle. Ancak İsrail ile aramızda barışı istiyoruz…” diyor söyleşisinde…

Bu kolay değil, çünkü karşı saflardan zaman zaman keskin sesler çıkıyor. Milliyetçi görüşleri ile bilinen Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman seçim mesajlarında İsrailli Arapları hep öne sürmüş ve onların sınırların ötesine atılmaları gerektiğini haykırmıştı meydanlarda. “Trenlere ihtiyacımız yok, biz yürüyerek de gideriz…” diye cevap vermişti Cabbar Cabbat basın aracılığı ile…

Kentteki eski sinagog zeytinlikler arasında kaybolmuş gibi duruyor. Şu anda hizmet vermiyor. Ancak bazen çevredeki yerleşimlerden Yahudi aileler burada sünnet ya da Bar-Mitzva gibi törenleri gerçekleştirmek istiyor. O zaman belli bir süre önce, Din İşleri Bakanlığı tarafından sinagogu ve buradaki kutsal yerleri korumak ve temiz tutmakla görevlendirilmiş Abudil ailesine haber vermek yeterli oluyor.

Abudil ailesi sinagogun karşısında oturuyor. Evlerini burayı terk eden bir Yahudi aileden satın almışlar. O zamandan bu zamana bu işi yapıyorlar. Sinagogun anahtarı evin girişine asılı ve babadan oğla geçen bir gelenek misali devroluyor zamanı gelince. “Burası da Tanrı’nın evi ve korunması gerekir…” diyor sinagogun bakımından sorumlu olan kişi…

Kentteki İslam toplumunun lideri Şeyh Ebu Abdullah da Din İşleri Bakanlığı tarafından görevlendirilen ve maaşını İsrail Devletinden alan bir din adamı. Ayda 5.000 Şekel, aşağı yukarı 1.000 Euro kadar maaş alıyor. İşi gereği bakanlıkta veya güvenlik birimlerindeki toplantılara da davet ediliyor. Özellikle toplumu ateşleme potansiyeli olan zamanlarda bu toplantılar önem kazanıyor… Aşırılıkları olmayan bir din adamı Şeyh. Örneğin, evlilik öncesi ilişkiye girmiş bir genç kızın öldürülmesine şiddetle karşı çıkan bir kişilik…

Kentin halen aktif olan bir de kilisesi var. Papazı Andreos Bahout ile Şeyh Ebu Abdullah iyi anlaşan iki arkadaş. Bahout Amerika’nın ‘Haçlı Seferlerini’ başlatması ile neredeyse Müslüman komşuları tarafından Başkan Bush’un buradaki adamı olarak görülmekten sıkıntı çekiyor.

Her ikisi de (Ebu Abdullah ile Bahout ) görev yapabilmelerini sağlayan sertifikalarını almak için Tel Aviv’de kursa alınmışlar.  Kursun konusu İsrail’in hukuk sistemi ve gündelik kanunlar… Orada dini temsilcilere, örneğin İsrail’in 17 yaşın altında evlilikleri yasakladığı anlatılıyor. Raşa bir Dürzü kız öğrenci… Kanunların kendisini korumasından mutlu, güvende hissediyor… Ancak annesi Bedia olaya değişik bir pencereden bakıyor: “Devlet Arap erkeğini sıkıştırıp sosyal alanda baskı altına aldıkça, o da aynı şekilde karısını sıkıştıracak ve baskı altına alacak...”

Kentte hayat her zaman o kadar kolay değil. Birkaç hafta önce Dürzü gençlerle Hıristiyan gençler bir kavgada birbirlerine girmişler. Kent konseyi hemen toplanıp gerekli önlemleri almış. Dürzü gençleri Araplar arasında İsrail tarafından askere alınan tek grup, bu da Arap toplumu içinde – muhtemelen isteyerek yapılmış – bir farklılık yaratıyor. Bu farklılığın amacı Arap toplumunun tek vücut hareket etmesini önlemek. Ancak, zaten onlar bu konuda çok muhafazakâr davranıyorlar: Müslüman olsun, Hıristiyan ya da Dürzü olsun aileler çocuklarının birbirleriyle karışık evlilik yapmalarını hoş görmüyorlar.

Zorluklara rağmen günler akıp gidiyor. Cabbar Cabbar “Bu İsrail’in modernliği değil, bu dünyanın modernliği…” diyor eline cep telefonunu alarak. Burada gençler görünümün benliği yarattığının farkındalar: Uzun zamandır, 2002 yılından beri kimlik kartlarında kişinin etnik kimliği yazmıyor.

Kaynak: Marianne (6 – 12 Aralık 2010 sayısı)

Judith PERRIGNON / Derleyen: Marsel RUSSO