Ernest Hemingway'in, Nazım Hikmet'in Kübası

Ünlü tiyatrocu Nedim Saban, Nazım Hikmet’in doğum gününde gerçekleştirdiği Küba ziyaretinin izlenimlerini Şalom okurlarıyla paylaşıyor

Toplum
17 Şubat 2010 Çarşamba

16 Ocak 1967 günü hayata gözlerimi açtığımda, bu tarihten tam 43 yıl 1 gün sonra ‘burçdaşım’ Nazım Hikmet’in 108. doğum gününü Havana’da kutlayacağım aklıma gelmezdi doğrusu! Beni Nazım ile aynı burçta, aynı topraklarda doğurduğu için önce anneme teşekkür etmeliyim.

Önemli bir sanatçı ve aydın grubuyla ziyaret ettiğim Küba hakkındaki izlenimlerimi Milliyet Cadde ekinde geniş biçimde anlattım. Nazım Hikmet Vakfı’nın ünlü ozanın heykelini, Havana’da dikme özlemini tüm bürokratik engelleri aşarak gerçekleştirmenin coşkusu bambaşkaydı.

Bilindiği gibi, Nazım Hikmet, Küba Devrimi gerçekleştikten kısa bir süre sonra Havana’ya gitmiş ve sosyalizmin heyecanını derinden hissetmişti. Havana’dan sonra Paris’e uçmuş, değerli edebiyatçı Hıfzı Topuz’la buluşarak, anılarını paylaşmıştı. Hıfzı Topuz, Nazım’ın Havana günlüklerini kaydetmişti.  Küba’daki yol arkadaşımız Topuz, bu günlükleri, yıllar sonra bizimle de paylaşacağını müjdeledi. Bu da, benim için, kırk üç yaşımı Havana’da kutlamanın da ötesinde bir sürpriz oldu.

Nazım’ın, Sovyetler’deki baskıcı rejimle uyuşamadığı ve bazı uygulamaları düşlediği sosyalizmle bağdaştıramadığı herkesçe bilinir.  Latin Amerika modeli ise içine daha çok sinmiştir. Havana’da 108.doğum gününü kutladığımız Nicholas Guillen Vakfı’nda, Nazım’ın Kübalı dostu Nicholas Guillen’in torunu ve Kübalı aydınlar, Nazım Hikmet’in Fidel Castro’yu ve Kübalı devrimcileri ne denli etkilediğini anlattılar.

Anlatmaya da gerek yok aslında, birebir yaşadık bunu! Ünlü Kübalı oyuncu Claudia Rojas, vatan hasretine dayanamayıp, İspanya’da aldığı ödülleri ve Avrupa’daki kariyerini hiçe sayarak memleketine dönmüş. Törenden 24 saat önce keşfettiği Nazım Hikmet’in şiirsel dünyasının içinde adeta eridi! Büyük usta Genco Erkal Türkçe, o İspanyolca okuyor… Ama bizler hangi dilde dinlediğimizi anlamıyor gibiydik. Sözcükler evreninde yok olmuştuk… “Taranta Babu” hepimizi ağlatmıştı.

Özgürlüğün bedelini ağır ödeyen ülkelerin vatandaşları, Kurtuluş Savaşlarını yaşayan insanlar olarak sanırım, özgürlüğün bedelini bildiğimiz için ağlıyorduk hepimiz. Özgürlüğün bedelini ödeyen bir ülkenin halkıyla birlikte soluyor, birlikte ağlıyorduk.  

Havana’nın en güzel köşesini, ülkesinin bağımsızlığı için Çanakkale’de, Dumlupınar’da savaşan ulu önderimizin sevgili Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün heykeli süslüyordu! Hem de ünlü hümanist Tagore’un yanı başındaydı.

Kübalılar, iklimin etkisiyle olsa gerek, çok renkli ve esprili insanlar. Amerikan ambargosu nedeniyle memleketlerinde yoksulluk var, ama sefalet, pislik yok. İnşaat malzemelerinin çok zor bulunduğu ülkede devrim müzesinin duvarlarının alçıları dökülüyor, belki de bilinçli bir biçimde böyle bırakılmış.  ABD’den direkt uçuşların yapılmadığı, ancak buna rağmen sizi havaalanında Amerikan bayrağıyla da karşılayan Küba’nın devrim müzesinin duvarlarının birini,  şöyle bir ibare süslüyor:

“Thank you to Fulgencio Batista for  helping us to make the revolution,

To Ronald Reagan to reinforce the revolution,

To George Bush to consolidate the revolution”

Amerika ile özgürce dalgasını geçebilen Küba’nın, Sovyetlerin düşüşünden sonra ekonomisi bariz biçimde bozulmuş. Ancak, memleketin toprakları peşkeş çekilmemiş, şehirlerin dokusu bozulmamış,  zaman adeta durmuş.

Küba, sanıldığı gibi Fidel’in ölümünü mü bekliyor? Hiç zannetmiyorum.

Ülkenin, değişime göz kırptığı doğru.

Grubumuzda bulunan gazeteci Zeynep Oral, daha önce ziyaret ettiği Küba ile şimdiki Küba arasında büyük bir değişim olduğunu, özellikle yollarda sıkça rastlanan devrimci sloganların neredeyse tamamen kaldırıldığını gözlemledi.

Küba’nın, memleketi ziyaret eden iki milyon turistin gelirine gebe olduğunu biliyoruz.

Umarım bu turistler, Nazım’ın, Ernest Hemingway’in, Nicholas Guillen’in ülkeye bıraktığı mirası devirecek kadar güçlü değildirler!

Hemingway’in evini gezdiğimizde, ünlü edebiyat eleştirmeni Prof. Füsun Akatlı ve yazar Pınar Kür ile bir sanatçının, doğa karşısında nasıl bu kadar acımasız olabileceğini tartıştık. Che Guevera, Fidel Castro ile balıkçılık yarışlarının tümünü kazanan Hemingway,  evinin bahçesinde gördüğümüz minik teknesiyle okyanuslarda kaybolmaktan korkmayan bir balıkçı, çok acımasız bir avcı ve Afrika’da savaşlara katılan bir askermiş! Bu savaşçı ruhunu sanatçılığıyla bağdaştıramayanlar olabilir, yaşamını noktaladığı intiharının arkasındaki psikolojisini buna bağlayanlar olabilir. Ben ise bu dövüşken ruhun sanatına enerji verdiğine inanıyorum.

Aynen Nazım’ın devrimci ruhu gibi!

Küba’ya turist gidenlerin, doğal ortamları ve bu doğal ortamlarda yaşayan Kübalıları önünde sonunda kirleteceklerinden eminim de, umarım bu turistler tüm enerjilerini dünyayı güzelleştirmek için tüketen ve bunu başaran sanatçıların aydınlattığı ortamları kirletecek kadar güçlü olmazlar!