'360 Derece'de bu hafta

Hasan Bülent Kahraman, Osmanlı’nın son döneminden bu güne kadar ülkemizdeki demokratik iklimi analiz ediyor

Doç. Dr. Hasan BÜLENT KAHRAMAN Şalom
3 Şubat 2010 Çarşamba

İleride Türkiye’nin bugünkü tarihini yazacak olanlar, tıpkı benim şimdi, otuz-kırk yıl öncesiyle uğraşırken içine düştüğümün benzeri bir hayrete düşmezler umarım. Çünkü sadece 1960 ve 70’ler değil, Osmanlı’nın son dönemi de bir askeri darbeler tarihiydi. 1908’deki 2. Meşrutiyet (Anayasacılık) son tahlilde bir askeri hareketti. Ardından Halaskar Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) grubunun darbe girişimleri gelir. Onu da İttihat ve Terakki’nin 1913 yılı Ocak ayındaki Babıâli Baskını izler. Babıâli Baskını’nda Enver Paşa bizzat sadrazamın kafasına silah dayayarak elinden istifasını almıştır. Asker siyasetin içindedir.

Kurtuluş Savaşı’nı bu modele karşı çıkan subay kadroları yaptı. Bu ilginçtir ama aynı gerçek Cumhuriyet dönemindeki siyasal yapının askerlerden bağımsız bir şekilde kurulup pekiştiğini söylemeye olanak vermez. Her ne kadar, ordu komutanları Atatürk’ün bir emrivaki halindeki isteği üzerine orduyla siyaset arasında bir tercih yapmışlarsa da 1950’ye kadar ordu önce Atatürk’ün sonra İnönü’nün çok sıkı kontrolü altında kalmıştır.

Bu çerçeve bana şaşırtıcı bir saptama yapma olanağı veriyor. İlginç değil mi, çok partili hayata geçmek bize sadece çoğulcu, muhalefet içeren siyaseti öğretmekle kalmadı, darbelerle tanışmamıza da yol açtı. Yani bizdeki demokrasi girişimi ordunun fiilen siyasete müdahale etmesine, ortak olmasına zemin hazırladı.

Evet, ne oldu da Türkiye’de askeri darbeler dönemi 1960’ta başladı, şöyle veya böyle bugün de devam ediyor, üstünde en çok tartışılan konu olma özelliğini de, siyasi hayatımızı belirleme özelliğini de koruyor.

Bu durumun ilk nedeni, orduyla modernleşme arasındaki ilişkidir dedim, yukarıda. Gerçekten de ordu Türk Siyasetinin Yapısal Analizi isimli kitabımda anlattığım gibi, daha Osmanlı döneminde kendisini yenileyerek, teknoloji transferine zemin hazırlayarak modernleşmenin ortaya çıkmasına, somutlaşmasına yol açmıştı. Bu her şeye rağmen bilinen bir nokta. Bilinmeyeniyse şu: Jön Türklerin asker kadroları sadece asker değildi. Bir yandan sivil aydınlarla çok yakın bir ilişki içindeydiler bir yandan da asker diye bildiğimiz kişilerin önemli bir bölümü askeri tıbbiye ve mühendishaneden mezun oluyordu. Bunların arasında gerçekten önemli olanı tıbbiyeydi. Her şeyden önce İttihat ve Terakki askeri tıbbiye öğrencileri tarafından kurulmuştu.

Doktorluk/tıp, 19. yüzyıl ideolojisi içinde son derecede önemliydi. Almanya ve Fransa kökenli çeşitli düşünce akımları tıbbın temel iki kavramı olan hastalık ve iyileştirmenin toplumsal sorunlara da uygulanabileceğini öngörüyordu. Yani eğer bir toplumda bir hastalık varsa, daha ilerlememesi için, organizmanın sağlıklı diğer unsurlarını etkilememesi için, vücudun o hastalıklı unsuru/bölümü ‘ameliyat’ edilip, çıkarılıp atılabilirdi. Bu genel düşünce bir yaygın ideoloji olarak bütün toplumu derinden etkilemişti.

İkincisi, tıpla da bütünleşmiş askerlik bir plan yapma, strateji kurma işidir. Gene 19. yüzyılda bu iki kavram da öne çıkmakla kalmamış, bir üçüncü kavramla yani evrim kavramıyla bütünleşmişti. Demektir ki, toplumlar, Darwin’in doğa hakkında bize öğrettiklerine benzer biçimde evrim geçirirler, gelişirler, uyum sağlayamayan unsurlar dışlanır, zamanın boşluğunda kaybolur. Gerçek eğer buysa o takdirde toplumun hastalıklı, gelişme karşıtı unsurları kesilip, dışarı atılırsa toplumun evrimsel düzeni kusursuz bir hale getirilir. Ordu, askerler, subaylar bu konuda ön alabilirler, öncü olabilirler. Zaten durum da onu ‘gerektirmektedir’. Bu sistemin adıysa ‘toplum mühendisliği’ idi. Buna toplumsal hekimlik diyelim.Yani nasıl bir toplum olacağını aydın-ordu ittifakı tasarlayabilir, ordu gelişmeye ket vuracak unsurları kesip atabilirdi.

Türkiye’de askerin modernleşmenin öncüsü olma düşüncensin kaynağında, kökeninde bu sistem yatar. Söz konusu model aradan geçen zamanlar içinde neredeyse hiç değişmedi. Değişmek bir yana başka bir görüşten beslendi. Bu anlayışa göre (gen 19. Yüzyılda biçimlenmişti bu ideoloji) halk kendi kendisine bırakılmaması gereken bir sosyal unsurdur. Yalnız kalırsa yanlış da yapacaktır. Bu nedenle ona öncülük edilmesi gerekir. Böyle bir değerlendirme siyasetin muhalefetten, hatta bir ölçüde demokrasiden arındırılması anlamına gelir ki, 1970’lerde bırakın askerleri aydınlar bile 9 Mart cuntasını hazırlarken bu görüşten yanaydı.

Şimdi yeni bir dönemden geçiyoruz. Toplumlar sosyolojik olarak değişmekle kalmadı. Toplumlar artık eski ölçülerde homojen değil. Öte yandan demokratik bilinç artıyor. Bu bilinç ordunun yeni pozisyonlar almasını zorluyor. Bir de dünya 1989’da Soğuk Savaş’ın sonunu gördü. O tarihe kadar ordu sistemin koruyucu unsuru olarak içindeydi. Hâlbuki Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra ordular işlevlerini değiştirdiler. Türkiye 1990’larda PKK savaşı nedeniyle bu oluşumu görmedi. Oysa şimdi onun da sonuna, şöyle veya böyle, gelindi. Artık tek başına güvenlik temelli bir model söz konusu değil. Böyle olunca da ordunun sistem dışına çıkması zorunlu.

Bu eşikte duruyoruz. Belki biraz zor, biraz sancılı ama sonunda olacak. Türkiye daha demokratik, daha sivil, daha özgürleşmiş bir topluma dönüşecek. Bugüne yüz yılda geldik. Yüz yıl sonra bambaşka bir yerde olacağız.

 

Doç. Dr. Bülent Erkahraman kimdir?

Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Hacettepe Üniversitesi Ekonomi dalında yüksek lisans, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi dalında doktora yapan Hasan Bülent Kahraman, Hacettepe, ODTÜ ve Bilkent Üniversiteleri’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Kültür Bakanlığı Başdanışmanı ve Kültür Bakanlığı Yayınlar Dairesi Başkanı olarak görev yapan Kahraman, uzun yıllar Radikal Gazetesi’nde yazdı. Kahraman aynı zamanda Eczacıbaşı İstanbul Kültür Sanat Vakfı Danışma Kurulu üyesidir. Araştırma alanları Türk siyaseti, siyasal kuramlar, sosyal kuram, yapısalcılık sonrası felsefe, kültürel araştırmalar, görsel kuram, modern Türk edebiyatı, Türkiye popüler kültürü olan Kahraman günümüzde ise Sabancı Üniversitesi’nde ders veriyor, Sabah Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyor.