Ladino Müziğinin yeni divası MOR KARBASİ

15. yüzyıl İspanyası’nı terk etmek zorunda kalarak tüm Akdeniz’e dağılan Yahudilerin biriktirdikleri öyküleri ve geleneksel Ladino şarkılarını Flamenko lezzetiyle buluşturan, Londra çıkışlı Mor Karbasi, ailesinin Fas ve İran köklerinin de hissedildiği özgün şarkılarını güçlü sesiyle birleştiriyor ve tutku dolu bir şarkıcı kimliği kazanıyor

20 Ocak 2010 Çarşamba

Equinox etiketiyle ülkemizde de yayınlanan albümü ile tüm dünyada büyük bir övgüyle karşılanan Mor Karbasi, aynı zamanda bir şarkı yazarı olarak kendi kaleminden çıkan orijinal bestelerle ve geleneksel Ladino şarkılarıyla aşkı ve insanları güzelleştirdiğine inandığı hüznü anlatıyor…

 Sadece geleneksel Ladino şarkıları söylemekle kalmıyor aynı zamanda kendiniz yepyeni şarkılar yaratıyorsunuz, sizi Ladino Müziğinde en çok çeken nedir?

Beni en çok melodilerin güzelliği cezbediyor.Geleneksel Ladino şarkılarını kadınların o zamanlar dışarıda söylemeleri uygun kaçmayacağı için hep evlerde söylemişler ve çocuklarına ninni söyler gibi bu şarkılarla düşlerini, aşklarını, kederlerini, kıskançlıklarını anlatmışlar. Bu şekilde bu zamana kadar nesilden nesile aktarılabilmiş olması da bana çok cazip geliyor.

Joe Taylor ve Grammy ödüllü prodüktör Matt Howe’la beraber hazırladığınız “The Beauty and the Sea” ilk stüdyo albümünüz ve şimdiden dünya çapında büyük ilgi görüyor; ilk albümünüzdeki müziği nasıl tarif edersiniz?

Geleneksel şarkılarla yepyeni şarkıların bir arada olduğu bir albüm…Ladino şarkılar, 15.yüzyıl İspanyası’ndan sürgün edilen Yahudilerin gittikleri farklı farklı ülkelerde en güzel melodilere yazılmış. Bu yüzden Türkiye’den, Yunanistan’dan, Fas’tan çıkan melodilerle çok zengin bir çeşitliliği var. Albümdeki yeni şarkıların sözlerini annem yazdı, müzikler bana ve Joe Taylor’a ait. Albüm de şarkılar da tıpkı Ladino şarkılar gibi çeşitliliği olan ve birbirinden farklı şarkılar.

Albümünüzün başlığındaki “güzel ve deniz “ ile ne anlatmak istediniz?

Albümdeki şarkılardan birinin ismi ve bir Yunan melodisi… Eski Yunan’daki düğün geleneğini anlatıyor. Gelin evlenmeden önce denizde yıkanıyor. Güzel gelin denizden saf ve temiz olarak çıkıyor. Çok sihirli bir şarkı ve albümdeki duygular gibi denizden gelen güzelliği anlatıyor.

Tutkulu şarkı söyleme biçiminiz ünlü Ladino şarkıcısı Yasmin Levy ile kıyaslanıyor, siz onu nasıl buluyorsunuz?

Harika bir şarkıcı ve olağanüstü bir sesi var ama biriyle kıyaslanmak yerine, beni ben olarak değerlendirmelerini isterim. Ben, ben olarak, Yasmin Levy, Yasmin Levy olarak şarkı söylüyor. Buna rağmen bu benim için güzel bir iltifat sayılır.

İlk stüdyo albümünüz dışında, “Broken wings” adında kendi kaydettiğiniz bir albümünüz de var; ilk olarak ne zaman şarkı yazmaya başladınız?

Henüz 17 yaşında iken ilk bestemi yaptım. O zamana kadar şarkı yazabildiğimi hiç bilmiyordum. İlk olarak şan hocam şarkı yazmayı denememi istedi ve şarkı yazmayı keşfettiğim ilk parçam “Gülen gözler” (be’ enaim tsohakot) adlı şarkım oldu.

Bildiğim kadarıyla Avrupa kökenli ve Latin kökenli folk şarkılar da söylüyorsunuz; müziğinizde başka hangi türler etkili oldu?

Anne tarafından Faslıyım. Annem beni Fas’tan geleneksel ayin şarkıları ve Endülüs’ten Yahudi aşk şarkıları söyleyerek büyüttü. Bir genç kız olarak da arkadaşlarım Pop Müzik dinlerken ben Flamenko dinliyordum. Hem annemin şarkıları hem kendimi Flamenko’ya çok yakın hissetmem şarkı söylememe ve kendimi şarkılarla ifade etmeme çok yardımcı oldu.

İstanbul Beyoğlu’nda, meşhur İstiklal Caddemizde sokaklarda bol bol Fado ve Ladino şarkılar duyabilirsiniz. Şu aralar  “Roza” şarkınız da oldukça ünlü; şarkı acılarını gizleyen güzel bir kızın hikayesini anlatıyor. Sizce acı insanları sonda güzelleştirmiyor mu?

Şarkıda sadece kız acılarını saklamıyor, insanlar da kızın acılarını görmezlikten geliyorlar, gerçeği, acıyı görmek istemiyorlar. Bana göre hüzün duygusu olmadan mutluluğun tadı bilinemez. Ben mutlu bir çocuk olarak büyüdüm ama hüzünlerim de oldu. Hüzün insanı güzelleştiriyor…

Albümünüzdeki geleneksel düğün şarkısı “La galana i la mar”, sizce bir düğün için fazla hüzünlü değil mi?

Aslında bu geleneksel şarkının farklı sözlerle iki farklı versiyonu varmış. Biri çok neşeli diğeri hüzünlü. Ben neşeli olanını, albümümü kaydettikten sonra keşfettim. Ama önceden de keşfetseydim, yine hüzünlü olanını seçerdim. Çünkü düğünlerin de hüzünlü bir tarafı var. Bir ailenin bütün sevgisini verdiği çocukları yeni bir hayata başlıyor ve evden gidiyorlar…

Sanki kederli bir şekilde ağlıyor gibi şarkı söylüyorsunuz, bu kendi kanınızın hikayelerini hissettiğiniz için mi?

Daha önce de söylediğim gibi özellikle bazı şarkılarda oluyor ve tanımlaması zor çok güçlü bir duygu. Şarkı beni alıp götürüyor ve o zaman farklı bir güç hissediyorum.

Sadece 22 yaşındasınız ve bu yas dolu şarkıları söylüyorsunuz. Yaşam enerjinizi dengelemek için hiç Lady Gaga’dan ya da Madonna’dan popüler müzikler dinlemiyor musunuz?

Belki de dinlemeliyim. Çok hafif, rahatlatan ve eğlendiren şarkılar. Sanırım haklısın, şu anda yeni şarkılar yazıyorum, eski geleneksel şarkılardan dinliyorum ama pop müziğe de ihtiyacım olabilir, hemen radyoyu açıp Lady Gaga dinleyeceğim.

Şarkılarınız tutku ve aşkla dolu, peki siz aşkı nasıl tanımlarsınız?

Acı olmayınca aşk olmuyor. Erkek arkadaşım Joe benden uzaktayken çok acı çekiyordum, onu çok özlüyordum. La Pluma (Tüy) adlı şarkımı bu duygularla yazmıştım. Yeni yazdığım bir şarkıda, “Ağaçlar yağmur için, dağlar hava için ağlar; ben de senin için ağlıyorum” diyorum, aşk böyle bir şey…

Cenk ERDEM