Beyoğlu’nda yeni bir tiyatro mekânı...

-
13 Ocak 2010 Çarşamba

“Nerede o eski Pera günleri..!” diyecek yaşta değilim – zaten de, o yaştakilerden pek kalan var mı aramızda..? Öte yandan, “Beyoğlu’nda bir zamanlar bir ‘Maya Sanat’ vardı..!” dersem, sadece 3-5 yıl geriye gitmiş oluyorum... Beyoğlu Sineması’nın bulunduğu Halep Pasajı’nın ikinci katına çıktığınızda, minik bir café’de kızıl saçlı Nilgün Hanım karşılardı sizi; biletinizi alırdınız, eğer vakitli gelmişseniz çay-kahve içer, ev yapımı kekten tadar, raflardaki dergi-kitapları karıştırır – ve az sonra Nilgün kardeşimiz eline minik çanını alıp çaldırdığında, gene oldukça minik tiyatro salonuna kurulur, genç / heyecan dolu / deneysel kumpanyaların bir/iki/çok çok dört kişilik oyunlarının tadına varırdınız (daha çok oyuncu sahneye sığmazdı zaten..!).

Maya’ya ilk gidişim, 2003 yılındaydı galiba... Daha önce Lale Mansur ile birlikte “Olağan Mucizeler” oyununda izlemiş olduğumuz Kubilay “QB” Tunçer’in yeni kurmuş olduğu “Açık Tiyatro”nun ikinci yapımı olan “Muhittin’le Geçen Şen Günlerim” adındaki, söylediği yalanları nedense gerçek sanacak düzeyde saf olan bir garibanı canlandırdığı tek kişilik oyununu izlemiştik orada – ve bundan size, sıcağı sıcağına, 10 Aralık 2003 günü bu köşede söz etmiştim.  Ardından sık sık konuk olduk, sevgili Nilgün Kurt’un özveri ile yönettiği ve birçok genç tiyatro topluluğuna “işte, sahne!” demeyi ilke edinmiş olan bu sanatevinde. Ayrı bir etkinlik zinciri olarak, beden ve ruh gelişimine yönelik çeşitli atölyelerin – örneğin, tiyatrocu ağabeyimiz Erol Keskin’in yıllardır sunduğu T’ai Chi Ch’uan kurslarının – da yer aldığı Maya’da birçok ilginç oyun izledik, nice yeni kumpanyalar ile tanıştık – Altıdan Sonra Tiyatro grubu gibi...

2004/2005 tiyatro sezonunda bu topluluk ilk kez “O.B.E.B.” oyunu ile Maya’da karşıma çıktı – ve bundan da size 12 Ocak 2005’de burada uzun uzun bahsetmiştim... Ardından, seçici jürisinde yer aldığım “Tiyatro... Tiyatro...” dergisinin “en başarılı oyun yazarı” kategorisi için, bu grubun “herşeyi” olan Yiğit Sertdemir için şu satırlarım yayımlanmıştı: “Altıdan Sonra Tiyatro topluluğunun kurucuları arasında yer alan genç oyun yazarı, kullandığı deyimlerinin hemen tümünde dili sürçen bir “aydın”ı, ardından duygularını sürekli olarak abartılı biçimde açığa vuran bir “sanatçı”yı, derken gençliğinde çeşitli sorunlar yaşamış bir “lider”i ve en son olarak, babasına karşı özel bir tutkusu olan, çirkin mi çirkin, asi bir “devrimci”yi karşımıza sürerken, bu dört kadının, sırasıyla “lider”, “aydın”, “devrimci” ve “sanatçı” olmaya yönelik “programlandığını” gösteriyor... 1970’li yılların Türkiye’sinde başlamış bir gizli “komplonun teorisini” sahneye taşıyıp, siyaset, medya ve sanat dünyasında tanıdığımız kimseleri  simgeleyen, göndermelerle bezenmiş, sarsıcı olduğu kadarıyla, acı acı güldüren bir oyun.” İleride çok başarılı olacağını öngördüğüm bu genç tiyatro adamı, 2005’de ödülü alamadı – ancak ondan dört yıl sonra, gene aynı derginin sürekli jüri üyesi olarak, 444” adındaki yeni oyunu için “...Yiğit Sertdemir, bu kez çağrı merkezlerinin arkasındaki dünyayı sahneye getirirken, bu yeni işkolunu tüm yönleriyle ti’ye alıyor, aynı zamanda ise günlerini telefon ahizesi ile bilgisayar ekranı arasında geçiren iki genç aracılığı ile günümüze bir ayna tutuyor. Gerilim ve mizahın içiçe geçtiği, devinimi gittikçe artan, Fransızca anlamındaki “esprit” (=zekâ) dolu metni ile bu taptaze oyun, benim tartışmasız favorimdir!” diye yazmış – ve ödülü almasına katkıda bulunabilmiştim...

O sıralarda “Maya Sanat” ne yazık ki kapanmıştı; sevgili Nilgün kardeşimize ise gene Beyoğlu’nda, bu kez Rebul Ezcanesi’nin bulunduğu tarihi Rumeli Pasajı’nın ikinci katında konuşlanmış Oyuncular Tiyatro Kahve’de Altıdan Sonra Tiyatro’nun yöneticisi olarak rastladık... Alçak gönüllü bu sanat mekânının İstiklal Caddesi’ne bakan café bölümünün sevgili arkadaşım Şükrü Sokullu’nun kırk yıl kadar önce ailesiyle oturduğu dairenin salonu, tiyatro “salonu”nun ise “ebeveyn yatak odası” olduğunu, kendisinden daha sonra öğrenecektik – ve bunun üzerine, birkaç hafta sonra Şükrü’leri alıp, burada sahnelenen 444” oyununu bir kez daha izlemeye gittik..!! (“Perde Aralığından”, 2 Nisan 2008)

“Mühendis kökenli” tiyatrocular...

Altıdan Sonra Tiyatro’nun Beyoğlu’na dönmüş olduğuna en çok ben sevindim – zira, artık tutkunu haline gelmiş olduğum bu topluluğu kentimizin en uzak köşelerine kadar izlemeyi görev edinmişitim... Hiç unutmam, ilkgençliğimden bu yana benim için bir “kült oyunu” sayılan, genç yaşta yitirdiğimiz Alman yazar Wolfgang Borchert’in “Kapıların Dışında”yı Göztepe’nin iç taraflarındaki bir okulun sahnesinde sergilediklerinde, bu “çifte şöleni” kaçırmamak için, soğuk bir Şubat gecesinde kar/kış demeden, oralara taşınmıştım... (“Perde Aralığından”, 28 Mart 2007).

“Bütün bunları niye anlatıyorum?”a gelince, değerli tiyatroseverler – alın size (henüz duymamış olanlarınız için) bir müjde: “Altıdan Sonra Tiyatro & Nilgün Kurt are back!!” Markiz Pasajı’nın karşısında, Beyoğlu’ndan Tophane’nin merkezine inen Kumbaracı Yokuşu’nun 50 kapı numarasında bundan birkaç ay önce açılışı yapılmış “Kumbaracı 50” sanat mekânı, artık Altıdan Sonra Tiyatro’nun sürekli sahnesidir – ve buranın “Genel Koordinatör”ü de sevgili Nilgün kardeşimiiiz..! www.kumbaraci50.com adresinden aylık programını görebileceğiniz bu sahnede, birçok konuk topluluk da oyunlarını sergilemektedir – örneğin (Hakan) Gerçek Tiyatro’dan tek kişilik bir başyapıt olan “Van Gogh”; gene muhakkak görmenizi önerdiğim, İstanbul Halk Tiyatrosu’nun sahnelediği, Levent Üzümcü ve Yıldıray Şahinler’in de rol aldıkları, gerilim dolu “Gagarin Sokağı”; öte yandan pek kimseye öneremeyeceğim, Tiyatrotem’in yeni yapımı “Hakiki Gala” gibi... Gene Ocak ayında (25 + 26 akşamları), bir Fransa/İspanya/Türkiye ortak dans yapımı olan “Lost & Found” Projesi; Semaver Kumpanya’dan Loula Anagostaki’nin yazdığı “Resm-i Geçit” (18/1) ve tabii ki, Altıdan Sonra’nın tüm oyunları – yukarıda çok kısa olarak değindiklerim ve ayrıca, gene Yiğit Sertdemir’den “Öldün, Duydun Mu?” İlginç bir tesadüftür ki bu oyun, dünya ve Türk tiyatro yazınının en saygın yapıtlarını yayımlayan Mitos Boyut’un 500. tiyatro kitabı olarak geçenlerde basılmış olup, bununla ilgili küçük bir jübile töreni, oyunun da sergileneceği 19 Ocak akşamı Kumbaracı 50’de yapılacaktır...

İşte, değerli “perde”severler – daire kapanıyor: Bundan on yıl kadar önce Beyoğlu’nda doğmuş “Maya Sanat”ın yöneticisi Nilgün Kurt ile gene on yıl önce, aslen tümü İTÜ mezunu olup öğrencilik dönemlerinde üniversitenin tiyatro kulübünde etkin olmalarının ardından, mühendislik/mimarlık uğraşlarının yanında sahne tutkularını sürdüren gençlerden oluşmuş Altıdan Sonra Tiyatro’nun, gene Beyoğlu’nda, gene ses getirecek yeni bir sanat mekânında yeniden bir araya gelmeleri, sizce kutlanması gereken güzel bir olay değil mi? O halde gelin Kumbaracı 50’ye, oradaki sanat duvarına birer destek çivisi çakmak için..!