11 Kasım günü, tam İstanbul’a uçmadan evvel, uçakta zamanımı nasıl geçiririm, ne okuyabilirim diye gazete satılan kioska girdiğimde, hiç beklemediğim hoş bir sürpriz yaşadım… Hemen en önde,
Kabul edersiniz ki, İstanbul’da yaşadığım çevreyi, bu denli kuvvetle, buram buram anımsatan bir ismi, Paris’te, havaalanının gazete satıcısında görmek, çok ama çok sıra dışıdır… İsmin yarattığı şaşkınlıkla, bir de ‘ben nasıl olur da bu ismi duymadım’, nevinden bir hayal kırıklığı ile kitabı, kitapçının garip bakışlarını es geçerek elime aldığımda ve yazar hakkında bilgi veren arka kapağa bir göz attığımda, “Türk asıllı yazar Metin ARDITI, İsviçre’de yaşamaktadır, ‘Louganis’lerin Kızı’, 5. romanıdır”, satırlarını okudum. Kitabın hayale, rüyaya davet eden ismi, Louganis’lerin Kızı, insanı hemen, kara bulutlu, soğuk, kış mevsiminin çekilmez gününden, Yunan adalarının, güneşli denizine, yaz mevsimine, beyaz peyniri, rakısı, rokası bol olan, kokularını özlediğim, temeli zeytinyağı olan, güzel bir mutfağa taşıyor… Ve İstanbul’dan döner dönmez, ‘Arditi’ isminin ardında yatan sırrı çözmeye azimli bir halde, uçağa bindim…
Döndüğümde, yani iki hafta sonra, olay dallanıp budaklanmış ve Metin Arditi, salgın halinde, tüm kitapevlerinin ön vitrinlerini, eserleri ile süslüyordu. Basan yayınevi de en kaliteli eserleri basmakla ün salmış, ‘Actes Sud Yayınevi’ idi…
Hoş bir tesadüf sonucu, kendisi ile temas etmek, sandığımdan daha kolay oldu… On gün içinde Paris’e geleceğini ve bana zaman ayırabileceğini söyledi… Zamanın çok kısa olduğunu, kitaplarını okuyacak vaktim olmayacağını, ancak daha ilerde benimle, eserlerini konu alan ikinci bir söyleşi yapmayı kabul edebilmesi koşulu ile yarı panik, yarı heyecanlı bir halde buluşma yerine gittim…
İlk gördüğüm anda, yarattığı izlenim hâlâ sürüyor; kendisini tanımadığım için, buluşma yerine geldiğimde, kim olduğunu tahmin etmeye çalıştım… Öylesine sessiz, gösterişten uzak ve mütevazı biri ki, onu bulmak kolay olmadı. Kısaca, tam bir centilmen… Türkçeyi anlıyor, ama uzun yıllardır konuşmadığı için, hoşlanarak, gülümseyerek konuşmasına rağmen, daha çetrefilli fikirleri izah etmek için Fransızcaya dönmeyi yeğliyor.
Yaşamı, ilginç, sıra dışı olmuş Metin Bey’in; 1945 yılında Ankara’da doğmuş, ama üç aylıkken, babasının işi yüzünden İstanbul’a taşınmışlar. Babası, o zamanlar Arditi soyadını Akgönül olarak değiştirmiş ve daha sonra doğan kızına da Gül ismini vermiş. Metin ve Gül Akgönül kardeşler, anne-babaları ile kışı İstanbul’da, yazı da Büyükada’da geçirirlermiş. Bu güzel yaşam, haşarı, ele avuca sığmaz yaramazlıkları ile ün salan küçük Metin’in 7 yaşına kadar sürmüş… Sonra ver elini İsviçre’de yatılı okul… Hayatının bu bölümünden, yani yatılı okul devresinden, pek söz etmemesine rağmen, kolay günler yaşamadığı kesin. Okul günlerini iki eserine konu etmiş; ‘Vincent’in Odası’ ve ‘Kucaktan Uzak’. Kucaktan Uzak, son kitabı ve benim okuduğum üçüncü eseri.
Metin Arditi, her parmağında bir marifet diye nitelendireceğim bir insan… Fizik mühendisi olarak mezun olduktan sonra atom mühendisliği dalında doktora yapıyor ve sonra Stanford Üniversitesi’nde, işletme dalında, master eğitimi görüyor, bir müddet akademik kariyer yaptıktan sonra, başarılı bir iş hayatına atılıyor…
Metin Arditi’nin özgeçmişine göz attığınızda, el attığı alanların çokluğu hemen göze çarpıyor. Yardım amacı ile kurulan birçok vakfın idaresinde faal rol alıyor. 1988 yılında kurduğu, ARDITI VAKFI, her sene 15 başarılı öğrenciye burs veriyor. Bu öğrenciler, Cenevre Üniversitesi veya Lausanne Yüksek Teknik Okulu öğrencileri arasından seçiliyor.
1996 yılından beri, sanatseverliği, kendisini, 112 müzisyenden oluşan, Suisse Romande Orkestrası’nın başkanlığı görevini, gönüllü olarak yüklenmeye itmiş; mesuliyetli olan bu görevi, kendisine verilen bir şeref olarak addediyor, gururla söz ediyor… 1997’de ise, başka bir vakıfta, Janus Korczak Çocuk Hakları Vakfı’nda görev alıyor. Geçen yıl da, Cenevre Üniversitesi’nde, davetli öğretim görevlisi olarak, yazı atölyesini yönetti.
Yazı hayatına atıldığında, ilk yaptığı iş ARDITI soyadını geri almak olmuş. İlk eserlerinde, önemli batı filozofları hakkında yazmış. Kolay olmayan bir inceleme, çok zamanını alan araştırmaların sonucunda, zengin bir kültür edinmiş ve sonra roman yazmaya başlamış. Aldığı köklü, sağlam eğitimin sonucu, yazı dilinde kullandığı Fransızcanın saflığını, zenginliğini, kullandığı kelimelerin, bir saat mekanizması kadar titizlikle seçildiğini, okurken her an fark etmek mümkün… İsviçre Fransızcası her ne kadar Fransa Fransızcası’ndan ayrılıyorsa da, kelime seçiminin çok büyük uğraşı gerektirdiği belli… Her seçtiği kelime, kullanıldığı cümle için en çok uyan, en gerekli, tabiri caizse en ‘cuk oturan’ tabir. Romanlarının çeşitli ödüllere layık görüldüğünü de ilave etmem gerek…
Ona yönelttiğim soruların biri de tabii, Türkiye’nin, doğduğu ülkenin, kendisi için ne ifade ettiği idi. Metin Arditi bu soruya, “Türkiye’nin hayatımda aldığı yer giderek artıyor” ve son kitabından bahsederek cevap veriyor. Türk asıllı Rumları konu alan, ‘Louganis’lerin Kızı’nı yazmak için bir kez, ‘Loin des bras’, yani ‘Kucaktan Uzak’ için ise, iki kez Türkiye’ye gelmiş. ‘Niye?’ diye bir soru yönelttiğimde, “Çocukluğumuz, hiç iyileşemediğimiz bir hastalıktır” diye, zeki, nüktedan ve aynı zamanda belli belirsiz, hüzün hissedilen bir cevap veriyor.
Kişiliğinde, sanki hiç erişilemeyecek, sır dolu bir taraf var. Konuşsa, anlatsa bile kelimelerle ifade edilemeyecek bir gizem sanki… Hem yakınınızda, yani hem kökenleri ile içimizden biri, hem de çok çok uzakta. Metin Arditi’yi tanımak için, zaman, çok zaman gerekiyor. En doğrusu, eserlerine, kendisini en iyi anlattığı otobiyografik eserlerine ve romanlarına başvurup, kişiliğini hissetmek.
Metin Arditi’nin bana ayırdığı zaman, çok kısa geliyor, çabuk geçiyor… Beni hiç tanımadığı halde görüşme isteğimi olumlu cevap verdiği için, kendisine teşekkür edip, ayrılıyorum. Kendisini tanımaktan son derece memnunum, ama işim zor; zira böylesi başarılı yol kat etmiş birini, hak ettiği şekilde anlatmak istiyorum.
Bundan sonra hedefim, ikinci bölümü hazırlamak üzere, okuyacağım kitapları seçmek ve sanatçı kişiliğini kavramak üzere sorular hazırlamak olacak… Türk okurlara Metin Arditi’yi, biraz tanıtabilirsem, ne mutlu bana…
Ziva GALİKO / Paris