Kalbim Ege’de kaldı!

İzmirli ve İstanbullu yeni nesli kaynaştırmak ve dayanışmalarını güçlendirmek adına, İzmir Musevi Cemaati, İzmir Kültür Derneği’nde Hanuka Bayramı’nın son gününde gençleri konuk etti. Bu vesileyle İzmir’in turistik yerleriyle, Yahudi tarihinin belli yerlerini gezdik

Toplum
6 Ocak 2010 Çarşamba

Siz şu anda bu yazıyı okurken, ben Sezen Aksu’nun İzmir şarkılarını dinleyip sanırım halen iç geçiriyor olacağım… İzmir’e ilk gidişim çocuk yaşta, seneler evvel Dostluk Yurdu Derneği’nin “Kula” oyununun gösterisi ile olmuştu. O zamanlardan aklımda kalan Alsancak’taki Sevgi Yolu, Kordon sahil; boyoz, gevrek ve bizi coşkuyla alkışlayan İzmir Cemaati idi.  Daha sonraları birkaç kez yolum düştüyse de bu seferki bir başkaydı. Cemaatimizin organize ettiği bir seminer sayesinde İzmir’i bir daha tanıdım. 

Havalimanından şehir merkezine giderken yolun sağında bu sene açılan “Avrupa’nın en büyük maske heykeli” olan Atatürk heykeli dikkatimi çekti. İzmir Kültür Derneği’ne gelir gelmez büyük bir kalabalık, Şabat sofrası etrafında bizi bekliyordu. Cemaat hanımlarının hazırlamış olduğu yemekler, gençlerin kaynaşması ve ardından İzmir Cemaat Başkanı Jak Kaya’nın sözleri adeta insana “ne iyi ettik de geldik “ dedirtiyordu. Başkan Kaya özellikle gençleri görmekten yaşadığı mutluğu, “Biz burada hep 50-60 yaş ortalaması ile toplanırız ama bu akşam yaş ortalaması 20 !” diyerek belirtiyordu.

Ertesi sabah rehberimiz Sara Pardo eşliğinde şehir turuna başladık. İzmir’in geçirdiği yangınlar ve savaşlar cumhuriyet sonrası bu şehrimizin yeniden yapılanmasının bir devlet meselesi olmasına neden olmuş. Özellikle Atatürk’ün emri ile İzmir enternasyonal fuarı, fuar bölgesindeki evler, caddeler büyük bir titizlikle düzenlenmiş ve halen aynı şekilde korunuyor. Kısa bir süre sonra Kemeraltı Bölgesi’nde aracımızdan indik. Kemeraltı Çarşıdan geçerken peynircisinden, manavına çarşı esnafının “Sara Abla günaydın, nasılsın?” demesi bizi çok etkiledi. Sara Abla hem 40 senelik rehber, ama daha önemlisi gerçek bir İzmirli…

Çarşıdan biraz ilerledik ve ilk durağımız Şalom-Aydınlılar Sinagogu oldu. Sinagog girişi alışılagelmiş güvenlik kapılarından uzak; ne bir kamera ne de bir güvenlik. Çarşıda birisine “havra nerede?” diye sorsanız size cevabı  “Hangisi?” olacak, şaşırmayın! Bu bölgede neredeyse yan yana 9 sinagog olduğunu o gün öğrendim. Aydınlılar Sinagogu’nun içerisinde kendinizi eski bir Türk evinde hissediyorsunuz. Kalyon şeklindeki tevası ile de size Balat Sinagogu’nu hatırlatıyor. İzmir sinagoglarını İstanbul’dan farklılaştıran özelliklerin başında, Ehalin her iki yanındaki iki ayrı dolap bulunması ve tavanlardaki kalem işleri geliyor. Yine Sefarad Sinagogları’nın bir özelliği olan Teva’nın dört sütun arasında yer almasını da buradaki bütün sinagoglarda görüyoruz.

Bir sonraki durağımız ise diasporanın en ünlü kadın Yahudilerinden Donna Grasya Nasi tarafından inşa ettirilmiş olan La Sinyora Sinagogu idi. Kanuni Sultan Süleyman ve 2. Selim’in de yakın dostu olan, sarayın dış ilişkilerinde de etkin bu hayırsever hanımefendi, hem Portekiz’den Marranoların kaçmasına yardım ederken hem de La Sinyora gibi birçok sinagog ve eser bırakmış. Sinagogun iç mekânı ahşap teva bölümü ve azarada yağlı boya tablolar ile dikkat çekiyor. Dışarı çıktığınızda da tunç ağacı ve eski bir Rum evini andıran mimarisi içimizi aydınlatıyor.

Hemen arka sokakta ise İzmir’in en otantik sinagogu Algazi bizi karşılıyor. Algazi ailesi İzmir’e birçok müzisyen ve din adamı yetiştirmiş, Sabetay Sevi döneminde yaşanan karışıklıklarda İzmir’i o dönem terk etmiş ama daha sonra tekrardan geri dönmüştür. Sinagog bir asma katta bulunuyor. Eskiden alt katı din dersleri için kullanılan midraş olan bu sinagogda azara bulunmaması dikkatimi çekti. İçerideki kalem işi süslemeler, isim yazılı koltuklar sinagogun iç mekânını farklı kılan özellikleri oluşturuyor. Sinagog 1907 yılında Beth İsrael yapılana kadar en büyük sinagog olarak faaliyet göstermiş. Şu anda ise cemaatin yardımları ile onarılmış ve faaliyete devam ediyor. Algazi Sinagogu’nun hemen arkasında yıkık halde duran La Hevra Sinagogu’nu gördükten sonra onarmanın ne denli çaba gerektirdiğini bir kez daha kavradık.

Kısa bir yürüyüş sonrası bu kez karşımıza Portekiz Sinagogu çıktı. Bu sinagogun önemi ise bir dönem Sabetay Sevi’nin sahte mesih olaylarında taraftarlarının toplandığı ve daha sonra kendi sinagogu haline getirdiği bir mekân olmasıydı. Sinagog, ibadethane özelliğini kaybetmiş, yarı harap halde bulunuyor. Tarihimize tanıklık etmiş bu mekânların hali insanı üzüyor. Sadece İzmir Cemaati’nin değil, İzmir’e gelen turistlerin de ilgisini çekiyor. Yolun sonunda karşıda yıkık halde duran Sabetay Sevi’nin evini de gördük.

Sinagog ziyaretlerinde son durağımız ise Bikur Holim Sinagogu oldu. Bu sinagog Portekiz kökenli Ciaves Ailesi tarafından mevcut hastane bölümüne ek olarak daha sonradan inşa edilmiş. Yaşanan büyük yangında bütün ibadethanelerin kullanılamaz hale gelmesi neticesinde Kamondo Ailesinin de Osmanlı’ya ricası sonucu tekrardan faaliyete geçmiştir. Rotshchild ailesi de İzmir ziyareti sırasında çok etkilenmiş ve sinagoga bağışta bulunmuştur. Girişte bir midraş ve ardından ana ibadethaneye açılan kapı ile birlikte içeride bizi süslemeli tavanlar çiçek desenli kalem işlemeleri karşılamaktadır. Gerek oturma yerleri gerekse de dekorasyonu ile alışılagelmiş tarzın dışındaki bu sinagoglar bize bu tarihi dokuyu yaşatmaya devam ediyorlar. 

Gezimizin sonunda karşıdaki gevrekçiden boyoz ve gevrek yemeyi ihmal etmedik ve ardından rehberimize bize bu güzel hediyesi için teşekkür edip İzmir Kültür Derneği’nin yolunu tuttuk. Dönüş yolunda İzmir cemaati ile ilgili aklımdaki birçok soruya cevap bulmuştum. Ailelerin birbirine bağlılığı, eğitim seviyesinin yüksekliği, İstanbullulara göre daha kapalı ve tutucu olmaları bu mirasın devamı olduklarının bir göstergesi. Bu kadar zorluklar yaşamış ama İzmirli olmaktan vazgeçmemiş bu cemaatin günümüzde başka sıkıntıları olduğunu da kalan zamanda öğreniyorum. Cemaat gençlerinin lise sonrası üniversite için çoğunlukla yurtdışı veya İstanbul’u tercih edip daha sonra hayatlarını burada kurmaları cemaatin küçülmesine neden oluyor. Şu anki cemaatin çoğunluğunu ya 40 yaş üstü ya da 18 altı bireyler oluşturuyor. Her şeye rağmen cemaat gelecekten umutlu ve İzmir’de yaşamanın ayrıcalığının farkındalar.

İzmir’den söz etmişken son olarak Dario Moreno’yu da söylemeden geçemeyeceğim. Bildiğiniz gibi bu sene Dario Moreno müzik ödülleri Ajda Pekkan ve Enrico Macias’a verildi. Enrico Macias kendisine müzik hayatında büyük yardımları bulunan dostunu unutmadı ve adını taşıyan sokakta düzenlenen törene katıldı. İzmir şehri onun gibi birçok unutulmaz ismi hayatımıza kazandırdı, bize düşen görevse onların anısını yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak...

Yazının başında dediğim gibi Adnan Menderes Havalimanı’nda uçağımızı beklerken kalbimin bir yarısı İzmir’de kaldı. Her gittiğimde farklı bir tadını tattığım Türkiye’nin bu aydınlık yüzünü ve sıcak insanları çok özleyeceğim. Eğer Kordon’da Saat Kulesi’nde çekilmiş bir fotoğrafınız varsa; gevrek ve boyoz kelimesi bir şeyler hatırlatıyorsa; Sevinç Pastanesi’nden bir kup veya kurabiye yiyip tadı damağınızda kaldıysa; bir İzmirli kızla tanıştıktan sonra “Ah şu İzmir’in kızları” diyip iç geçirdiyseniz; Pasaport, İskele ve Alsancak’ta gezmenin keyfini yaşamışsanız kısacası İzmir’de doğmayıp İzmir’i yaşamaya başlamışsanız siz de İzmirli olmuşsunuz demektir…

Mois GABAY