SOLO KLARNETÇİ SHARON KAM: “Egoma yenilseydim Zubin Mehta beni keşfedemeyecekti...”

Son yılların parlayan yıldızlarından İsrailli ünlü klarnet sanatçısı Sharon Kam’ın, piyanist İtamar Golan eşliğinde tutkulu bir yorumla seslendirdiği eserler, 21 Aralık Pazartesi akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nu dolduran müzikseverlerin yüreğinde yankılandı

30 Aralık 2009 Çarşamba

Zali Detoledo ve CRR işbirliğiyle sahne alan Sharon Kam ve İtamar Golan, konser bitiminde kendilerini dinlemeye doyamayan seyircilerin ısrarlı alkışlarına üç kez bis yaparak karşılık verdiler.

30’lu yaşların sonlarında ve  üç çocuk sahibi, Daniel (12), Natali (5), ve kazandibi Yasmin (1), olmasına rağmen bir genç kız görünümünde olan Sharon Kam, müzisyen bir ailenin kızı; annesi Rachel Kam İsrail Filarmoni Orkestrası’nda uzun yıllar keman çalmış; erkek kardeşi Ori Kam konser kemancısı, babası ise tanınmış bir bilim adamı. Sharon Kam hayatını değerli orkestra şefi Alman Gregor Bühl ile birleştirince müzikle çevrili dünyası evliliğinde de devam etti.  Klarnet sanatçısı olmaya karar verdiğinde Eli Eban ve Chaim Taub’dan eğitim aldı. 16 yaşındayken Zubin Mehta yönetimindeki İsrail Filarmoni Orkestrası’yla ilk kez sahneye çıktı. Isaac Stern tarafından desteklenen sanatçı, Juilliard mezun olduğu Müzik Okulu’nda, Charles Neidich ile birlikte çalıştı. Münih, 1992 ARD Uluslararası Müzik Yarışması’nda birinci olan Kam, o tarihten beri ABD, Avrupa ve Japonya’da en ünlü orkestralarla birlikte sahne alıyor. Bugüne kadar da 10 dan fazla albümü müzikseverlerle buluştu. 

Konser öncesi Sharon Kam ile kısa bir söyleşi yapmak üzere eşi ve bir yaşındaki kızı Yasmin ile kaldığı otelin lobisinde bir araya geldik. Sıcacık tavırlarıyla sohbeti keyifli hale getiren Kam’la bakın neler konuştuk:

 Her müzisyenin enstrümanını seçme hikâyesi vardır; özellikle de sizin gibi küçük yaşlarda başlayanların. Klarnet çalmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında klarnet çalmaya 12 yaşındayken başladım. Bu gerçekten çok geç sayılabilecek bir yaş. Ancak,  çok minik yaşlarda keman; beş yaşında da piyano çalıyordum. Müzikteki yeteneğim daha o zamanlardan  kendini göstermişti ama benim için her iki enstrüman da doğru değildi. Bir şekilde, onlarla bağ kuramadım yani bütünleşemedim. Yedi yaşımdayken, annem İsrail Filarmoni Orkestrası’nda keman çalardı. Bir keresinde klarnetle Mozart’ın ve Brahms’ın 5. Senfonisi’ni çalmıştı. İkisi de çok önemli ve güzel bestelerdi ve tabii sadece klarnet için değil, tüm enstrümanlar için. Çok sevdim, hatta tutuldum diyebilirim. İşte, ne istediğimi o zaman anladım. Ben klarnet çalmalıydım. Yedi yaşında blok flüt çalmaya başladım. Farklı yerlerde, birçok önemli kurslardan geçtim. Yedi sene boyunca bu enstrümanla büyük başarılar elde ettim. O zamanlar Mihaela Petri yoktu ve insanlar benim bu enstrümanı çalmama tepki gösterip, anneme ilerde bununla ne yapacağımı  soruyorlarmış. Neyse ki, bugün Barok Müziği çok gelişti ve gerçekten yapılacak çok güzel şeyler var.

 Anneniz de müzisyendi, evinizde ne tür müzikler dinlenirdi?

Evde annem Oda Müziği çalardı. Her Cuma gecesi Filarmoni orkestrasından arkadaşları bizim evde toplanır ve bize müzik şöleni yaşatırlardı. Evimizde her zaman müzik vardı. O akşam çalınanlar profesyonelliğin de ötesinde tamamen eğlenmek içindi. İşte böyle bir keyifle büyüdüm ben. Bundan başka tabii ki, her zaman İsrail Pop Müziğini de dinlemeyi sevmişimdir. Bugün kendi evimde de  çocuklarımla İsrail şarkılarını zevkle dinliyoruz.

 Genç ve başarılı bir müzisyenlikten olgun virtüözlüğe geçişte  sorunlar yaşadınız mı ve bugün bulunduğunuz yere nasıl vardınız?

Hayır, büyük bir sorun yaşamadım. Büyüyoruz ama dünya bazen bunu kaçırabilir. Harika çocuk bazen 28 yaşına gelir ve harikalar yaratır ama keşfedilmemiş ya da  fark edilmemiştir. 60 yaşında bir besteci için 28 yaş bebek sayılır. 20li yaşların sonlarındayken (ki anneydim), biri beni arıyor ve “çocukların konseri var; sen de katılır mısın bu konsere lütfen” diyor. Aslında şaşırmıştım. Neyse ki, egoma yenik düşmedim ve teklifi kabul ettim. 10 yıldır zorlu bir tırmanıştaydım ancak henüz fark edilmemiştim. Daveti kabul ettim. Konçertolar da vardı, sololar da. Ben solanisttim. Paylaştığım sahnede yarı yaşımda kızlar vardı. Zubin Mehta beni prova esnasında dinlediğinde çok utanmış ve yaptığının büyük bir hata olduğunu anlamıştı. O gün hemen programı değiştirdi ve beni program akışında en sona koydu. İnanılmaz üzgündü; bir ara yanıma geldi ve benden özür diledi. Yaşamın içinde bazı durumlar vardır ki, anlamak lazım. O daveti kabul etmeseydim, kendimi başka türlü ona nasıl anlatabilirdim...Zubin o akşam, beni konser için Minhen’e davet etti. Fark edildim.

 Bazı müzisyenler günümüz bestecilerinin enstrümanların doğasını yeterince tanımadıklarını, geçmişin birikimi ve derinliğiyle kıyaslayınca modern bestelerin pek değerli olmadığını  iddia ediyorlar. Çağdaş müzik seslendiren biri olarak siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kısmen doğru ama hepsi değil. Mesela, Polonyalı besteci Penderecki’nin özellikle klarnet için yapılmış bir eserini çaldığımda büyük başarı kazanmışımdır. Bazen belli enstrümanlara yakışmayan eski besteler vardır ki, bu konuda çok seçici ve özenli olmak gerekir. Günümüze ait çağdaş müziğin de kendine has bir zevki var ancak bazıları doğru seçilmiştir ve kalıcı yerini alırken, bu konuda başarısız olanlar zaten yok olmaya mahkum olur.

Konser vermek ya da güzel ve kalıcı bir albüm yapmak; hangisi size daha çok heyecan veriyor?

Seyirciyle temas benim olmazsa olmazımdır. Konser verirken yükselen adrenalinim, yukarıya tırmanan bir tren gibi beni yükseklere taşır. Ancak, bir sanatçı albümsüz fazla bir ilerleme kaydedemez bence. Bir çocuğun resim albümü gibi, albümlerim de bana ait belli dönemleri temsil ederler. Albüm çıkardığım zamanlarda olumlu bir stres yaşarım. Bu benim yaratıcılığımı arttırır ve böylece yeniliklere yelken açarım. Bazen eski bestelerden yeni bir şeyler çıkabiliyor ve bu gerçekten çok heyecan verici. Sürekli üretiyorsunuz, böylece yeteneğiniz de gelişiyor. Böylece seyirciyle bir araya gelmek daha da keyifli bir hal alıyor. 15 senedir değişik yapım şirketleri tarafından albüm istekleri aldım. Onlarla çalışırken her birinden farklı ve önemli tecrübeler kazandım. Kısaca her ikisi de benim için çok heyecan verici.

 Yıllardır İtamar Golan ile birlikte konserler veriyorsunuz. Aranızdaki bu uyumu nasıl açıklıyorsunuz ?

İtamar ile 20 yıldır beraber çalıyoruz. 18-19 yaşında New York’ta tanışmıştık. Yaşam ikimizi de bir şekilde Avrupa’ya getirdi. Karakterlerimiz çok farklıdır ve o anlamda pek de uyumlu sayılmayız. Ancak, müzikteki uyum bunun tam tersini gösteriyor. Sahnede yakaladığımız güzel uyumdan mahrum kalmamak için, kesinlikle  arkadaş kalmak zorunda olduğumuzu anladık. Eskiden çok tartışırdık. Artık ikimiz de evliyiz; çocuklarımız var. Zamanla olgunlaştık ve şimdi gerçekten çok derin bir dostluğumuz var. O benden tam bir yaş büyük ve artık gerçekten ağabey kardeş gibiyiz.

 Eğitim sürecindeki genç klarnetçilere, anne ve babalarına ne tavsiye edersiniz?

Benim gittiğim yol aslında pek normal sayılmaz. Solo klarnetçi olmak gerçekten de bambaşka bir meslek sahibi olmak gibi bir şey. Klarnete en erken 8-9 yaşlarında başlanmalı, ancak daha önce başka enstrümanlar çalmışsa 12 yaş da uygundur.  Klarnetçi, önce orkestrada çalmalı. Dünyanın birçok ülkesinde, klarnet çalmayı öğreten farklı okullar var. İyi bir deneyim sahibi olabilmek için varsa maddi, yoksa başka imkanlarla bu yerlere gitmek, bu okulların farklı eğitim sistemlerinden geçmeli. Bir de tabii, kendine güvenmek ! Anne, babalara tavsiyem ise, çocuğun yeteneğini fark ettiklerinde onu sonuna kadar desteklemeleridir.

Tuna SAYLAĞ / Miryam ŞULAM