GENÇ KALEMLER/ Suçlu psikolojisinin nedenleri...

Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre iki temel özellik bireyin olumlu gelişimini sağlamada önemli bulunmuştur. Bunlar sevgi ve denetim özellikleridir

Gençlik - Eğitim
30 Aralık 2009 Çarşamba

İnsanın yapacakları önceden belli midir? Suçlu insan suçlu olarak mı doğar? Aslında suç ve suçluluk nedir? Etrafındaki etkenler suçluyu nasıl etkiler? Kişiyi suç işlemeye iten sebepler nedir? Suç önlenebilir mi…

Yazımda bunlar ve benzeri sorulara cevap arayacağım. İnsanlar bir suç işlendiğinde yapan kişiye bakar ve onu değerlendirir ancak kimse bu suçun işlenmesinin altında ne gibi bir neden veya nedenler yatabileceğini düşünmez. Asıl inceleme gerektiren konu suçlunun geçmişi, ailesi, çevresinde gelişen faktörler ve bunların o kişiye etkileridir çünkü ancak bu sayede gelecek suçlar engellenebilir. Benim fikrim; aslında “suçlu insan” diye bir şey olmadığı, “suça itilen insan” olduğudur.

İnsan olumsuz çevresel koşullarla başa çıkabilecek çabaya ve iradeye sahip aktif bir varlık olarak değerlendirilir ancak bu her zaman doğru değildir. Maslow’un “Gereksinim Tabakalaması Teorisi”ne göre insan aklı aldığı bilgiyi inceleme, ilişkilendirme, problem çözme, değerlendirme, düşünme, seçme gibi çeşitli bilinçli ve mantıklı işlevler yapma özelliğine sahip olmasına rağmen farkında olmadığı bilinç dışı süreçlerin de etkisinde bulunur. İşte bu süreç ve etkenleri de içinde büyüdüğü aile ve daha sonra bulunduğu toplum belirler. İnsanın nasıl bir kişilik olduğunu onun en yakın çevresinden başlayarak içinde bulunduğu toplum ve çağa özel koşullar ile insanın bunlarla etkileşimi belirler.

İnsan yaşamında çocukluk ve gençlik yıllarının farklı bir önemi olduğu kanıtlanmış bir gerçektir çünkü bireyin kişiliği ve oluşturacağı kimlik çocukluk yıllarında biçimlenir ve çocuklar, anne-babalarına benzemek, onlar gibi olmak ister ve hayatta onları örnek alır. Bu nedenle de topluma olumlu bir birey kazandırmanın sorumluluğu en çok yakın aileyi oluşturan anne-babanın üzerindedir.  Çocuğa sevgisini gösteren ve yaşına göre uygun bir rehberlik sağlayan anne baba tutumu ile yetişen bireylerin birçok araştırmada pek çok gelişim özelliği açısından daha olumlu oldukları görülmektedir. Aşırı disiplinli, sevgisiz ve soğuk aile ortamlarında büyüyen çocuklarda ise çeşitli psikolojik sorunlar ortaya çıkmıştır. Özellikle suçlu çocuk ve gençlerin aileleri araştırıldığında soğuk, ilişkisiz ve ilgisiz aile ortamları bulunmuştur. Aile ortamı açısından çocuğu suça iten aşırı disiplin kadar ilgisiz, soğuk mesafeli tutumlar da önemlidir. Bireyin gelişimini engelleyen, amaçlarını ve onu kısıtlayan, cezalar ile sınırlayan olumsuz ortamlar saldırganlığa zemin hazırlar. Ayrıca aile ortamında saldırganca davranan ebeveyn örnekleri bunu daha da kuvvetlendirir. Ailenin eğitim düzeyi, gelir düzeyi gibi etmenler de suçlulukla ilişkili bulunmuştur.

Birçok suçlunun hayatları incelendiğinde ortaya ailevi sorunlar yaşadıkları çıkmıştır. Terörist Usame Bin Ladin, babasının onuncu karısının çocuğu olarak doğmuş ve küçük yaşında annesi ile babasının boşanmaları nedeniyle çocukluğu üvey anne ve dört üvey kardeş ile geçirmiş. Saddam Hüseyin babasını hiç tanımamış, 13 yaşındaki kardeşi kanserden ölmüş ve annesinin yeni kocası tarafından şiddet görerek büyümüş. Bir başka örnek ise kadın seri katil Alieen Wuornos’un çocukluğunda bulunur. Kendi doğmadan önce çocuklara tecavüz ve 7 yaşında bir çocuğu öldürme suçundan hapse giren babasını hiç tanımamıştır ve babası hapishanede intihar etmiştir. Annesi ise Alieen ve kardeşini küçük yaşta terk etmiştir. Bu olaylardan sonra genç kız kardeşi de dahil olmak üzere birçok kişiyle ilişkiye girmiş, 13 yaşında hamile kalmıştır. Sonraları bir süre hayat kadınlığı yapmış ve kendisine tecavüz ettiklerini iddia ettiği 7 adamı öldürerek bir seri katil haline gelmiştir. Bunun gibi daha birçok örnek vardır ve bu da ailenin ve çocukluk döneminin suçlu ve insan kişiliğine etkisini kanıtlamaya yeterlidir.

Çocukluk döneminden sonra kişi topluma adım atar ve bu sosyalleşme okul hayatı ile başlar. Okul da ailede olduğu gibi bir etkiye sahiptir. Aile kadar olmasa da okulda uygulanan sert disiplin çocuğu şiddete ve isyana yönlendirir; oysa pozitif bir eğitim ile çocuk daha doğru yetişir. Çocukluk sonrasında ise kişinin ergenlik çağı, henüz yeterli donanıma sahip olmadan bağımsızlaşma çabasıdır. İşte bu dönemde genç, baskı altında ve bağımsızca davranmayı desteklemeyen bir ortamda yetişmişse, aile ve yetişkinler yerine diğer grupların etkisine hiç sorgulamadan kolaylıkla katılabilir. İnsanlar hem kendi başlarına bir birey olma, hem de toplum içinde var olma gereksinimi duyarlar. Bir suçlunun üzerinde toplumun etkisi olduğu, su götürmez bir gerçektir. Zaten suçun tanımına baktığımızda, toplum fikirleri ve doğrularıyla çatışan hareketler olarak görülür. Örneğin geçmiş yüzyıllarda bir insan öldürmek suç bile sayılmazken, şu anda en ağır suç olarak değerlendiriliyor; çünkü o zamanlarda toplum hırsızlık gibi günümüzün en hafif suçlarından birini bile idam ile cezalandırıyor. Yani toplumun değer yargıları değiştikçe suçun derecesi, suçlunun görüşleri de değişiyor. Toplumsal doğruları ve yanlışları oluşturan örf, adet ve gelenekler de zaten bireye toplum tarafından aşılanır. Bu açıdan örnekler daha çok siyasi liderler üzerinden görülür. Mesela Benito Mussolini’nin geçmişine baktığımızda birlikte çok zaman geçirdiği babasının bir anarşist olduğu ve babasının fikirlerinden yola çıktığını görüyoruz. Mussolini aynı zamanda gittiği okuldan yaptığı uygunsuz davranışlar ve asi kişiliği nedeniyle kovulmuştur. Ünlü diktatör Adolf Hitler ise küçük yaştan beri memur olmasını isteyen babasıyla çatışıyor ve ressam olmak istiyormuş. Babasının zorlamaları ve onu yolladığı farklı okullardan sonunda isyan eden Hitler, Avusturya devlet görevlisi olan babasına inat Alman milliyetçisi olmuştur. Babasının ani ölümünün ardından Hitler de davranışları yüzünden okulundan atılmıştır. Tıpkı Hitler ve Mussolini gibi Joseph Stalin’in de okuldan atıldıktan sonra çevre akımlarına uyarak bir Marksist olduğunu görüyoruz. Bu örneklerde de o dönem toplumunun kişiyi nasıl etkilediğine ve ne yönlere çektiğine tanık oluyoruz.

O zaman insanın elinde olmayan bu davranış bir hastalık mıdır? Her toplumda görülen toplumsal kurallara, kanunlara karşı davranışlar yüzyıllar boyunca düşünürleri, yöneticileri, hukukçuları ve bilim adamlarını yakından ilgilendirmiştir. Geçmiş tarihsel zamanlarda suçu ruhun bir hastalığı olarak düşünmüşlerdir. Orta çağlarda ise suç, şeytani bir davranış ve kötü ruhların etkisiyle ortaya çıkan bir eylem olarak görülmüştür. Bazı eski düşünürler suçu bir hastalık olarak görürken diğerleri suç nedenlerini bireyin dışında toplumsal çevrede, yoksulluk, ekonomik sorunlar, değişimler gibi toplumsal koşullarda aramışlardır. Bizim de yapmamız gereken budur, yani yeni suçlular yetişmesini engellemektir.

Daha önce de belirttiğim gibi bu özellikler çocuğa aile ve toplumun ilk adımı olan okulda kazandırılacaktır. Bu durumda yapılması gereken; çocuğa baskı uygulamadan kuralları onunla tartışmak, nedenler ve sonuçları açıklanarak ona benimsetmek, alınan kararlarda yaşının el verdiği miktarda yer vermektir. Bağımsız olmaya özendirilmiş gençlerin, daha bireysel olup bu dönemde önemli rol oynayan gruplarının daha az etkisi altında kalması beklenir. Bu nedenle de çocuğa seçim özgürlüğü tanınır, görüşleri dikkate alınır, konuştuklarına ilgili ve olumlu cevaplar verilir ve aynı zamanda iletişim kurması, kültürel ve akademik eğitimi de desteklenirse çocuğu suç işlemeye itecek tüm nedenler oradan kalkmış olur.

Sonuç olarak, suçluluğa psikolojik, sosyolojik, ekonomik, ve hukuksal yönleri kapsayacak bir anlayışla bakmak gerekir çünkü suç işleme ve suçluluk doğuştan bir kişilik özelliği değildir. Suçlu, büyük ölçüde olumsuz gelişim koşullarında yetişmiş, insan olarak hak ettiği değer ve özeni almamış bir kişidir. Suç işleyenlerin sorumluluğu büyük ölçüde çevresel ve toplumsal koşullardadır. Bu nedenle bir suçluyu değerlendirirken olası diğer faktörler de göz önüne alınmalı ve belki de suçlu, psikolojik tedavi alarak topluma kazandırılmalıdır.

Lorin RAZON