Son 50 yılın muhasebesi

Kariyeri boyunca Yunan yakın tarihine eğilen, siyasal sinemanın büyük ustası Angelopoulos, 2. Dünya Savaşı’ndan günümüze uzanan renkli bir perspektif çiziyor.

Viktor APALAÇİ
23 Aralık 2009 Çarşamba

Kronolojiye uymayan, belirli bir öykü anlatma kaygısını taşımayan senaryo, farklı coğrafyalarda geçen bir nehir hikâyeyi perdeye taşıyor. Ancak, aynı kadını seven iki erkeğin filmini çeken bir yönetmenin iki paralel öyküsünü anlatan filmde, Angelopoulos’un artık yorulduğunu ve eski etkinliğini kaybetmiş olduğunu görüyoruz

Tekrarlara düşse de, kendini yenilemeye çalışmasa da, Theo Angelopoulos yalnız Yunanistan’ın değil, çağımızın en büyük sinema düşünürlerinden biri.

‘Ağlayan Çayır’ ile başlayan trilojisinin ikinci ayağı olan “Zamanın Tozu’nun vizyona girmesiyle, çağdaş sinema dilini yenileme çabasıyla, öncü kişiliğiyle, Angelopoulos’u bu haftaki yazımızın konusu yapmak istedik.

Sinema eğitimi alan, eleştirmenlikten senaryo yazarlığına ve yönetmenliğe geçen, kariyeri boyunca Yunan yakın tarihine eğilen, siyasal sinemanın bu büyük ustası, Yunanlıların kollektif belleğinden ve bilincinden süzülüp gelen duyguları perdeye taşıdı.

Özgün sinema diline, sabit bir kameradan çekilmiş, çok uzun sekanslar damgasını vurur. Sinemanın alışılmış kalıplarını yıkan, birkaç olayı tek bir çekimle anlatan, kurguyu dışlayan Angelopoulos, özgün bir stile sahip bir sanatçı. Yunan tarihine görkemli ve coşkulu bakışını, geleneksel sinemaya ters düşen, bitmek tükenmek bilmeyen uzun plan sekanslarla anlatan sanatçının başyapıtı, şüphesiz ki ‘Ulis’in Bakışı’. Kendisini ölümsüz kılan filmleri arasında, ‘Avcılar’, ‘Kitera’ya Yolculuk’, ‘Arıcı’, ‘Leyleğin Geciken Adımı’ öne çıkıyor.

Epik filmleriyle klasik biçimsel kalıpları yıkan, müziğe yer vermeyen, zengin görselliğiyle büyüleyen, Balkan Yarımadası’nın yazgısını tarihsel bir perspektif içinde anlatan, savaşın dehşetini yansıtan, göç, geçmenlik, sınır çekişmeleri, kimlik arayışı ve milliyetçilik gibi temaların etrafında dönen Angelopoulos’a “sinemanın Brecht”i  demek mümkün.

 HEP AYNI FİLMİ ÇEKTİ

‘Zamanın Tozu’na gelince… ‘Ağlayan Çayır’ ile başyalan trilojinin bu ikinci ayağı, 1919 ile 2. Dünya Savaşı aralığında geçen ilk filme, kaldığı yerden devam ediyor.

‘Ağlayan Çayır’ın tümü Yunanistan’da geçerken, ikincisi farklı coğrafyalarda, Almanya, İtalya, Rusya ve ABD’de geçiyor. Oyuncu kadrosu (Willem Dafoe, İrene Jacob, Bruno Graz, Michel Piccoli) uluslararası.

Bu nehir hikâyeyi Angelopoulos, kronolojiye uymadan, belirli bir öykü anlatma kaygısı taşımadan perdeye aktarıyor.

Büyük bir mizansen sihirbazı olmasının verdiği güvenle, olayların kronolojik akışını, devamlılığına önem vermeksizin, çabasını, konunun dramatik yapısını yansıtmada kullanıyor.

Kahramanı, yine 2. Dünya Savaşı sonrası Yunanistan’dan sürgün edilen veya göçe zorlanan bir kadın. Annesinin hayat boyu büyük bir aşk yaşadığı iki adamla olan ilişkileri üzerine yönetmen A. (Willem Dafoe) bir film yapmaktadır.

Yarıda bıraktığı filmin çekimini tamamlamak üzere Roma’daki stüdyosuna dönen yönetmen A.’nın koşuşmalarını, geçmişi bugünün yerine koyan bir uslupla izliyoruz.

Angelopoulos “Kendimizi tarihin bir parçası olarak düşündük. Günümüzde konusuyla, ya da öznesiyle tarihin bir parçası olduğumuzu söyleyemeyiz” diyor. Günümüz Roma’sını Cinecitta stüdyolarında, yönetmen A. ile başlayan film, A’nın annesinin (İrene Jacob) Rusya’daki sürgün hayatını Sibirya’ya sürülüşünü, hayat boyu büyük aşk yaşadığı iki adamla ilişkisini, Stalin’in ölümünden sonra, üç kahramanımızın yollarının  ayrılmasını, aynı kadını seven biri Yahudi (Bruno Ganz) iki erkeğin (diğeri Michel Piccoli) yazgısını anlatıyor.

 KARAINDRU’NUN MÜZİĞİ ÇOK BAŞARILI

2. Dünya Savaşı sağa sola savrulan Yahudiler’in yeni bir hayat kurma çabasından, 20. yüzyılın ikinci yarısının önemli olaylarını kateden bir yolculuğa bizleri davet eden Angelopoulos’un kahramanları, Sibirya, Kuzey Kazakistan, İtalya, Almanya ve Amerika’da birbirlerini ararlar.

Bu yolculukta, Stalin’in ölümünden Wategate skandalına, Vietnam Savaşı’ndan Berlin Duvarı’nın yıkılışına, son 50 yıla damgasını vurmuş olayların izlerine rastlıyoruz.

Angelopoulos, kahramanı yönetmen A.’nın tamamlamaya çabaladığı filmin konusunun yanısıra, A’nın ailesini ve sorunlu kızı ile olan ilişkisini de işliyor. Ancak bu iki paralel öyküyü birarada götürmeye çalışan, 74 yaşındaki yönetmenin, artık yorulduğunu ve eski etkinliğini kaybetmiş olduğunu görüyoruz. Filmografisini damgasını vuran “hüzün atmosferi” önceki filmleri kadar belirgin değil, ruhumuza nüfuz edemiyor.

“Başka bir dünya hayal etmiştik. Tarihi bizleri savurup attı” diyen Angelopoulos, filminde de tarihin dönüm noktalarına, bireylerin ve toplumların tarihsel kaderlerine eğiliyor. Senaryolarında hep hüzünlü karakterler çizen, onlara sürekli acıyan bir sanatçı olarak, ‘Zamanın Tozu’nda da zülme uğrayan, acı çeken kahramanılarını anlatıyor. Kalabalık kitleleri, insanların hareket ettiği kalabalık sokakları, coşan, öfkelenen, isyan eden kitleleri sinemaya aktarmakla ünlenen yönetmen, bu son filmini ‘İnsan kaderine ağıt’ olarak tanımlamış.

Zamana meydan okuyan üçlü bir aşk ilişkisi aracılığıyla, geçtiğimiz yüzyıla şiirsel bir bakış yöneten Angelopoulos, şimdilerde trilojisinin son bölümünü hazırlıyor. Somalili ve Afganlı mültecilerin kötü yaşam koşullarına şahit olan yönetmen, bundan yola çıkarak, yeni filminde, göçmenlik olgusuna yer vereceğini, adının da büyük bir ihtimalle ‘Yarın’ olacağını açıkladı.

Kusursuz oyuncu kadrosunda Fransız İrene Jacob, Kiewslovski’den bu yana (Üç R enk: Kırmızı) en iyi kompozisyonunu çizerken, vatandaşı Michel Piccoli, sönük rolünün kurbanı oluyor. Alman Bruno Ganz, teatral bir kompozisyon çizerken, Amerikalı Willem Dafoe fazla sırıtmıyor.

Angelopoulos’un son filmlerinin başarılı müzik partisyonlarını hazırlayan Eleni Karaindrou yine harikalar yaratıyor.