Ünlü isimler ŞALOM için yazıyor

Gazeteci Oray Eğin, bir grup Türk gazetecisiyle gittiği İsrail’de edindiği izlenimleri kaleme aldı

Oray EĞİN Şalom
23 Aralık 2009 Çarşamba

İsrail’e adım basmadan önce buranın terörle kafayı bozmuş bir ülke olduğuna dair bir fikir oluşmuştu bende. Her kırmızı ışıkta, her kamusal alanda bir tehlike ihtimali olduğunu düşünüyordum. Ancak günlerdir ‘İsrail’e geldik bir bomba bile patlamadı’ diye yakışıksız bir espri bile yapıyorum. Evet, İsrail güvenli. 24 saat sokaklarında kadın-erkek dolabileceği kadar güvenli. Arada yankesicilik oluyormuş tabii, cüzdanlara sahip çıkmamız gerektiğini söylüyorlar. Ama kimsede bir terör paranoyası kalmamış.

***

Montefiore Caddesi’ndeki Amici adlı bir İtalyan lokantasında barmene

“Bu gece cuma, gece hayatı var mı” diye soruyorum. “Tabii ki, hatta sırf cuma gecesi olduğu için bir sürü insan çıkacak” diyor. O halde adres vermesini istiyorum...

Gidiyor, kâğıt-kalemle geri dönüyor.

O sırada bar tezgâhının altında kaldığı için daha evvel gözüme çarpmayan kolunun bileğinden dirseğine kadar olan üst kısmına takılıyorum. Yanık gibi... Ancak tam ortasında düz bir kısa çizgi şeklinde delik var...

Teker teker bar adlarını yazıp anlatırken “Koluna ne oldu” diye pat diye soruyorum. Bekliyorum ki bir mutfak kazası desin...

“İntihar bombacılarını bilir misiniz? Altı sene önce üniversite sınavına girmeden bir gece önce arkadaşlarımla kutlamaya gitmiştik bir akşam, hepimiz oradaydık. Ve oraya intihar saldırısı düzenlendi.”

“Bu durumda verilebilecek en banal tepkiyi veriyorum: “I’m sorry.”

“Boş ver be... Altı sene oldu, geçti gitti, önemli değil...”

“Ölenler oldu mu?”

“Elbette... Ben o sırada telefonla konuşmak için dışarı çıkmıştım... Öyle kurtuldum ama gerçekten boş ver, geçmiş gitmiş... Konuşmaya değmez.”

Bu serinkanlılık... Bu ölümle iç içe yaşamayı içine sindirmişlik hali...

İsrail’le ilgili yıllardır savunduğum bir şeye, bu topraklara ilk kez ayak basınca bir kez daha inandım: Bizler hiçbir şekilde İsrail’le empati dahi yapabilecek bir hayat yaşamıyoruz... Daha evvel de dedim, hiçbirimiz bir dakikalığına bile “devletsiz” kalmadık... Türkiye bir terör ülkesi olmasına rağmen büyük şehirlerde, gündelik hayatta terör tekil olaylarla sınırlı kaldı, sistematikleşmedi ve gündelik hayatın bir parçası olmadı...

***

Üniversitedeki sohbette ortaya bir soru attım: ‘Sizce Türkiye antisemit bir toplum mudur?’ Hep bir ağızdan ‘Hayır’ dediler.

Akademisyenler çok açık olarak şunu söylüyor: ‘Birine yüzünüzü dönmek için, bir başkasına da sırtınızı dönersiniz. Ortadoğu ülkelerine bu kadar yakınlaşırsanız İsrail’i kaybedersiniz.’

Hesap bu kadar açık ve net...

***

Derler ki Kudüs’ü ziyaret eden ve burada belli bir süreyi geçiren insanlarda belli bir psikolojik bozukluk oluşurmuş. Kimilerinin tıbben sorunlu bir geçmişleri olsa da daha evvel herhangi bir semptoma rastlanmayanların bile feleğini şaşırtırmış Kudüs...

Bende asıl sarsıntı yaratansa, hiç hesaplamadığım bir şekilde Yad Vashem oldu.

Dünyanın çeşitli şehirlerinde Yahudi Soykırımı temalı müzeleri gezdim ama hiçbiri Kudüs’teki Yad Vashem kadar çarpıcı değildi. Hatta Yad Vashem’e gelirken bir ‘tekrar’ hissi yaşamaktan korkuyordum.

Bambaşka, diğerlerinden çok farklı bir anıt buldum.

Karşılıklı salonlara yönelen bu zig-zag’larla Yahudi tarihinde yolculuk yapıyorsunuz. Kimi salonlarda yerler demir ağlarla örülmüş; kamplara giden tren raylarını simgelemek için. Bir salonda ölüm kamplarındaki ranzalar var. Bir başkasında Orta Avrupa’dan küçücük bir Yahudi sokağı... Çizgili pijamalar vitrinlerde sergileniyor, ekranlardan İkinci Dünya Savaşı dönemine ait görüntüler... Kimi yollar kasten eğimli, engebeli...

Tünelin sonunda Siyonizm’in vardığı son noktaya ulaşana yani günümüz Kudüs’üne tepeden baktığımız bir terasa varana kadar büyük bir ağırlık çöküyor. Çökmemesi mümkün mü?

Kudüs Sendorumu’ndan bana kalan Yad Vashem’de geçirdiğim o gündür.

***

Biz Türkler belki de Yahudileri en iyi bilmesi gereken milletlerin başında geliyoruz. Büyük şehirlerimizde hala Yahudi halkların mirasları, geleneklerinin izleri vardır. Tarihimize baktığımızda, Yahudilerin en huzur içinde yaşadığı devlet Osmanlı İmparatorluğu’dur... Avrupa’nın Yahudilere ilişkin kara geçmişiyle Türklerin Yahudilerle ilişkisi arasında çok ciddi, bizim lehimize bir fark vardır.

Ancak böyle bir geçmişe rağmen bugün halkın çoğunluğu hayatında hiç Yahudi’yle tanışmamış. Ama aynı çoğunluk bir Yahudi komşu istemiyor.

Yine aynı şekilde siyasetten sokağa çok ağır bir Yahudi düşmanlığının esareti altında Türkiye.

Oysa İsrail, bu ülkenin Ortadoğu’da stratejik işbirliği yapabileceği yegâne ülke... Ortadoğu’daki tek demokrasi, tek Batılı standartlara sahip ülke...

Bu yazacaklarım da tepki toplayacaktır. Ancak düşüncelerimi inkâr edecek değilim: Maalesef, Türkiye’deki kamouyu sadece din ortaklığı yüzünden yer yer aşırı Filistin yandaşı bir tutuma sürükleniyor. Oysa Türkiye’deki İslam anlayışıyla, genel geçer kabul gören Müslümanlıkla bu dinin Ortadoğu’daki yansımaları ve yaşantısı arasında bir ortaklık bulmak epey zor.

Aynı şekilde Türkiye’nin savunma politikaları, siyaseti, sistemi de Filistin’le hiç mi hiç benzeşmiyor... Bizim ülkemizde anneler mesela İran’da olduğu gibi 13-14 yaşlarındaki çocuklarını orduya yazdırıp, onların intihar bombacıları olmasından gurur duymuyor. Ya da biz bu topraklarda 12 yaşındaki çocukların ellerine Kalaşnikof tutturup bununla gururlanmıyoruz: Oysa Arafat yıllarca Filistin’i böyle yönetti, böyle kareler yansıdı o topraklardan...

Özünde Filistin’le tek ortak paydamız Müslümanlığımız ve bu durum da sürekli duygu sömürüsü aracı oluyor. Filistinliler’in kendilerine ‘mağdur’ edebiyatı yapmalarına olanak tanıyor, hele hele din konularda kolayca gaza gelebilen Türkiye kamuoyu da bununla uyutuluyor.

Geçen hafta İsrail’de Gazze’ye birkaç kilometre uzaklığında bir kasabaya gittim. Okulların tepesine beton koruyucu inşa etmişler, çünkü defalarca Gazze’den roketler, füzeler gelmiş bu ilkokula. Çocuklar okulda ders yaparken... Teneffüs için bahçeye çıkmaya korkarak yetişmiş bu çocuklar. İki dakikadan uzun banyoda kalmamışlar hayatları boyunca... Işıklarla 30 saniyede alarma geçiriyorlarmış köyde yaşayanları... Otobüs durakları beton sığınaklar şeklinde yapılmış: Alarm verildiğinde sokaktaysanız açıkta kalmayın, kendinizi koruyun diye... Aynı kasabada çocuklar 12 yaşında ancak bisiklete binmeyi öğreniyor...

İsrail, otoban kenarlarına güvenlik duvarı örmek zorunda kalmış çünkü Filistinliler yoldan geçen arabalara rastgele ateş açıyormuş...

Türkiye kamuoyu İsrail-Filistin gerginliğinin hiç bu tarafını görmedi... Hiç İsraillerin bu terörden nasıl çektiklerini anlamak, empati kurmak için uğraşmadı. Bizim okullarımızdaki tarih derslerinde Holocaust bile anlatılmaz zaten...

Yıllardır sadece ‘Ölen Filistinliler’ için yas tutulur ama savaşın iki tarafı olduğu ‘din kardeşliği’nin gölgesinde unutulur.

İntihar bombacılarının bir Filistin saldırı geleneği olmadığını bilen var mı? Neden Yahudiler kadar tepki toplamaz peki?

Filistin, intihar bombacılarıyla, çocuk silahşörlarıyla bu savaşı sürdürüyor, gerilla yöntemleriyle, terör örgütüyle savaşıyor. İsrail ise devlet olarak, ordusuyla karşılık veriyor. Türkiye’nin çok yabancılık çekmeyeceği bir manzara olsa gerek...

İsrail bugün ne gibi sorunlarla baş ediyorsa, emin olun, hemen hemen denk yansımaları Türkiye’de de var... Dahası, mantık çizgisinde Türkiye’nin İsrail’le daha kolay özdeşleşmesi, modern ve demokratik bir ortaklık için İsrail’le yanaşması gerekirken dine dayalı mağduriyet edebiyatı rasyonaliteyi gölgeliyor...

Bu düşüncelerimin hiçbiri yeni değil... Defalarca tekrarladım: Tehditlere, küfürlere rağmen... İsrail’e gitmeden de böyle düşünüyordum. İsrail’e gitmek sadece bunları bir kez daha telaffuz etme olanağı verdi.

Oray EĞİN kimdir?

1979 İstanbul doğumlu olan Oray Eğin, meslek hayatına Radikal Gazetesi’nde başladı. Şu anda Türkiye’nin en genç köşe yazarı olarak Akşam Gazetesi’nde yazılarına devam eden Eğin’in “Kal” adlı bir romanı ve “Başkalarının Sakatladığı Çocuklar” adlı bir deneme kitabının yanı sıra  Mart ayında medya yazılarından oluşan “Bunları Kimse Yazamadı” adlı bir kitabı çıktı.