İçimizdeki ırkçılık

Perspektif
1 Ekim 2009 Perşembe

Türkiye geneli

Frekans Araştırma adlı şirket, kamuoyunun farklı kimliklere ve özelde de Yahudiliğe bakış açısını değerlendirmek için 18 Mayıs-18 Haziran 2009 tarihleri arasında Türkiye genelini temsil eden 1108 kişi ile bir anket çalışması yaptı. Her sorusu ayrı bir önem taşıyan araştırmanın geneldeki en önemli sonucu şu: Türkiye’de farklı kimliklere hoşgörü yok.

En sevilmeyen

Araştırmanın dinsel ayrımcılığı saptamaya yönelik bir sorusundan hayli ilginç bir bilgi çıkıyor: Katılımcıların yüzde 57’si ateistlerle komşu olarak yaşamak istemiyor; bu istenmeyen grubu sırayla yüzde 42’yle Yahudiler, yüzde 35’le de Hıristiyanlar takip ediyor. Farklı mezhepten komşu istemeyenler yüzde 13’te. Kürtlerle Aleviler de hoşgörüsüzlükten payını alıyor.

Çalışmasınlar!

Ayrımcılık, kamusal alana bakışta da görülüyor: Katılımcıların yüzde 57’si MİT’te, yüzde 55’i yargıda, yüzde 55’i emniyette, yüzde 55’i orduda, yüzde 51’i partilerde, yüzde 46’sı belediyelerde, yüzde 44’ü bilimsel enstitülerde ve yüzde 44’ü sağlık hizmetine dair alanlarda gayrimüslimlerin çalışmasından rahatsız!

 

RADİKAL GAZETESİ / 30 Eylül 2009

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=BugunkuRadikalV2&Date=30.09.2009

 

* * *

 

FARKLILIKLARIMIZ ZENGİNLİĞİMİZ DEĞİL KORKUMUZ OLMUŞ

Türkiye'deki farklı kimliklere bakışı değerlendirmek için yapılan anketin sonucu toplumdaki hoşgörüsüzlüğü gözler önüne seriyor. 1108 kişiyle yapılan ankete göre yüzde 57 ateist, yüzde 42 Yahudi, yüzde 35 Hıristiyanlarla komşu olmak istemiyor Ankete katılanların çoğunluğu gayrimüslimlerin toplumdan dışlandığını ve inançlarını özgürce yaşayamadıklarını da düşünüyor. Yine de ordu, yargı, MİT gibi kurumlarda çalışmalarına katılımcıların yarıdan fazlası karşı çıkıyor

İSTANBUL - Kamuoyunun farklı kimliklere ve özelde de Yahudiliğe bakış açısını değerlendirmek için yapılan araştırma Türkiye’de farklı olana hoşgörüsüzlüğü gözler önüne serdi.  Araştırma Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı programı tarafından desteklenen ve Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı tarafından gerçekleştirilen Türk Yahudi Toplumu ve Yahudi Kültürü’nü tanıtma projesi kapsamında gerçekleştirildi. Frekans araştırma şirketi tarafından 18 Mayıs-18 Haziran arasında Türkiye genelinde 1108 kişi ile yapılan anketin sonuçlarına göre  yüzde 57’si ateistlerle, yüzde 42 Yahudilerle, yüzde 35’i Hıristiyanlarla komşu olmak istemiyor. Rum, Ermeni ve Yahudilerin Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı olmadıkları düşünülüyor... 
Araştırmadaki bir soru ise uzun süredir tartışılan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ‘üst kimliği’nin toplum tarafından benimsendiğini gösteriyor. ‘Kendinizi ilk olarak hangi kimlikle tanımlarsınız?’ sorusunun ardından sıralanan şıklardan ‘T.C vatandaşlığı’ ilk sırada yer alıyor: Yüzde 51. 

RADİKAL GAZETESİ / 30 Eylül 2009

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=956892&Date=30.09.2009&CategoryID=97

 

* * *

 

ZENOFOBİDEN IRKÇILIĞA GİDEN YOL

Bugün gazetemizin manşetinde de okuyacaksınız, Türk Yahudi Cemaati’nin Frekans araştırma şirketine ısmarladığı araştırmanın sonuçları, zaten önceden beri bildiğimiz bir gerçeği bir kez daha yüzümüze
vuruyor: Türkiye’de farklı olana, ‘öteki’ne karşı korku ve nefret çok yaygın.
Bu araştırmanın ısmarlanması ve dünkü gibi bir bilimsel panel eşliğinde basına sunulması, bana göre Türk Yahudi cemaati açısından çok büyük bir değişimi ifade ediyor. Bugüne kadar pek ortaya çıkmamayı, tartışmaların bir parçası olmamayı, göz önünden uzak durmayı kendine prensip edinmiş olan cemaat, kendisi açısından yaşamsal önemdeki bir konuda daha görünür olmak istiyor anlaşılan.
O konu da, Türkiye’de genel olarak azınlıkların ve özel olarak da artık sayısı 20 bine kadar düşmüş olan Yahudi cemaatinin uğradığı ayrımcılık, zaman zaman antisemitizme varan yaygın kötü davranışlar.
Türkiye’de genel anlamda bir ‘yabancı korkusu’ yani ‘zenofobi’ olduğu bilinmeyen bir şey değil. Daha önce çeşitli araştırmalar nefrete kadar varan bu korkunun varlığını ortaya koymuştu. Şimdi araştırma aynı gerçeği bir kez daha yüzümüze vuruyor.
Umarım Yahudi cemaati bundan sonra ırkçılık ve ayrımcılığın kötü ve ayıplanacak bir davranış biçimi olduğuna dair bilinçlendirme kampanyalarıyla yoluna devam eder. Çünkü Türkiye’de buna gerçekten ihtiyaç var bana göre.
Evet ihtiyaç var ama galiba ilk yapmamız gereken ben dahil hepimizin neredeyse genetik kodlarına işlemiş durumdaki ırkçılığın varlığını inkârdan vazgeçmek.
İki tane taze örnek vereyim:
Bir üniversitemiz, tarih öğretmeni adaylarına, Türkiye’de kullanılan tarih kitaplarından çeşitli cümleleri, o cümlelerde yer alan ‘Türk’ kelimesini ‘İngiliz’le ve ‘Müslüman’ kelimesini de ‘Hıristiyan’la değiştirerek bir test yapmış. Bütün aday öğretmenler kendilerine okunan hamaset cümlelerine itiraz etmiş, ‘Tarih böyle öğretilmez, bu ırkçılıktır’ demişler. Ama sonra onlara yapılan oyun anlatılınca pek azı ‘Bu ırkçılıktır’ demeye devam etmiş. Haberi geçen gün Milliyet gazetesinde okudum.
İkinci örnek, Bursaspor-Diyarbakırspor maçında yaşanan olaylardan sonra Futbol Federasyonu Başkanı’nın iki kulübün başkanıyla ortak düzenlediği basın toplantısı. Tribünler maçta ‘PKK dışarı’ diye bağırmış. Diyarbakır başkanı haklı olarak ‘Bu yapılan ırkçılıktır, bütün Diyarbakırlılar’ı terörle bağlantılı görmektir, aşağı görmektir’ diyor. Bursa başkanı yarım ağızla bu olayları tasvip etmediğini söylüyor ama ‘Bir daha böyle ırkçı sloganların tribünümüze yansımaması için ne gerekirse yapacağım’ demiyor, diyemiyor. Futbol Federasyonu da sanki böyle bir şey hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi saymak istiyor olan biteni, durumun ciddiyetinin ve vahametinin farkında değil, hâlâ bir ceza açıklanmış da değil. Oysa aynı federasyon, ‘Futbolda ırkçılığa son’ sloganını epeydir ana slogan edinmiş olan UEFA’nın üyesi. Ama herhalde ‘Bizde ırkçılık olmaz, olanlar birkaç kendini bilmezin işi, münferit’ diye düşünmek istiyorlar.
Evet bu inkârcılık gerçekten çok vahim bir noktada. Geçen yıl İsrail’in Gazze saldırısı sırasında sözde İsrail’i eleştiren afişlerle donatıldı şehirlerimiz. Slogan şuydu: ‘Bu senin dinin olamaz.’ Hatırlayın, bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Tevrat’tan, on emirden vs.
alıntılar yaparak İsrail’i ‘eleştirdi.’ Evet ama İsrail’in yaptığı (ki yaptığını onaylamaya imkân yok elbette) bir din savaşı mıydı ki, o dine inananların kendilerini kötü hissetmesine, hatta tehlikede hissetmesine yönelik bu mesaj verilmek istendi?
Biz, ırkçılıkla ilgili kafa yormayı hiç istemediğimiz için, böyle ince sınırları kolayca aşabiliyoruz.
Bir de kişisel örnekle bitireyim izninizle: Dün Hürriyet’te Mehmet Yılmaz benim gazetecilik mesleğiyle ve köşe yazılarında ırkçılık/ayrımcılık yapılmaması gerektiğini söylemiş olmamla ilgilenmiş, benim yazdıklarıma tümüyle katıldığını söylemiş, sonra Radikal’de geçmişte çıkan bir yazıya ilişkin eleştiriler yapmış. Eleştirisi haklı olmakla birlikte, Yılmaz’ın bu eleştiri yazısının hemen yanındaki bir başka yazısında kendisinin de aynı alaycı/aşağılayıcı üslubu başka bir konuda ve kişi hakkında kullandığını görünce ne diyeceğimi bilemedim.

İsmet BERKAN - RADİKAL GAZETESİ / 30 Eylül 2009

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=956800&Yazar=İSMET%20BERKAN&Date=30.09.2009&CategoryID=97#

 

* * *

YAHUDİLİĞE BAKIŞTA İLGİNÇ TABLO

Avrupa Birliği’nin finansal desteğiyle Türk-Musevi Cemaati tarafından yaptırılan “Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması sonuçları” Neve Şalom Sinagogu Kültür Merkezi’nde açıklandı.
İsrail’e tepkiler, Türkiye’deki Yahudilerin durumunu olumsuz etkilemiş. Katılımcıların yüzde 76’sı, ‘Yahudiler hakkında bilgi sahibi değilim’ diyor ancak Yahudi komşu istemeyenlerin oranı yüzde 42

 

Türkiye’nin 11 Eylül’ü diye adlandırılan 15 Kasım 2003 tarihli saldırılarda, El Kaide’nin hedef aldığı Beyoğlu’ndaki Neve Şalom Sinagogu Kültür Merkezi’nde dün Avrupa Birliği tarafından finanse edilen, “Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması” sonuçlarının açıklandığı toplantıyı izledik.
Patlayıcı yüklü bir kamyonetin havaya uçurulması sonucu yaşamlarını yitiren “terör kurbanları” sinagogun giriş salonundaki plaketlerle anılmakta. Şişli Beth İsrael Sinagogu önünde gerçekleşen eşzamanlı saldırılarda 24 masum insan öldürülmüştü. İsimlere bakarken, 25 kişinin katledildiği 6 Eylül 1986 tarihli gazete manşetlerini gördük.
Galata çevresindeki Yahudi kültürünün Osmanlı tarihinde 5 yüzyıla uzanan izleri var.

Yahudi karşıtlığı yükseliyor
İstanbul’da yaşayan topluluğun giderek azaldığı, “güvenlik” gerekçelerinin zorladığı ve kapanma içine girdiği bir gerçek. Öte yandan, Neve Şalom (Barış Vahası) Sinagogu dünkü toplantıyı izleyen Viki Habif’in anlattığı gibi, “babalarının kolunda gelin giden” kızların evlilik mekânı olarak hep güzel anılarla süslü.
Soykırıma uğramış bir ulus için İstanbul, Nazi Almanyası’ndan kaçışta güvenli bir liman olmuş.
Ancak son dönemde İsrail’in Ortadoğu politikası, Filistin’e karşı uyguladığı şiddet ve Gazze’de binden fazla insanın ölümüne yol açan saldırılar nedeniyle Türkiye’de de Yahudi karşıtlığında (Antisemitizm) hissedilir bir yükseliş var.
“Yahudiliğe Bakış Araştırması” biraz da toplumdaki değişen algıları ölçmeye dönük bir araştırma. Bir tür “Yahudi Açılımı” niteliğinde.
Frekans Araştırma Şirketi tarafından 18 Mayıs-18 Haziran 2009 tarihleri arasında Türkiye genelinde 1108 kişiyle telefonla görüşülerek yapılmış. Araştırma sonuçlarında, Gazze saldırısı kadar Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki ünlü “One minute” çıkışının izlerini bulmak da mümkün. Üniversitelerce yapılan “değerler” araştırmalarında da çıktığı gibi, Türkiye insanının farklı olana, “öteki”ne yönelik hoşgörü eşiği giderek düşüyor. Farklı kimlikler hakkında bilgi sahibi olmasalar da tepkililer!
Örneğin, telefonla araştırmaya katılanların yüzde 74-76’sı, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söylemekle birlikte, “Komşu olmak ister misiniz?” şeklindeki soruya (Yahudiler özelinde) yüzde 42 oranında “İstemezdim” diye yanıt veriyor. Bu oran Hıristiyan azınlıklar için yüzde 35 seviyesinde. Toplumun üçte biri azınlıklarla birlikte yaşamak istemiyor gibi bir sonuç çıkıyor.

Tehlikeli bir tırmanış
Neyse ki bu oran diğer kimlikleri kabul edip “Sadece Yahudi komşu istemem” şeklindeki bir soru seti içinde yüzde 1.6’ya düşüyor. Sadece Hıristiyan ya da sadece farklı bir mezhep istemezdim diyenlerin oranı da yüzde 1’ler dolayında.
Güvensizlik, farklı kimliklere karşı hoşgörüsüzlük eğilimi “tehlikeli” biçimde yükseliyor.
İsrail-Filistin çatışmasının Türkiye’deki Yahudilere bakıştaki olumsuz etkisi yüzde 65.
Çağlayan Işık’ın açıkladığı araştırma sonuçları Radikal gazetesi Genel Yönetmeni İsmet Berkan’ın yönettiği panelde tartışıldı. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Nilüfer Narlı, Boğaziçi’nden Prof. Hakan Yılmaz, Yeditepe Üniversitesi’nden Prof. Akile Gürsoy sonuçları yorumladılar.
Sosyolog Nilüfer Narlı, “öteki”leştirmeye dönük önyargıların “antisemitizm” örneğinde “düşmanlık hatta şeytanlık” boyutuna taşındığını ve tüm kötülüklerin havale edildiği “insandışılaştırma” gibi bir tehlikenin ortaya çıktığını anlattı.
Hakan Yılmaz da “Bir Osmanlı miti yaratıp, orada hoşgörü vardı demek yerine modern çağın gereklerine uygun biçimde Türkiye’nin ayrımcılık sorunlarıyla yüzleşmesi” gerektiğini anlattı.
Akile Gürsoy, cumhuriyetin ilk 25 yılında Meclis’te 17 azınlık milletvekili varken, sonraki 60 yılda sadece 1 milletvekili bulunmasına, DP’den giren tek milletvekilinin de Yassıada’da yargılanırken, “Nazilere onca kurban vermiş bir cemaetten geliyorum, diktaya nasıl destek veririm?” diye savunma yapmasına dikkati çekti. Meclis’te bugün de azınlıklar açısından bir “temsil adaleti” olmadığını söyledi.
Toplantıyı düzenleyen Türk Musevi Cemaati Başkanı Silviyo Ovadya, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Yahudilerin eşit yurttaşlar olarak özel bir hak, imtiyaz ve açılım peşinde olmadıklarını ifade ederken, “Lozan bile bu anlamda bir yüktür” diye konuştu.
Neve Şalom’dan Sefarad CD’leri alarak dağıldık.

 

Ve diğer rakamlar
Frekans Araştırma şirketi tarafından 18 Mayıs-18 Haziran 2009 tarihleri arasında 1108 kişiyle telefonla görüşülerek yapılan çalışmadan ilginç sonuçlar çıktı. “Sizce Yahudiler Türkiye Cumhuriyeti’ne kendilerini ne kadar bağlı hissediyorlar?” sorusuna ankete katılanların yüzde 15’i ‘bağlı’, yüzde 48’i ‘bağlı değil’ yanıtı verdi. Çeşitli dinlere mensup insanlar hakkında 3 alanda 0 ile 10 arası puan verilmesi istendiğinde, Yahudilerin  güvenilirlikleri için 3.6, çalışkanlıkları için 6.8, insana verdikleri değer için de 4.7 puanlık bir ortalama çıktı. Müslümanlar için ise bu oranlar sırasıyla 7.5, 6.7 ve 7.6. Ankete katılanların yüzde 80’i, İsrail’in Ortadoğu’da çatışma ortamını körüklediğini düşünüyor. Yüzde 65’lik bir kesim de, Filistin hükümetinin politikalarını yanlış buluyor.

 

Derya SAZAK - MİLLİYET GAZETESİ / 30 Eylül 2009

http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1144564&AuthorID=68&Date=01.10.2009&ver=2214

 

* * *

 

YAHUDİLERİ NASIL BİLİRİZ?

Dün çok ilginç bir toplantıya katıldım. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu ortak bir proje gerçekleştirmişler. Frekans Araştırma' nın yaptığı çalışma Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış adını taşıyor. Çok kapsamlı bir inceleme bu. Sorun öncelikle ve özellikle Yahudiliğe bakış gibi duruyorsa da bana kalırsa özünde Türk/iye toplumuyla ilgili veriler barındırıyor. Bence Yahudiliğe bakıştan hareket ederek, "Biz nasıl bir toplumuz?" sorusunu bu araştırmanın sonuçlarına bakarak yanıtlamak mümkün. Ben de bu nedenle bu konuyu iki gün yazmaya birinci yazıda verileri irdelemeye, ikinci yazıda da "Azınlıklar bu durumun değişmesi için ne yapmalıdır" sorusunu yanıtlamaya karar verdim.
Araştırmanın ilk bölümü çok çarpıcı bazı göstergeler içeriyor. Türkiye'de yaşayan insanların yüzde 44'ü "Demokrasinin işleyişinden hiç memnun değilim" derken, yüzde 25'i "Memnunum" diyor. Daha etkileyici bir gösterge ise güvenle ilgili. "İnsanların çoğuna güvenilir mi" sorusuna yüzde 72 "İnsanlara dikkatli yaklaşmak gerekir" demiş. "Çoğu insana güvenilir" diyenler, değişik düzeylerde, sadece yüzde 14. Korkunç bir sonuç bu. Türkiye'de yaşayan insanlar diğer insanlara güvenmiyor. Netice bu kadar açık.
İnsanların yüzde 51'i kendini "TC vatandaşı" diye tanımlıyor. Yüzde 19 "Müslüman", yüzde 19 "Türk." "Kürdüm" diye kendini tanımlayanların oranı yüzde 2. Aleviler yüzde 2. Bu sonuç da kimlik topografyasını göstermek bakımından çok dikkate değer. Şimdi gelelim farklı kimlikler hakkındaki algılara.
İnsanların çevresinde en çok Kürt var. Toplumun yüzde 64'ü "Kürtlerle birlikte yaşıyorum" diyor. Onu yüzde 53'le Aleviler izliyor. Ermeniler yüzde 10, Rumlar yüzde 8, Yahudiler yüzde 7. Farklı kimlikler hakkında bilgi sahibi olmak da gene dikkat çekici sonuçlar gösteriyor. Toplumun yüzde 76'sı Yahudiler, yüzde 74'ü Rumlar, yüzde 74'ü Ermeniler hakkında bilgi sahibi görmüyor. Belki doğal denebilir. Ama toplumun yüzde 40'ı Aleviler, yüzde 30'u Kürtler hakkında bilgili değil. Düşününüz, toplumun yüzde 64'ü Kürtlerle, yüzde 53'ü Alevilerle birlikte yaşıyor ve aynı toplumun yüzde 40'ı birisi, yüzde 30'u diğeri hakkında bilgi taşımıyor. Onu başka bir gösterge izliyor.
Toplumun yüzde 57'si ateistlerle (genç bir bilim adamı dostum bunun biraz da "satanistler" kavramıyla karışmış olabileceğini belirtti, katılıyorum), yüzde 42'si Yahudilerle, yüzde 35'i Hıristiyan azınlığa mensup olanlarla komşu olmak istemiyor. Büyük "Osmanlı" ve meşhur "tolerans" geleneğinden geldiği söylenen bir toplumun neredeyse her iki kişisinden birisi Yahudilerle komşuluk istemiyor. En çok (yüzde 61) Müslümanlar istemiyor bunu. Onu "yüksek dindarlık" izliyor. Demektir ki, Müslüman çoğunluğun ezici bir kesimi bu isteksizliğe sahip. MHP'li isteksizlerin oranı yüzde 47.
Niye? Belki "devlete bağlılık" nedeniyle. İşin ucunun az önce değindiğimiz "güven" meselesine değdiği açık. Toplum Alevilerin yüzde 54'ünü "devlete bağlı", yüzde 24'ünü "devlete bağlı olmayan insanlar" diye görüyor. Kürtlerin devlete bağlılık algılaması yüzde 38. Yüzde 27'sine göre bu insanlar devlete ne bağlı ne değil. Yüzde 30'una göre bağlı değiller. Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerde algı aşağı yukarı aynı. "Devlete bağlıdır" diyenler yüzde 15, "Değildir" diyenler yüzde 50. Peki nedir buna göre bağlılık kriteri. Eğer ateistlerin de yüzde 40'ı "Bağlı", yüzde 65'i "Kuşkulu ve değildir" deniyorsa galiba din kriteri burada öne çıkmış demektir.

 

Hasan Bülent    KAHRAMAN - SABAH GAZETESİ / 30 Eylül 2009

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2009/09/30/yahudileri_nasil_biliriz

 

* * *

 

IRKÇILIĞA VE AYRIMCILIĞA KARŞI EĞİTİM

Geçen salı günü Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı'nın, "Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması"nın sonuçlarının açıklandığı ve yorumlandığı toplantı dolayısıyla, Şişhane'deki Neve Şalom Sinagogu Kültür Merkezi'nde basın mensupları için verdiği öğle yemeğine katıldım.

Vakfın, Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu'nun sağladığı destekle yürüttüğü "Türk Yahudi Toplumu ve Yahudi Kültürünü Tanıtma Projesi" kapsamında gerçekleştirdiği araştırmanın başlıca sonucu, ne yazık ki, Türkiye toplumunda örneklerine hemen her gün rastladığımız, tüm farklı dinsel ve etnik kimliklere karşı saygısızlığın (birçok başka araştırmada da görüldüğü üzere) hemen bütün kesimlerde endişe verecek ölçüde yaygın olduğu.

Türkiye genelinde 1108 kişiyle yapılan telefon anketinde, kimlerin "komşu istenmediği" sorulduğunda, (tanrıya inanmayan) ateistlerden (% 57) sonra en istenmeyenler Yahudiler (% 42), Hıristiyanlar (%3 5), yabancılar (%18) ve farklı mezhepten Müslümanlar (% 13) olarak sıralanıyor. Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlılıkları konusunda kuşku duyulanların başında Yahudiler (% 48) geliyor. Onları Ermeniler ve Rumlar (% 47), ateistler (% 39), Kürtler (% 29) ve Aleviler (% 14) izliyor. Kimlik ve kökenleri nedeniyle toplumca en çok dışlandığı (başka bir ifadeyle ayrımcılığa uğradığı) düşünülenler sıralamasında da başı çeken ateistlerden (% 37) sonra Aleviler (% 26), Yahudiler (% 25), Müslümanlar (% 22) ve Hıristiyanlar (% 21) geliyor. İlginç olan, çoğunluğu oluşturan Müslümanların da gayrimüslimler kadar dışlanmaya maruz kaldığına inanılması.

İsrail'in izlediği politikaların Yahudilere karşı olumsuz duyguları körükleyen etkenlerden biri olduğu görülüyor. İsrail-Filistin çatışmasının genel olarak Yahudilere (% 65) ve özel olarak Türkiye'de yaşayan Yahudilere bakışı (% 51) olumsuz etkilediğini düşünenler hayli yaygın. Bu bağlamda olumlu sayılması gereken bir bulgu ise, İsrail ile Yahudiliğin birbirinden ayrılıyor oluşu. İsrail politikalarından "sadece İsrail devleti sorumludur" diyenler (% 68-74) büyük çoğunluğu oluştururken, "tüm Yahudileri" (% 20) ve "Türkiye'deki Yahudileri" (% 14) sorumlu tutanlar azınlıkta kalmakta.

Toplantıda araştırmanın bulgularını yorumlayan profesörler Nilüfer Narlı, Hakan Yılmaz ve Akile Gürsoy, Türkiye'de farklı kimliklere karşı tutumların ötekileştirmenin de ötesine gitme potansiyeli taşıdığının ve bu tehlikeye karşı acil önlem alınmasının hayati önemi üzerinde durdular. Uyarılarına tümüyle katılıyorum. İkinci Dünya Savaşı'nda yol açtığı yıkımı ve trajediyi yaşayan ve bu nedenle etnik milliyetçiliğin, ırkçılığın, anti-semitizmin (Yahudi düşmanlığının) ayıp sayıldığı ve ağır bir şekilde cezalandırıldığı Avrupa'da bile bugün farklı kimliklere (bu arada özellikle Müslümanlara) karşı saygısızlık ve ayrımcılığın yükseldiği bir ortamda yaşıyoruz. Bu ortamda ırkçılık ve ayrımcılığın maalesef ne ayıplandığı, ne de cezalandırıldığı Türkiye'de sorunun ciddiyetle ele alınmasında devlete, hükümete, üniversiteye, medyaya, insan haklarına saygılı sivil toplum kuruluşlarına büyük sorumluluk düşüyor.

Burada bir kez daha tekrarlayacağım: Sorun, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ve tek parti iktidarı altında benimsenen "hepimiz Türk'üz, hepimiz devletin uygun gördüğü Sünni İslam yorumuna inanırız" şeklinde özetlenebilecek kimlik politikalarından kaynaklanıyor. Bu politikalar esas olarak eğitim sistemiyle yürütüldüğü için de farklılığa saygısızlık "laik" ya da "dindar", az veya çok eğitimli, kentli veya diğer bütün kesimlerde yaygın olarak görülüyor. Cumhuriyet'in kuruluşundan neredeyse yüzyıl sonra, insan hakları ve demokrasi fikrinin gerek dünyada gerekse yurtta giderek yayıldığı bir çağda, farklılığa saygısızlık telkin eden politikaları sürdürüyoruz. Bunda ısrar bizi birbirimize düşürmeye devam edecektir. Düzeltmek için uzun vadede en etkili araç ise anaokulundan üniversiteye eğitimdir.

Şahin ALPAY - ZAMAN GAZETESİ / 1 Ekim 2009

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=898049&title=irkciliga-ve-ayrimciliga-karsi-egitim