Bir İstanbul Hanımefendisi’nin Gizli Bahçesi’nden...

Herkes onu eşine âşık bir yazar olarak tanıyor, oysa o 26 senedir atölyesinde resim dersleri veren, 400’e yakın öğrenci yetiştirmiş bir öğretmen, altı yıl boyunca yoga eğitmenliği yapmış, iki çocuk annesi bir İstanbul hanımefendisi. Nermin Bezmen ile yeni kaybettiği eşini, yazma tutkusunu ve 50.000 adet satan son romanı ‘Bizim Gizli Bahçemizden’ adlı kitabını konuştuk

Aylin YENGİN Yaşam
1 Ekim 2009 Perşembe

İzin verirseniz, sohbetimize eşinizle aranızdaki o dillere destan, büyük aşktan başlamak istiyorum…

Zevkle! 1973 yılının Ocak ayında Amerika’da liseyi bitirip, İstanbul’a döndükten sonra, yani henüz üniversitede talebeyken, Pamir’in yanında part-time asistan olarak işe girmiştim. İşe girer girmez ona büyük bir hayranlıkla bağlandım, ama bu, görmüş geçirmiş, entelektüel, enerjik, çalışkan, dürüst, eğlenceli, kendinden emin, sevgi dolu bir insana duyulan türden bir hayranlıktı. Sonraki 1,5 sene boyunca da, aramızda aşka yol açacak en ufak bir şey olmadı. Onu hayranlıkla izledim ve iç dünyasını izledikçe de, o kalender, sevgisini hesapsızca dağıtan, aşırı dürüst yönünü keşfettim. Tabii onun gözüne girebilmek için olabildiğince çaba sarf ettim, her işi layığıyla, hatta benden beklenenden daha büyük bir başarıyla yapmaya gayret ettim. O da benim o tıfıl, küçücük halime rağmen harcadığım çabaya, beni sınarcasına verdiği zor işlerin altından kalkmamı takdir edermiş meğer.

 

Yani bir asistanın patronuna duyduğu hayranlıktı sizinki?

Pamir’in tüm çalışanlarıyla son derece sıcak, son derece demokratik, insancıl bir ilişkisi vardı. Asla sesini yükseltmez, kaşını çatmazdı, ama yeri geldiğinde öyle mavi mavi bakardı ki, küçük cam parçaları batardı karşısındakinin yüreğine! Aslında ondan biraz çekinirdim de. Mesela yurtdışına bir iş toplantısına Perşembe’den gitmesi gerektiğinde, ben biletini Çarşamba gününden alırdım – bir iki gün daha rahat edeyim diye. Uzak dursun isterdim. Özlerdim de ama diğer yandan, kapıdan girdiğinde, sesini duyduğumda içimi bir sevinç kaplardı. Sonra zamanla, farkında bile olmadan, sürekli dirsek dirseğe çalışmanın getirdiği yakınlık, benden bir şey yapmamı istediğinde, ağzını bile açmasına fırsat vermeden ne istediğini yüz ifadesinden anlama çabam, ister istemez bir yakınlaşmaya yol açtı. Ve bir anda aşkımız patladı.

 

Aşkınız dile geldi yani?

Her şey bir öpücükle başladı. İşin ilginç yanı, o dönem benim bir erkek arkadaşım da vardı, iş ve okul tempom yüzünden onunla çok fazla görüşemiyorduk. Pamir’in beni öptüğünün ertesi günü onu aradım ve bu arkadaşlığı devam ettiremeyeceğimi söyledim. “Ne oldu?” diye sordu. “Öpüştüm ve âşık oldum!” dedim, oysa Pamir bana ileri dönük hiçbir vaatte bulunmamıştı.

 

Aşka inanıyor musunuz?

Ben çok küçük yaşlardan beri aşka âşık bir insanım aslında. Bütün kız arkadaşlarımın, ileride hayatlarını birleştirmek istedikleri kişilerin fiziksel özellikleri belliydi. Benim hiç öyle bir tipim yoktu. Benim istediğim, yüreğimi ağzıma getirecek, kulaklarımı uğuldatacak bir aşktı. Ve her an, her köşe başından çıkabileceği inancıyla yaşadım bütün gençliğim boyunca. Hep gözlerim pırıldardı, “Biri mi var hayatında?” diye sorarlardı sürekli. Yoktu, ama her an böyle bir aşkın beni kanatlandırıp uçurmasının beklentisi içindeydim ve sonunda onu buldum, tam 34 yıl süren bir aşkı…

 

Son kitabınız “Bizim Gizli Bahçemizden”de de bu aşktan söz ediyorsunuz.

Evet, tanışmamızdan, evlenmemize kadar geçen süreci anlatıyorum kitabımda.

 

Yazmaya nasıl başladınız?

Yazmak benim her zaman çok sevdiğim bir hobimdi. Ben, okumaya başladığım günden itibaren çok kitap okuyan, yazmaya başladığımdan beri de devamlı yazan bir çocuktum. Günlükler tutar, küçük hikâyeler yazardım. Tahsil hayatım boyunca, hep benim kompozisyonlarım yarışmalara gönderilirdi, çok ödüllerim vardı. Öylesine bir hayal gücüm vardı ki, tarih öğretmenim annemi bir gün okula şikâyete çağırdı. “Ben iki satırlık şey soruyorum, kızınız dört sayfa yazıyor,” dedi. Hayal gücümün gelişmesine en büyük etken, beni 2,5 yaşımdan itibaren kitaplarla tanıştıran annemdir. Günde üç saat, yemek öğünüm gibi okuma öğünüm vardı. O küçücük yaşta, annemin bana okuduğu masalların hayal dünyasına daldım. Okumayı öğrendikten sonra, aç kurtlar gibi, dur durak bilmeden okudum. Düşünün ki, ilkokul beşteyken, kitaplığımda Çehov’un eserleri vardı.

 

Çocuklukta dinlediğiniz masallardan etkilendiğiniz gibi, kahramanlarınızdan da etkileniyor musunuz şimdi?

Elbette. Gerçek ya da kurgu olsun, kahramanlarımı romana yerleştirdikten sonra, onlara ruh hallerini, şekillerini verdikten sonra, artık benimle yaşamaya başlıyorlar. Çoğu kez de, onların diliyle konuşmak, ruh hallerine uygun seçimler yapabilmek, âşık olmak, nefret etmek gibi duyguları onlar adına yaşamak için kendimi kahramanlarımın yerine koyuyorum. Bir yerden sonra kahramanlarım figüranlarını seçmeye başlıyorlar, onlar da bir şekilde beni sahipleniyorlar. Ve kulağıma fısıldıyorlar…

 

Kaç kitabınız yayımlandı şimdiye dek?

Bu son çıkan, 13. kitabımdı.

 

En çok ses getiren kitaplarınızdan biri “Sır” idi sanırım?

Öyle de denebilir. “Sır” yayımlandıktan sonra, yüzlerce kadın okuyucum cinselliklerini, üzerlerinde baskı yapan tabuları irdelemeye, sorgulamaya ve mutsuzluklarını su yüzüne çıkarmaya başladılar. Kadın kahramanımın yaptığını müthiş bir cesaret örneği olarak gördüler. Kahramanımın ruh hali, hayata karşı duruşu özellikle kadın okuyucularımı çok etkiledi. Birkaç olumsuz eleştiri de geldi tabii, ama binlerce okuyucumdan büyük övgüler aldım.

 

Peki, sizin en severek yazdığınız kitap hangisi?

Hepsi! Hepsinin çok farklı bir tadı var, her birinde farklı bir ruh haline giriyorum. Birinde Shura oldum, birinde Murka, bir diğerinde Hüma… Kitaplarım genelde devamı olan kitaplar ve bu anlamda, okuyucularımdan aldığım tepkilere çok önem veririm. Onlardan aldığım görüşler bir sonraki kitabıma yön verir.

 

Fikirler aklınıza nasıl geliyor?

Çok gözlemci, izlenimci biriyim. Gördüklerimi fotoğraf gibi çeker, belleğime kaydederim. İlk kitaplarımda, aile öykülerimi kaleme aldım. İki kitabımda anıları derleyerek romanlaştırdım. “Kırk Kırık Küp” bana hüzün veren haberlerden, devamını kurguladığım gazete kupürlerinden doğdu. “Bir Gece Yolculuğu” yazar arkadaşım Nazlı Eray’ın büyük keyifle okuduğum “Aşık Papağan Barı” adlı kitabına tebrik mektubu yazarken ortaya çıkıverdi. Bir anda onun kahramanlarına bir kahraman ekledim ve bir yolculuğa başladım, harika bir fantastik roman oldu! Bunun dışında bir rüya defterim ve günlüğüm vardır, düzenli olarak tuttuğum. Onlar da romanlarıma temel teşkil ederler.

 

Rüya defterinizden biraz söz eder misiniz?

Geceleri çok fazla uyumama rağmen, bütün rüyalarım çok net, renkli, uzundur ve ertesi gün de devam ederler. Uyanır uyanmaz, gördüklerimi rüya defterime yazarım. Mesela “Sır” bir rüyamdan doğdu. Enteresan bir mekân görmüşsem rüyamda, aklımda kalması için minik krokiler çizerek onu defterime aktarırım. Sesleri, kokuları, rüyamda hissettiğim tüm duyguları kâğıda dökerim ve günün birinde romanımda kullanmak üzere saklarım.

 

Ne kadar sürede yazarsınız kitaplarınızı?

Yazmaya başladıktan sonra, günde 20 saat çalışırım. Çok az uyurum ve o uyku saatlerim de kitabı besleyen rüyalarla doludur. Çok yorucu bir süreçtir, ama çok büyük bir mutluluk ve enerjiyle dolarım. Yazarken yaşadığımı hissederim. Size şöyle bir örnek vereyim, 6 Ağustos’ta Hüma’yı rüyamda gördüm, 8 Ağustos’ta “Sır”ı yazmaya başladım ve Kasım ayında kitabı teslim ettim.

 

Ama “Kurt Seyt ve Shura” büyük bir araştırmanın ürünü.

Tam dört yıllık bir araştırmanın! İki sene anneannemle çalıştım, notlarını aldım, sonraki iki sene adeta bir üniversite tezi hazırlarmışçasına günde en az 8-10 saat çalıştım. Taramadığım konu kalmadı, çünkü yazarken, öğrenmeye doyamıyorum… Kitapta geçen iki paragraflık bir Kuğu Gölü bale sahnesini okuyucuya gerektiği gibi aktarabilmek için 1500 sayfa bale ve Bolşoy tarihi kitabı okudum. Oysa Kuğu Gölü’nü hayatım boyunca en az 20-25 kez izlemişimdir. Ama sonuçta o iki paragrafı okuyan, “Bolşoy’a gitmenize gerek yok, kendinizi orada hissediyorsunuz,” diyor.

 

Son kitabınızdan söz etmek istiyorum biraz da…

Aslında bu kitabı (“Bizim Gizli Bahçemizden”) eşim hayattayken yaşamayı planlıyordum, ama henüz vakit vardı. Kısa süre önce aileyle ilgili bazı sıkıntılar, üzüntüler yaşadık. Üzüntünün çok içindeyken, yüreğimde bu denli bir hırs varken yazmak istemedim, çünkü ben kitaplarımda tarafsız olmayı seviyorum. Ama Pamir’i ve beni, sadece ikimizi bu kadar özenle yazabileceğim aklıma gelmezdi. Onu defnettiğimiz günün sabahı yazmaya başladım. Onu o kadar arıyordum ki, bu yolla Pamir ile bir bağ kurduğuma inandım, bu kitap benim ilacım oldu. Eğer acım hafiflesin diye bekleseydim, bu lezzet olmazdı.

 

Eşinizi kaybettiğinizde içinizdeki sevgi de tükendi mi?

Kesinlikle hayır. Dibe vurdum tabii, ama kendimi yavaş yavaş insanlara yeniden açmam gerek. Pamir ile yaşadığım aşkı ömrüm boyunca baş tacı etmeyi sürdüreceğim, ama yeniden âşık olabilirim. Pamir benim hayatta ilk ve son bildiğim aşk, 34 sene boyunca evliydik ama hep sevgili olarak yaşadık. Onun yeri bambaşka ama bir gün beni çok seven, çok isteyen biri çıkarsa karşıma yeniden sevebilirim, çünkü ben çok ve çok güzel sevilmeye alıştım. Çok sevildim, ama hiç şımarmadım; öte yandan çok sevdim ve şımarttım.

 

Yeni bir projeniz var mı?

Bu kitabı 5 Mayıs’ta teslim ettim, 6 Mayıs’ta da yeniden yazmaya başladım. Çok doluyum şu sıralar, inanılmaz bir duygu yoğunluğu yaşıyorum. Okurlar hem benim kurguya dayalı “Sırça Tuzak” adlı kitabımın, hem de bu kitabımın devamını bekliyorlar. Ama biliyordum ki her ikisinin de devamını yazarsam içine çok hüzün girecekti, ruh halim o kadar o karar hüznü kaldıramayacaktı, o yüzden bir muzurluk düşündüm ve iki kitabın devamını bir araya getirdim. Hüzün her iki kitabın da gerçeği tabii, ama bir kurgu yaptım ki okurum ağlarken eğlenecek.

 

Çok teşekkürler Nermin Bezmen, duygularınızı, yaşamınızı, birikimlerinizi, tüm samimiyetinizle paylaştığınız için…