BİRAZ UZAK YAKINLAR ASSOS, KAZ DAĞLARI, BOZCAADA

Yaz tatili birçoğumuzun aklına güney yörelerindeki kum-deniz-güneş üçlemesini getirse de, artık aynı keyfi daha yakın mesafelerde de yaşamak mümkün. Assos, Bozcaada ve Kaz Dağları, hem eşsiz bir deniz keyfi sunuyor, hem de iki-üç günlük kaçamaklar için ideal

Yaşam
5 Ağustos 2009 Çarşamba

Marmara Denizi’ni, bir şekilde aşıp, Anadolu’ya geçtikten sonra, ister Çanakkale ister Balıkesir yoluyla ulaşılabilen, Edremit Körfezi’nin kıyısında yer alan, upuzun kumsalları, pırıl pırıl suları, muhteşem güneş batımı ve alabildiğine zeytinlikleriyle tanınan Assos’a daha gitmedinizse bile mutlaka duymuşsunuzdur. Homeros’un İlyadası’nda adı geçen Assos, bugün, kentin tepesinde bulunan surları, nekropolü, tiyatrosu ve en güzeli Akropol’ü ile arkeolojik bir önem taşır. Minik limanı ise, restorasyon görmüş taş evleri, balıkçı lokantaları, iskeleli plajları ve tabii ki hediyelik eşya tezgahları ile, tatil yörelerinin tipik bir örneğidir.

Şimdi size, bu coğrafyada yer almasına rağmen, özellikleri ile kendine ayrı bir yer edinen Lilayı anlatmak istiyorum. Keyifli fakat sakin bir tatil geçirmek isteyenler için ideal adres. Sadece yedi odası var; kocaman çim bir bahçe, çeşitli ağaçlar sayesinde doğal gölge, hamaklar, kerevetler, koltuklar, bar... Restoranı da aynı seviyede. Üç basamak iniyorsunuz, plajdasınız ve tabii şezlonglarla parasollar. Denize ister kıyıdan isterseniz iskeleden girebilirsiniz. Ancak iskelesinden girmek için altı adım daha atmanız gerekiyor! Yemekler mükemmel, personel güler yüzlü ve hızlı. Sahibesi Lilian Hanım’ın gözü her an her yerde. Günün belirli saatlerinde çok özenle seçilmiş, konuşmayı, okumayı veya uyuklamayı engellemeyen müzikler çalıyor.

Assos’a sekiz, Küçükkuyu’ya on km. mesafesinde olan “Lila”da, tuğla kalınlığında bir kitabı dört günde bitirdim, bol bol denize girdim, biraz güneşlendim (artık fazla yanıklık demode ve de zararlı) arkadaşlarımla sohbet edip çok güldüm, çok rahat uyudum; tam manasıyla şehirden koptum ve dinlendim. Tatilde de aradığımız bu değil mi?

Buralara kadar gelmişken durur muyum? ‘Bu kadar yayılmak yeter deyip, bir de şu meşhur Kaz (İda) Dağı hakkında  bir fikir edinmek istedim.

Bir fikir edinmek diyorum çünkü Kaz Dağı, büyük bir yöreyi kapsıyor. Ben ancak Küçükkuyu’dan biraz tırmanarak (tabii ki arabayla) dağın eteklerinde yer alan “Yeşilyurt” ve “Adatepe” köylerini gezdim. Doğa nefes kesici güzellikte! Şifalı otlar, (her biri sağlık açısından bir şeylere iyi geliyormuş ama poşetlerin üzerindeki yazılar o kadar uzun ki, okumaya sabrım olmadı) zeytin ve zeytinyağı, bal ve değişik reçeller konusunda yöre çok zengin. Ev ve butik oteller de doğal taş rengine uygun olarak inşa veya restore edilmiş, manzarayı hiç bozmuyor. Koyu yeşil ağaçların arasında kalan binaları, yer yer canlı renkte çiçekler süslüyor. Çeşmelerden, dağdan inen buz gibi ve çok berrak sular gürül gürül.  Köy meydanı dışında, sokaklar daracık yokuş, yerler ise toprak ve taş. Meditasyonu sevenlere çok uygun yerler, bütün bu güzelliklere rağmen bana biraz karanlık geldi. Manici Kasrı, Çetmihan ve Hünnap Han’ın  içlerini de gezip çok beğendim.

İkinci durağım Bozcaada’ya, (Tenedos) Lila’da tanıştığım iki genç hanımın nazik daveti üzerine, kendi arabalarıyla çok keyifli bir yolculuktan sonra ulaştım. Assos’tan arabayla Geyikli bir saat sürüyor, oradan da 40 dakika süren feribot seferi ile adaya ayak basılıyor. Limana giriş çok güzel, Cenevizli’lerden kalma kalenin  ihtişamı etkileyici.

Liman ve etrafındaki kasaba çok şirin, Rumlardan kalan evlerin bulunduğu sokaklar gezilmeye değer güzellikte, diğer taraflara fark atıyor. Sanat galerileri, butikler, fırın, şarap aksesuarları satan dükkânlar, butik otel ve pansiyonlar hep burada. Kapı ve pencere çerçeveleri farklı canlı renklerde boyalı, begonvillerle, ponpon güllerle süslü.

Balık lokantaları, kale ve deniz manzaralı, ana caddenin diğer tarafında, denize yakın bölümde bulunuyor. Mezeler ve balık çeşidi çok zengin. Biz “Tenedos”da yedik; mükemmeldi. “Polente” gençlerin tercihi ve daha takılacak birçok cafe ve lokantalar var. Kocaman bir bahçe içinde yer alan “Hafız’ın Yeri”nde ise tencere yemekleri muhteşemdi.

Kasabayı geride bırakıp, yola devam ettikçe manzara değişiyor. Sağımız  solumuz alabildiğine yemyeşil bağlar ve ortalarında tek tük, birbirinden uzak, taş bağ evleri. Çoğu yerde denize inmek için bağların arasından geçiliyor. Plajlar upuzun kumluk, bakir ve sakin. Deniz pırıl pırıl, dibi kum, güneş vurunca altın halkalar oluşuyor; bana çocukluğumun Yörükali’sini hatırlattı. Buralar, Sulubahçe, Ayazma, Habbele mevkileri.

Adanın turunu denizi takip eden yoldan yapınca, daha vahşi bir doğa ile karşılaşıyoruz; Akvaryum Koyu, Çanak Limanı, daha kayalık ama bir o kadar güzel.

Modaya uymak için, Mitos ve Ayazma gibi lokantalı, şezlonglu, parasollu ve tabii müzikli ‘beach’ler de eksik değil; ama nedense bomboş plajlar Bozcaada’da bana daha cazip geldi.

Konaklamak için seçenekler çeşitli, ister kasabadaki şipşirin butik otel veya pansiyonlardan, ister bağların ortasında yer alan çiftlik evlerinden yana  seçim yapılabilir; iki şık da keyifli olur diye düşünüyorum. Ben bir evde misafirdim, onun da ayrı bir tadı vardı.

Uzaktan da olsa, mimari olarak, birçok güzel ev dikkatimi çekti. Bu da Bozcaada’ya birkaç mimarın yerleşmiş olmasından kaynaklanıyor. Onları gezip görmek isterdim ama bu mümkün değildi tabii. Belki bir dahaki gidişimde o kişilerle tanışma fırsatını bulurum, belli mi olur? Adada insanlar hep birbirini tanıyor, selamlaşıyor, sanat galerilerine, sergilere davet ediyor. Sonuçta beş günün, Bozcaada için yeterli olmadığına karar veriyorum ve meşhur ‘Corvus’ ile ‘Talay’ şarapları konusunu bir dahaki ziyaretime bırakıp, dönüş yoluna geçiyorum.

İstanbul’dan Assos veya Bozcaada’ya yolculuk nerden baksanız, asgari 5-6 saat sürüyor. Aslında kilometre olarak uzak değil, ama kara yolu, araba vapuru veya Çanakkale’ye uçak (şimdi haftada 3 gün THY seferleri var) derken, günün veya gecenin büyük bir bölümü yolda geçiyor. İşte “Biraz uzak yakınlar” başlığını seçmiş olmam da bu sebepten.

Lüset BAYAR