“Gelecek 100 günün daha iyi olması dileği ile”

İsrail’de ikinci kez başbakan olan Binyamin Netanyahu, görevdeki ilk yüz gününün ardından neler başardı, neler başaramadı. İşte, İsrailli bir siyaset uzmanından Netanyahu değerlendirmesi…

Dünya
29 Temmuz 2009 Çarşamba

Binyamin Netanyahu oldukça şanslı bir adam. Ulusal liderler için oldukça ender görülen bir olay yaşadı: Başbakan olmak için ikinci bir şans elde etti.

Netanyahu zor zamanlarda, istenmeyen, sevilmeyen pozisyonları dolduruyor, ama en azından doğru olanları ele alıyor. İlk görev süresinde, (1996-99), barış sürecinde daha fazla ilerleyebilmek için Filistinlilerin terör ile bağlantılarını kesmelerini ve karşılıksız olarak Filistin Anlaşması’nın ilan ettiği İsrail’in yıkılması çağrısını durdurmasını, ön koşul olarak belirlemişti. Onu harekete geçiren noktalar tam anlamıyla gerçek olmasa da, haklıydı. 

Bugün de, iki devlet çözümü için ortaya koyduğu noktalar elzemdir. ‘Filistin Devleti’nin silahsızlandırılması gerekecektir. İsrail’in toprak verme karşılığında güvenli ortam talebi en doğal hakkıdır. Ve Filistinlilerin de İsrail’in Yahudi bir devlet olarak varlığını kabul etmeleri, bazı toprak değiş tokuşlarının gerçekleşeceğini ve ileride geri dönme haklarının sınırlı olacağını kabul etmeleri gerekmektedir. 60 yıldan sonra bunu yapmayı reddetmelerinin etkileri yaşanıyor.

Fakat tüm bu şartlara rağmen, Netanyahu’nun inatçılığı, iki devlet çözümünün, hangi şekilde olursa olsun, İsrail’in devlet olarak temel karakterini koruyacak en uygulanabilir çözüm olmasına başkaldırıyor.  İki devlet çözümüne tek bir itirazı olabilirdi- o da halkın gerçekten üzerine anlaşamadığı bir politika olması. Fakat erteleme taktikleri her seviyede kaybettiğini ortaya koyuyor: geri adım atmaya zorlandı, bir kez daha yetersiz muhakeme ve zayıf liderlik ortaya koyuyor ve bunu yapmadan önce oldukça büyük zarar veriyor.

Öncelikle, Filistinlilerin değil de İsraillilerin iki devlet çözümünü istemediğine herkesi ikna etti. Gerçekte, bağımsızlıktan çok önce, İngilizlerin 1937’de Birleşmiş Milletler’in 1947’de Filistin bölgesini bölme çabalarını İsrail her zaman desteklemiş, Araplar bu fikrin karşısında durmuşlardı.  Yaser Arafat, Ehud Barak’ın Camp David’deki çarpıcı tekliflerini, hatta Clinton parametrelerini bile reddetmişti. Teklifte İsrail, Gazze ve Batı Şeria’nın %97’sinde ‘Filistin Devleti’ kurulmasını %1-2’lik bir bölüm için toprak takası yapılmasını önermişti. Mahmud Abbas, Ehud Olmert’in toprak değişimi karşılığı Batı Şeria’nın %93,5’i teklifini reddetti. Hamas, İsrail ile herhangi bir anlaşmayı reddediyor ve iki devlet çözümü de facto var olmaya devam ediyor.

Basit gerçek şudur ki, İsrail’in Filistinlilerin taleplerini %100 kabul ettiği durumda dahi, sözü yerine getirecek kimsenin olmayacağı uluslararası bir fikir olarak yerleşti. Netanyahu sert oynadı, kaybetti ve İsrail’in uluslararası duruşuna önemli bir darbe indirdi.

İkinci olarak, Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, barış süreci ile İran’ın nükleer programının sonlandırılması konusundaki tehlikeli ve gerçekdışı ilişkiyi yarattı ve İsrail bunu bir varoluş tehlikesi olarak kabul etti. Diğer bütün konulardan bağımsız olarak, İsrail’in tehlikeyi sonlandırmak için Amerikan çabasına büyük ihtiyacı var. İki devlet konusunu tartışmanın bir parçası yapmaya değdi mi yoksa yaratılan bağ derin bir yara mı açtı?

Üçüncü olarak, ilk günden Obama’nın Arap ülkelerine ulaşmak istediği ve barış yönünde önemli yol alacağı açıktı. ‘Amerika’yı Anlama’ konusunda profesör olduğunu iddia eden Netanyahu’nun, kendisini yeni yönetimin ajandası ile aynı noktaya getirebilmek için tüm çabayı harcaması gerekirdi. Bunun yerine inatçı tavrı, İsrail ulusal güvenliğinin temel taşı olan Amerika ile ilişkilerde gözle görülür bir çatlamaya neden oldu. Benzeri görülmemiş bir yabancılaşma derecesi ortaya koydu.

Netanyahu, anlaşılabildiği gibi, görevinde henüz bu kadar yeni iken barış sürecinin yerel bir politik krize dönüşmesini istemeyerek bir krizi bertaraf etmeyi başardı. Yıllar boyunca hiçbir koalisyon hükümeti üç yıldan fazla dayanmayı başaramamıştır ve kendisininki de bundan daha iyi olmayacaktır. Kriz elbette gelecek. Umuyoruz Netanyahu daha iyi başa çıkacak.

İsrail’in barışın önündeki engel olduğu konusunda dünyayı ikna etmek, İran’ın nükleer oluşumu ve barış süreci arasında yıkıcı bir bağ kurmak, Amerika ilişkilerinde çatlama yaratmak, ilk 100 gün için hiç fena değil, gelecek 100 gün için sabırsızlanıyorum.

Ulusal güvenlik eski danışmanı ve Harvard Üniversitesi Kennedy Devlet Okulu’nda kıdemli eğitmen olan yazar Chcuk Freilich, İsrail’de ulusal güvenlik kararları alma üzerine bir kitap yazıyor. Bu yazı 12 Temmuz 2009’da Jerusalem Post’ta yayınlanan “Hoping the next 100 days go better”adlı yazısından Elda Sevevi tarafından tercüme edilmiştir.