Herkesin anlatacak bir öyküsü vardır / Nino Varon ile Büyükada’ya ve geçmişe yolculuk

Nino Varon’u şarkılarından, tablolarından biliriz. Şayet eski Büyükadalı iseniz bir ada sevdalısı olarak da tanırsınız… Bu kez kendisiyle bir zaman yolculuğuna çıkarak  1957-1960 yıllarına geri gittik. Bu yazıda herkesin kendisinden bir şeyler bulacağına, geçmişe bir yolculuk yapacağına inanıyorum…

Ester YANNİER Toplum
29 Temmuz 2009 Çarşamba

O yıllarda insanlar adalara, istimli- buharlı-vapurlarda giderlerdi. Adanın iskelesinde şimdi görmüş olduğumuz lokantaların yerinde o çirkin yapı yoktu, yuvarlak özel bir deseni vardı. Hatta halen bir bölümde devam eder. Büyükadalı olup da o yuvarlaklardan denize işememiş bir çocuk yoktur. Bizler büyükbabamdan başlayarak hep adalıyız. Büyükbabam Anadolu Kulübü kurucu üyelerindendi. Kumsal’da büyüdüm.

 Okulların yaz tatilleri daha uzundu. Ancak yine de okullar kapanmadan gidildiğini de pek hatırlamıyorum. Göç yapılırdı… Buzdolabı, çamaşır makinesi dahi gönderilirdi… Arabalı vapurlar da bazı göçleri taşırdı…

Çok daha az fayton vardı. İnsanlar daha merkezi yerlerde yaşarlardı. Kumsal, Nizam ve Yeniyol’da vs… Faytoncusundan, esnafına çok daha nezih bir kitle yaşardı. İzak adında Yahudi bir bisiklet tamircisi vardı.

Benim de tüm adalılar gibi bisikletim vardı. En büyük bisiklet kazam, komşumuz Rıfat Hasan ile olmuştu.

SAÇLARIMI BAR-MİTZVA’MIN YAPILDIĞI SENE KAYBETTİM

Sinagogdan sonraki kutlamayı Paula Morelli’nin- Rum-İtalyan karışımı bir hanım- sahibi olduğu Plaj Otel’de yapmıştık. Kim derdi ki  Nino Varon daha sonraki yıllarda binlerce Bar-Mitzva gecesi yapacak. Daha saçlarım dökülmemişti. Kutlamadan iki ay sonra kolumu kırdım ve bekli de uygulanan tedavi neticesinde saçlarım döküldü.

Saçlarım döküldükten sonra rahmetli arkadaşım Moris Hazan’ın benim için yaptığını unutamam. Büyükada’da herkesin tanıdığı Pavli  diye bir Rum arkadaşım vardı. Saçlarımı geri kazanmam için tedavilerime devam ederken, başımdan çıkartmadığım bir şapkam vardı. Onu kafamdan alacak herkesi, öldürebilirdim. Pavli ve Moris şapkamı çıkartmam için saçlarını usturaya vurdurdular. 14-15 yaşlarındayız…  Buluğ çağındayız yeni yeni gelişiyoruz o yaş çocuklardan beklenmeyecek bir hareketti. Onlarının saçlarının kesildiği ustura ile benim şapkamı parçalamışlardı. Böylece anılar da yok oldu. Ve ben idolüm olan Yul Bruyner gibi herkes bana bakıyor zannettim. Öyleydi de. Zira aylarca şapkamın koruduğu bölüm yanık yüzümle büyük bir tezat oluşturuyordu. Yüzümle aynı renge kavuşsun diye çocuk düşüncesiyle kafama zeytin yağ sürdüm, ertesi gün kafam su topladı…  İşte şapkadan kurtuluş anım da böyle. Ancak ileri ki dönemlerde peruk taktım. Hala “senin için kimdi saçlarını kesenler?” diye soranlar dahi var. Hayatımda çok mühim bir olay ve en önemli ada anılarımdan birisi… Bu yazıyı okuyan yaşıtlarım hatırlayacaklardır… Ada böyle bir yerdi…

BÜYÜKADA VE RUMLAR

Büyükada’da çoğunlukla Rumlar yaşardı.  O günlerde mahallemizde yaşayan Niko, Mimi  ve Yani  adlı  Rum ağabeylerden gitar çalmayı öğrendim. Onlara şükran borçluyum…

Kellik kompleksimi yenebilmem için güzel resim çizdiğim de söylenirdi. Ama kızlar arasında popüler olmak için resmi bir kenara bırakıp, Saray Sineması’nda seyrettiğim bir Thomas Dean filminin de etkisinde kalarak gitara ağırlık verdim.   O yıllarda tüm Rumların ellerinde gitarlar var, kantares dediğimiz onların açık hava şarkıları diye tarif ettiği arspres, kordeles, yado yado, tatako sporoktasi gibi. Anaokulunda yarım sınıf Rum okulunda okumuş olmanın tüm avantajlarını kullanıyordum. Aile büyüklerimin büyük bir çoğunluğu da Rumca konuşurdu. Komşularla da Rumcayı iyice ilerlettik. Bunun yararını halen görüyorum…

Yani Rum kültürünü öğrendiğim yer Büyükada’dır.

ANADOLU KULÜBÜ

O yıllarda Anadolu Kulübü’nde Musevi Cemaatinin çok önde olduğu söylenemezdi.

Büyükbabam sayesinde biraz Anadolu Kulübü’ne girebiliyor, müzik dinliyordum. Arkadaşım  Moiz arka kapıdan atlardı… O yıllarda İtalyan orkestraları gelirdi ve gitara meraklı olduğumdan sanatçıların nasıl gitar çaldığına bakardım. 60’ların müziğini hala dinliyoruz. Çünkü 50’lerin müziği Nat King Cole, Frank Sinatra, Beatleslar dahil 80’lere kadar olan dönemin, pop müziğinin en güzel yılları olduğuna inanıyorum.

İlerleyen yıllarda Barış Manço, Cem Karaca ile çaldım. Pavyonlarda da müzik yaptım. Müzik tutunduğum saklandığım, başarılı olabileceğime inandığım bir işti. Ticareti hiç düşünmedim. Hiçbir zaman ne param, ne de borcum oldu.

Şimdi Kızılay denilen Splendid Otel’inin karşısında Ertekin bir çadır yapmış, spagetti satıyordu. Biz İtalyan müziği yaptığımız için arada bir bizleri çağırıyor “ Hadi makarnalar benden, ambiyans yapmak sizden” diye… Bizler de tek gitarla, Roberta gibi Pepino Di Capri’nin şarkısını çalıyorduk.

  Rumlar her zaman eğlenmesini bilirlerdi. Bunu görmüş bir gençtim ben… Toplanırlardı; rakılar, kavun beyaz peynir çıkardı, gitarlar elde, hanımlar şarkılar söyler vs…

Bu  bir Yahudi yaşam tarzı değildi. Bizler de ise daha ziyade Cuma akşamları tüm aile toplanırdık. Büyükanne- büyükbabalara çok büyük saygı vardı. Ama hep ikmale kaldığım için yazlarım genellikle kötü geçerdi. Ders almak zorunda kalırdım. İşkencenin en büyüğüydü.

Şimdiki sinagog açıktı. Cuma akşamları sinagoga gidilirdi.  Yom –Kipur’da özellikle çok kalabalık olurdu.

Bar- Mitzva derslerimi beyaz saçlı bir bey vermiş. Özellikle Bar-Mitzva derslerine ezberimin zayıf olması, hayatıma yansıdı. Belki de bir dönem cemaatten uzaklaşmama neden oldu diyebilirim.

Askerlik sonrası Yahudi cemaati yaşamına daha fazla dahil oldum.

AKŞAMÜSTÜ HAYATI

O yıllarda da İskele “piyasa”ydı. Halen de değişen bir şey yok. En unutulmayacak tablo, akşamüstleri anneler çocuklarını alarak vapurdan inen, tüm günün yorgunluğunu taşıyan babaları karşılamak için merasim kıtası gibi dizilmeleriydi. O iskeleye inişte  Musevi olsun, Rum olsun adanın konseptine göre kadın, şık olmalıydı. Çocuklar çok dikkatli bir şekilde bir başkasının yolunu kesmeden koşarak babasına sarılırdı… 

ADA ARKADAŞLARI

Gençliğimizde bir Golf Kulübü vardı. Orası gençler arasında kaynaşmayı sağlıyordu.  Rum ve Musevi arkadaşım kadar Müslüman arkadaşlarım da vardı. Böyle büyüdük…

Hiç unutmam Bülent Sokullu (Sokullu Mehmet Paşa’nın akrabasıdır) arkadaşlarımdan biriydi.

Birlikte büyüdüğüm arkadaşlarımın arasında en önemlilerden biri de Fıstık Ahmet’tir. En az 60 senelik arkadaşımdır.

FUTBOL

Gençler daha fazla futbol oynardı. Her mahallenin bir takımı vardı. Hatta daha küçükken, her mahallenin ordusu vardı. Bende savaşçı bir ruh olmadığından, müthiş bir sıhhiyeciydim. Mahalleler arası maçlar, unutmayacağım anılarımdır. Takımda her dinden çocuk olurdu…

Adalar takımında futbol oynardım. Takımdaki tek Musevi bendim. Sonradan çok yetenekli olarak nitelendirebileceğimiz Yusuf Aner, Kalvo gibi kişilerin çıkabileceğini de gördük.

PLAJLAR

O dönemde plaj denilince akla ilk Yörükali Plajı gelirdi. Seferoğlu, Değirmen plajları daha sonra yapıldı. Ayrıca  bazı ailelerin gittiği Aya Nikola vardı. Toplum olarak  tekneye meraklı olmadığımız yıllardı.  O yıllarda adada az sayıda tekne vardı. Futbolcu Lefter’in teknesi vardı.  

Sahiller denize girmeye daha müsaitti. Annemle  evimizin önünden(şimdiki Fıstık Ahmet’in olduğu yer, park yapılmamıştı) denize girerdik. Beni boyumu aşan bir yerden denize atmışlardı. Annem çok korkmuştu ama ‘bırak yüzmeyi kendisi öğrensin’ demişlerdi.

Öğlen eve dönülür, “aprés midi dodo” siesta yapılırdı. Bütün ada İtalyanlar gibiydik.

ADADA AKŞAM HAYATI

O yıllarda akşamları şimdiki kadar dışarıda yemek yenilmezdi. Evde yemek düzeni vardı. Akşam yemeğinden sonra yeniden iskeleye inilirdi. İnci (şimdi Deniz Bank oldu) Yordan  pastaneleri vardı… Ankara Pastanesi adanın en şık yerlerinden biriydi.

Sinemaya giderdik… Buluğ çağındaki çocuklar için başka da eğlence yoktu… Ebeveynler cep telefonu olmamasına rağmen çocukları bırakırdı. Adada kendini farklı göstermek isteyenlerin dışında, fazla it-kopuk yoktu. 

 Her ailenin bir düzeni vardır. Annem, arkadaşlarıyla kâğıt oyunu oynamazdı. Sadece babamla eğlenmek için bezik oynadıklarını hatırlarım.

O dönem için kapılar açık yatılır denirdi. Bana biraz abartılı gelir. Şunu da söyleyebilirim ki 6-7 Eylül olaylarından sonra kimse kapısını açık bırakmamıştır.

Ada ile ilgili yaptığım projede de gayri Müslimler ile   Müslüman Türklerin  en dört ay girift  yaşadıkları yerin Büyükada olduğunu anlatıyorum. Oradan yola çıkıp Türkiye’de azınlıkların-bazı konular göz ardı edilirse- güzel yaşadıklarını anlatmak istedim. Adaların perspektifinden İstanbul’u anlattım. Çünkü orada tüm gayri Müslim cemaatler için bir melodi yaptım. Osmanlı, doğu Roma, Bizans için… Oluşumu anlattım ve Türkiye Cumhuriyet’inde topladım hepsini. Biraz da Atatürk’e olan sevgiyi yansıttım.