YAHUDİ ASILLI ÜNLÜ GİTARİST MARC RİBOT, EFSANE PİYANİSTİN SON ALBÜMÜNDE: Mccoy Tyner’dan Guitars

Caz piyanosunda Bill Evans ve Oscar Peterson’dan sonra gelen nesil arasında kare ası say deseler, çoğu cazsever şu dört ismi sayar: Miles Davis’in tezgâhından geçmiş Chick Corea ve Herbie Hancock, bazılarınca başının üstünde aziz halesi taşıdığına inanılan Keith Jarrett ve efsane saksafoncu John Coltrane’in piyanisti Mccoy Tyner.

Dani ALTARAS
15 Temmuz 2009 Çarşamba

Mccoy Tyner Philadelphia’da doğdu ve annesinin teşvikiye 13 yaşında piyano öğrenmeye başladı. Adını ilk olarak 1960’ta saksofoncu Benny Golson Orkestrası’nda duyurdu. Aynı yıl Golson’dan ayrılıp John Coltranein grubuna katıldı. Coltrane ve Tyner’ın yanısıra basta Jimmy Garrison, davulda Elvin Jones’un çaldığı ve Classic Quartet olarak tanınan bu dörtlü, aralarındaMy Favorite Things ve A Love Supreme de bulunan birçok önemli albüme imza attı. 1965’te Coltrane gruba ikinci bir davulcu dahil edince, Tyner kendi sesini duymakta zorlandığını belirtip ayrıldı ve bundan sonra kendi projelerini üretmeye başladı.  

Bugün 71 yaşında olan Mccoy Tyner, müzik yapmaya ve albüm çıkarmaya son sürat devam ediyor. 2007’deki Quartet albümünden sonra 2008’de de Guitars adlı iki CDlik çalışmayı piyasaya sürdü. John Coltrane’in anısına çıkardığı Quartet’te kendisine tenor saksafonda Joe Lovano, basta Christian McBride ve davulda Jeff ‘Tain’ Watts eşlik etmişti ve albüm yayınlandığı yıl en iyi caz albümleri listelerinde ilk ona girmişti.

Tyner, Guitars albümünde basta Ron Carter ve davulda Jack DeJohnette ile birlikte beş gitaristi konuk ediyor: John Scofield, Derek Tucks, Bill Frisell, bancocu Béla Fleck ve Yahudi asıllı Marc Ribot.

1937 Michigan doğumlu basçı Ron Carter, bugüne kadar değişik müzisyenlerle tam 2.500 albümde yer aldı. Bu sayı onu caz tarhinin en çok kaydı bulunan birkaç basçısından biri yapıyor. Carter ünlenmeye 1960’ların başında Miles Davis’in ikinci beşlisinde yer alarak başladı. Burada, sonradan devleşecek Herbie Hancock; Wayne Shorter ve Tony Willimas ile birlikte çaldı. O yıllardan bugüne sayısız caz ve caz dışı sanatçılarla birlikte albümler yaptı. 2004’te Berklee Müzik Koleji’nden fahri doktora ünvanı aldı.

1942 Chicago doğumlu davulcu Jack DeJohnette adını duyurmaya 1960’larda, saksafoncu Charles Lloyd’un grubunda çalarak başladı. 1968’de Montreux Caz Festivali’nde, kendisinden sonra gelecek olan hemen hemen bütün büyük piyanistleri etkileyen Bill Evans ile birlikte çaldı. DeJohnette, yıllar boyunca birçok projede yer alırken, artık Keith Jarrett’s Standarts Trio olarak bilinen grubun, basçı Garry Peacock ile birlikte değişmez üyesi oldu. Bu kadar iyi piyanistlere eşlik eden DeJohnette’in en önemli özelliği kendisinin de iyi bir piyanist olması.

Gitaristlere gelince... 30 yaşındaki Derek Trucks, Allman Brothers rock grubunun eski bir üyesi. Bu yaşta nasıl eski üye olunur diye merak edilirse, müzik endüstrisine 9 yaşındayken  harika çocuk olarak girdiğini ve on iki yaşına geldiğinde meşhur bluescu Buddy Guy (yeri gelmişken, Anna Lee şarkısı eşsizdir) ile çalmaya başladığını belirtmek yeterli olur. Saygın The Wall Street Journal Derek Trucks’ı “en huşu uyandıran” elektrik slide gitarcı ilan etmiş.

1954 doğumlu New Jersey’li Marc Ribot, Tom Waits’den (2006 tarihli Orphans: Brawlers, Bawlers & Bastards albümünde İsrail-Filistin sorununa değinen Road to Peace adında harika bir parçası vardır) Elvis Costello’ya kadar birçok müzisyenle çalıştı. Bir başka Yahudi asıllı cazcı John Zorn’un pek çok albümünde yer aldı. Halen Zorn’un Bar Kokhba Sextet ve Electric Masada isimli gruplarının üyesidir.

John Scofield ve Bill Frisell bugün altmışlarına merdiven dayamış, birçok ünlü isimle çalmış, pek çok iyi işe imza atmış, Grammy dahil ödüller kazanmış, olgun ve saygın iki caz gitaristi. Son sürat çalmaya ve üretmeye devam ediyorlar. Scofield’in bu yıl çıkardığı The Piety Street, gospel temalı mükemmel bir albüm. Bill Frisell’in History, Misery albümü de bu yılın Grammy ödülü adaylarındandı. Yine Frisell’in 2003 yapımı The Intercontientals’daki Yala ve The Young Monk, Yunan ud virtüözü Christos Govetas’ın katkısıyla özellikle Türk dinleyiciye, “Aaa, biz bunu biliyoruz” dedirtecek, eskilere Yorgo Bacanos’u anımsatacak parçalar.

Ve 51 yaşındaki New-York’lu Bela (Anton) Fleck Adını ünlü Macar besteci Bela Bartok’tan ve Bohemyalı besteci Antonin Dvorjak’tan almış. Aslında gitarist değil, bancocu. Daha doğrusu banco virtüözü. Tam bir Grammy müptelası: tamı tamına dokuz ödül, ayrıca 22 de adaylık. Liderliğini yaptığı Béla Fleck and The Flecktones Grubu dışında birçok müzisyenle ortak projeler yaptı. Kare astan Chick Corea ile 2007’de çıkardıkları The Enchantment bunlardan sadece bir tanesi.

İki CD’lik albümde 14 parça var. Marc Ribot 4, John Scofield 2, Derek Trucks, Bill Frisell ve Béla Fleck 3’er tanede. Parçaların bazıları klasik John Coltrane şarkıları, bazıları Tyner standartları, diğerleri ise gitaristlerin kendi besteleri.

Ribot’un bölümü projenin maceraya en açık kısmı. Improvisation 1 ve 2’de Tyner ile baş başalar. Passion Dance’ta Ribot, piyano-bas-davul üçlüsünü kendi tarzına zorlarken, orta tempolu 500 Miles tipik bir caz quartet parçasını andırıyor.

Scofield gitaristler arasında Tyner ile daha önce çalmış tek isim. Bu yüzden hiç zorlanmıyor. John Coltrane bestesi Mr. P.C. coşkun ve kıvrak bir parça. Scofield burada parmaklarının ustalığını sergiliyor. Parçanın kaydını yaptıklarında Tyner, Scofield’in gitarının ateş almış olması gerektiğini söylemiş. Blues on the Corner’da ise sıra kendine geldiğinde Scofield neşeli sololar attırıyor.

Derek Trucks iki parçada da kendi tarzından ödün vermez gibi. Hem Slapback Blues’da, hem Coltrane’in ünlendirdiği Greensleeves’de country-blues soundu hâkim. İşin keyifli tarafı, üçlünün kendisine mükemmel eşlik etmesinde.

Bill Friell’in bölümünde, Mccoy’un bestesi Contemplation tipik bir caz gitar parçası gibi yorumlanmış. Yumuşak ve rahatlatıcı. Frisell’in kendi besteleri Boubacar ve Baba Drama, Malili gitarcı Treore Boubacar’a saygı olarak bestelenmiş. Üç parça da albümün en iyilerinden.

Ve yine Bela Fleck. Fleck’in parçaları albümün ortalarında yer alıyor ama en güzel lokmanın en sona saklanması gibi bunlar bu yazıda sona bırakıldı. Trade Winds, Amberjack ve yine Coltrane’in meşhur ettiği My Favorite Things. Üç parça da bu kadar mı güzel olur? Caz müziği için pek de alışık olmayan banco, piyano ile bu kadar mı bütünleşebilir? Dört enstrüman bir arada bu kadar mı güzel ses verir ve besteler bu kadar mı yenilikçi, akıcı ve coşku verici çalınır? Bıkmadan tekrar tekrar dinlemek istenen parçalar.

Guitars sadece caz meraklılarına değil; blues, country, rock ve ‘Fleckseverler’e de hitap eden bir albüm.