29. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde /İsrail sinemasının gövde gösterisi

İsrail sineması, 29. Festivalde geçen yıllarda görmeye alışık olmadığımız rekor sayıda filmle temsil edildi. Avrupa Konseyi Ödülü’nü alan “Ajami”, festivalin İnsan Hakları Bölümü’nün galibi oldu. İsrail sinemasının uluslararası arenadaki en büyük başarısını sağlayan “Lübnan”ın Altın Aslan Ödüllü yönetmeni Samuel Maoz İstanbul’da izleyicisiyle buluştu.

Viktor APALAÇİ
28 Nisan 2010 Çarşamba

İsrail’in dindar kesimine değişik bir bakış açısıyla yaklaşan, skandal film “Gözleri Tamamen Açık” ve insanın içini ısıtan romantik komedi “Paris’te Beş Saat” çok beğenildi

TANKIN İÇİNDEN NAKLEN SAVAŞ

48 yaşındaki Samuel Maoz’un, ilk filmi “Lübnan / Lebanon” ile Venedik Film Festivali’nde kazandığı Altın Aslan, İsrail sinemasının uluslararası arenadaki en büyük başarısıydı. 1982 Lübnan Savaşı’nı bir tankçı olarak yaşayan Maoz, kişisel deneyimlerinden yola çıkarak, kendi geçmişiyle, vicdanıyla hesaplaştığı, özyaşamsal öyküsel bir film yapmış. Lübnan Savaşı’nı dekor alan, Ari Folman’ın “Beşirle Vals” ve Joseph Cedar’ın “Beaufort”unda olduğu gibi, savaş karşıtlığını, askerlerin yaşadıkları tecrübeler üzerinden işleyen Samuel Maoz savaşın askerlerde yarattığı klostrofobik ve dehşet verici haletiruhiyeyi aktarmayı başarıyor. Tanımadığı üç askerle birlikte görevlendirildiği tankın içinden gördüğü Lübnan savaşını anlatmakla yetinen Maoz, seyircilerine de benzer bir deneyimi yaşatmayı hedeflemiş. Tamamı bir tankın içinde geçen film ölüm korkusundan dehşete kapılan dört askerin acemiliklerini, beceriksizliklerini, tereddütlerini ustalıkla yansıtıyor. Filme Altın Aslan Ödülünü veren jürinin başkanı Ang Lee, tercihlerini şu şekilde açıklıyordu: “O tankın içinde hepimiz vardık”. Savaş cehenneminden naklen uslubuyla ele alınan film gerçekliği, tarafsızlığı ile öne çıkıyor.

1940’lı yıllarda İstanbul’dan İsrail’e göç eden bir babanın oğlu olan Samuel Maoz, geçirdiği askeri eğitimden sonra, savaş paniğinde ne yapması gerektiğinin eğitimini almadan, gencecik bir insan olarak, kendini Lübnan Savaşı’nın içinde buldu.

Bir tankın içinde vücudunun dengesinin bozulduğu, ölüm korkusunun ağır bastığı, insan öldürmenin insan öldürmenin korkunçluğu karşısında çaresiz kaldığı, tek dürtüsünün hayatta kalmak olduğu bir savaşı yaşadı. Taşıdığı suçluluk duygusunu paylaşmak, içini dökmek için “Lübnan”ı yaptı.

İnsanın içini ısıtan film

Festivalin “Genç Ustalar” bölümünde gösterilen “Paris’te Beş Saat / Hamesh Shaot Mepariz”, 32 yaşındaki St. Petersburg doğumlu İsraili yönetmen Leon Prudovsky imzasını taşıyan bir romantik komedi. Kişisel hayatındaki birçok olaydan esinlenerek yazdığı senaryoda Prudovsky, insanın içini ısıtan bir tonla, küçük insanların öyküsünü anlatıyor. Bir işçi sınıfı banliyösü olan Bat Yam’da, karısının ölümünden sonra yaşama sevincini ve heyecanını yitiren, taksi şoförü Yigal’in hikâyesini izliyoruz. Oğlunun müzik öğretmeni, güzel Lena ile tanıştıktan sonra yazgısı değişen Yigal, kocası İspanya’ya taşınmaya hazırlanan Lena’nın kalbini çalmaya çalışır. Hayallerinden ve umutlarından vazgeçmeye hazır, bir şeyler olmasını bekleyen basit kahramanlarımızın öyküsü, heyecanını hiç kaybetmeyen, samimi ve duygusal bir tonla anlatılmış. Film, festivalde çok alkış aldı.

Eşcinsellik günah mı?

35 yaşındaki Haim Tabakman, iki Ortodoks’un imkânsız aşkını anlattığı ilk sinema deneyimi “Gözleri Tamamen Açık / Einaym Pkuhot” ile İsrail’de dini çevrelerin tepkisini çekti. Gerçek bir hikâyeye dayanmayan, ancak Merav Doster’in Kudüs’un Mea Şearim bölgesinde oldukça kapsamlı bir araştırmasına dayanan senaryoyu, Tabakman cesur bir dille sinemaya aktarmış. Fazlasıyla tutucu Yahudi cemaatinde saygın bir babanın oğlu olan Aaron, Rivka ile evlidir ve kendini dört çocuğuna adamıştır.

Cemaatin dışından gelen, çırak olarak işe aldığı Ezri’ye aşık olunca Aaron ailesini ihmal eder. Suçluluk, ıstırap ve cemaatin baskısı onu kesin bir karar vermeye zorlar. Amos Gitai’nin unutulmaz “Kutsal / Kadosh” filminden olduğu gibi, Rivka kocasının yaşadığı eşcinsel ilişkiye rağmen bağlılığını sürdüren itaatkâr bir eştir.

Dindar insanların eşcinselliği günah olarak bile değerlendirmeyip tamamen yok saydığı coğrafyada Aaron’la Ezri’yi kaçınılmaz son beklemektedir.

UYUM İÇİNDE YAŞAMA RÜYASI

2010 En İyi Yabancı Film dalında Oscar Adayı “Ajami”, Londra, Montpellier, Selanik ve Kudüs Film Festivalleri’nde aldığı ödüllerden sonra, 29. İstanbul Film Festivali’nden de eli boş dönmedi. Avrupa Konseyi ödülünü alan “Ajami” festivalin ‘İnsan Hakları Bölümü’nün galiba oldu. İsrailli Yahudi Yaron Shani ile Filistinli Scandar Copti’nin ilk filmi olan “Ajami” adını Yafa’nın bir mahallesinden alıyor. Fakirliğin, işsizliğin, suç trafiğinin kol gezdiği bu mahallenin gençleri kolay para kazanmak için uyuşturucu satarlar.

Film birbirlerine göbekten bağlı beş öykü anlatıyor. Etnik çatışmaların yaşandığı, cinayetlerin işlendiği bu coğrafyadan film başarılı bir insan portreleri resmi geçidi sunuyor. Bir imkânsız aşk öyküsünün de anlatıldığı filmin finalinde tüm kahramanların yazgısı belli oluyor.

Film, izleyicinin suratına tokat şiddetiyle çarpan bir gerçekçilik duygusuyla, belgesel tadında bir uslupla anlatılıyor. Adeta kendilerini oynayan, tümü amatör mahalli oyuncular, yaşadıkları coğrafyanın doğurduğu şiddetin mağdurlarını başarıyla canlandırıyorlar.

Vurucu, trajik, etkili ve sürükleyici bir film olan “Ajami”, aile bağlarının önemine vurgu yaparken, dayanışma duygusu temasını işliyor. Filmde uyum içinde yaşama rüyasını destekleyen, Yahudi-Filistinli savaşının biteceğine dair mesajlar yok. Senarist-yönetmenler çok gerçekçi.

Ancak Shami-Copti ikilisi “Biz birbirimize inandık. Neticesi ortada. Araplarla Yahudiler arasında güven oluştuğunda işler değişecek” diyorlar. Doğu Avrupa kökenli bir aileden gelen Yaron Shani bu film için Arapça öğrenmiş. Makine mühendisi olmasına rağmen hayatını garsonluk yaparak kazanan Seandar, Copti Shani’nin teklifiyle yönetmenliğe geçti. Projenin gerçekleşmesi yedi yıllarını almış.

40 yaşındaki belgesel ustası Yoav Shamir’in “Karalama / Hashmatsa” adlı filmi görkemli bir antisemitizm araştırmasıydı. Yahudi bir eleştirmen tarafından antisemit olmakla suçlanınca bu konuda bir film yapmaya karar veren Shamir, taraflara eşit mesafede yaklaşmaya özen gösteriyor. Bir taraftan Amerikalı Yahudi önderleri, diğer taraftan antisemit fikirleriyle ünlü, tarihçi Norman Finkelstein’i dinliyoruz. Amerika’da ve Arvupa başkentlerinde, antisetizmin ne hale geldiği sorusunun cevaplarını izledik.