“Stranded in Vienna”- küllerden kaynaklanmış kültür gezintileri...

İzlanda küllerine Viyana’da yakalandım... Daha doğrusu, Cuma öğlenden sonra havaalanına doğru giderken, her taraf günlük güneşlik idi – ancak çok geçmeden, uçuşumuzun iptal edildiğini öğrendik: alanın saat 18’de kapanacağını haber almış olan Türk Hava Yolları, uçağını Viyana’ya hiç göndermemişti!

-
21 Nisan 2010 Çarşamba

GECELER...

Kara trafiği yoğunlaşmadan şehre dönmeye karar verdim; takside ise önce otel odamı “geri” aldım, ardından da tanıdığım tiyatrolarda şansımı denemeye başladım – “üçte iki”yi de yakalayabildim: Ülkenin en eski ve ünlü kabare tiyatrosu “Simpl” ve Avusturya’nın saygın “Burgtheater”inde Cuma ve Cumartesi gecelerini emniyet altına alabildim – Pazar ola, hayır ola..!

Eski adı “Simplicissimus” olan bu kabareye her Viyana seyahatlerinde annem ve babam da giderdi – ve hiç unutmam, onlarla katıldığım ilk Avusturya seyahatimde beni de götürmeye kalkıştıklarında, 18 yaş altında çocukları içeriye almıyorlardı, bazı şakaların (1960’lı yıllara göre!) biraz “dekolte” olduğundan... Her neyse, “reşit” olduktan sonra bu geleneği hep sürdürmüşümdür – “Simpl”deki eski Yahudi kabare geleneğini ise ABD sürgününden geri döndükten sonra 1950’lerde yeniden canlandırmış o ölümsüz Karl Farkas’a bile yetişmiştim, oraya ilk gittiğimde. Bugün, KZ Dachau’da öldürülmüş olan Fritz Grünbaum’un iki kuşak sonrası (ve artık Yahudi olmayan) bir ekip götürüyor bu kabareyi – ve espriler halen üst düzeyde; ne var ki, Avusturya’da okurken gülebildiğim çoğu siyasi takılmalara artık “Français”yim, ülkenin iç politikasına uzak kaldığımdan – ancak gene de nitelikli taşlamalara kahkahalarla gülmek isteyen, Almanca bilen her yabancıya kesinlikle önerilir, bu gelenek dolu kabare...

“Burgtheater” ise, Avusturya-Macaristan İmparatoru’nın himayesinde kurulmuş “Devlet Tiyatrosu”ydu ve bugün ülkedeki sahnelerin “mederi iftaharı”dır (Paris’teki “Comedie Française” gibi). Benim yer bulduğum akşama ne yazık ki, klasik bir oyun rastgelmedi; o gün programda Danımarkalı film yönetmeni Thomas Vinterberg’in yazıp yönettiği yepyeni bir yapım vardı: yeğenine takılan pedofil amcanın, özellikle sonlara doğru (bizim Tiyatro Dot müdavimlerinin bildiği) “in-yer-face” türüne göz kırpan devinimlerini içeren, ülkenin en saygın sahne sanatçılarının başarılı biçimde kotardıkları, neredeyse (ara vermeden!) iki buçuk saat süren zor ve zorlu bir oyun olan “Cenaze”yi izledim – pek de önermem!

Efendim, Viyana’da “mahsur kalmak”, ucsuz-bucaksız bir kültür-sanat okyanusunun milyonlarca dalga ve dalgacıklarında yüzmek demektir... Opera, operet, müzikal, tiyatro, kabare, stand-up, resital, oda ve senfonik müzik, rock, caz, dünya müzikleri, sanatçı ve yazarların oturmuş olduğu anıt-evler, müzeler, galeriler ve özel sergiler, kentte rehberli yürüyüş turları, konferanslar, katedrallerde ayinler – bunlar, şu anda aklıma gelen “belden yukarı” etkinliklerdir (diğerlerini zaten düşünmem de..!). Bunların ancak sözel olanları için Almanca bilmeniz gerekir – ne var ki, bir bölümü oldukça pahalı, ve bazılarında anında yer bulamıyorsunuz, çoğu kez... Bu durumda, gerek Şalom’un, gerekse Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği basın kartları tabii ki, birer “can simidi” oluyor (- ayıp mı söylemesi!?).

Unutmadan, bir önceki akşam “Halk Operası” diye bilinen, daha çok operet ve müzikallere yer veren “Volksoper”de Johann Strauss’un o ölümsüz “Yarasa”sını izlemiştim – 1987’den bu yana aynı sahneye gelmiş olan 342. gösterimiydi, bu geleneksel operetin..! Almanca bilin veya bilmeyin – eğer yolunuz Viyana’ya düşecek olursa, önceden www.volksoper.at’yi ziyaret edip, kendinize mümkün olduğunca geleneksel bir operet bileti edinin – eminim, beni daha sonra “sevgi ile” anacaksınız..!

... VE GÜNLER...

Peki, günün diğer saatlerini nasıl geçirdim? Hemen Stephansdom’un (Katedral’in) arkasındaki Domgasse No.5’de Mozart’ın uzun yıllar yaşadığı ve “Figaro’nun Düğünü”nü bestelemiş olduğu evi gezdim; Sigmund Freud’un yaşadığı ve hastalarına baktığı Berggasse 19’daki ev-müzesine gittim; Tiyatro Müzesi’nde son derece ayrıntılı bir Gustav Mahler sergisinde iki saat geçirdim; hemen yanındaki Albertina Müzesi’nde çeşitli Empresyonistler ve Picasso ile Chagall gibi ressamların sürekli sergisi ile şu sıralarda alt katta konuk olan Andy Warhol’un ölümünden önceki son yapıtları olan “Cars” dizisini izledim; Yahudi Müzesi’nde ne var diye baktım (dikkat: 12 Mayıs’da burada “Viyana’daki Türkler” = Türk Yahudi Cemaati sergisi başlıyor!); 1997’de Şalom’daki ilk yazımın konusu olan, o yıllarda henüz keşfedilip kazıların başladığı, bugün ise orada yer altında sergilenen bir Ortaçağ Sinagogu’nun bulunduğu “Judenplatz”ıma uğradım – ve birkaç rehberli yürüyüş turuna katıldım...

Bu turlara gelince – değerli “nitelik...”severler, içinde bulunduğumuz Nisan ayında Viyana kentinde tam tamına 58 (elli sekiz!) rehberli yürüyüş turu düzenleniyor, programa göre bazı günlerde toplam on tura kadar... Bunlardan her biri, en azından Almanca ve/veya İngilizce bilen, çoğu akademisyen olan lisansı rehberler tarafınca düzenlenmekte ve tarih, toplum ve tüm sanat dallarını kapsadığı gibi, yeraltı dünyası, fuhuş, simyacılar gibi “uç”, ayrıca tabii ki kentteki etnik grupları içeren konulara ayrılmış... Benim şu ana dek katıldığım üç tur Sigmund Freud ile Gustav Mahler’in dünyaları ve genel olarak Viyana Yahudilerini kapsayanlar oldu (Viyana’daki Yahudi yaşamının dünü ve bugününe ayrılmış üç ayrı tur daha var!). Çoğu 2 saat süren bu gezintilerin fiyatı 14 Euro olup, ayrıntılarına www.wienguide.at sitesinden ulaşabilirsiniz.

Avusturya ve bu arada Viyana kültürü, Yahudi kültürü olmadan düşünülemez. Katolik bir arkadaşımın dile getirdiği gibi, “Yahudisizbir Viyana”, kolsuz-bacaksız bir beden (“Torso”) gibidir – örneğin Sigmund Freud ve Alfred Adler; Stefan Zweig ve Arthur Schnitzler gibi yazarlar; besteciler Gustav Mahler, Franz Lehar (ve bu arada, dedesi Yahudi olan Johann Strauss bile!), film yönetmenleri Billy Wilder ve Fred Zinnemann (tabii ki, Theodor Herzl) ve daha niceleri, Viyana’dan çıkmış ve birer uluslararası kişilik olmuştur – 1900 yılında 2.5 milyon olan Viyana nüfusunun yüzde onu Yahudi olup, önemli bir bölümü okumuş/üretken kişilerdi. Devamına girmeyelim, isterseniz – keyfinizi bozmamak üzere...

...ve yazımızı şu tümcelerle bitirelim ki, yaşamımızı düzenlemek ve moralimizi yüksek tutmak için, olanakları olduğunca değerlendirebildiğimiz sürece – sevgili Avram Ventura’nın daha geçenlerde köşesinde de belirttiği gibi, “carpe diem” (gününü yakala/yaşa!) diyebildikçe –  yaşam çekilebilir oluyor... Bu bağlamda, yanardağı küllerinden hareketle kültürün geçmişini ve günümüzdeki izlerini ortaya çıkarabiliyorsak – gerektiğinde fazla para da harcamadan, örneğin belki de sadece Viyana’nın Ring Caddeleri’ndeki o görkemli binalarını gezebiliyor, “bir çeyrek” kırmızı şarap ve – tabii ki kentin kaşer kafeteryasında! – bir beigel yiyebiliyorsak, ne mutlu bize..! (tüm adresler için her zaman emrinizdeyim – ve bu satırları yazdığım Viyana’daki otel odamdan sevgiler...)