Yom Aşoa’da Auschwitz’e ‘YAŞAM YÜRÜYÜŞÜ’

Sizler güncemi okurken ben Polonya’daki ‘March of the Living’ turuma devam ediyorum. Buradan, sizinle güncemi paylaşıyor olacağım. Tur sabah saat 06.00’dan akşam saat 23.00’e kadar sürdüğünden gazeteye yazı yetiştirmek gerçekten büyük bir çaba gerektiriyor. O yüzden, her ne kadar sürç-ü lisan edersem, affola!

Aylin YENGİN Perspektif
14 Nisan 2010 Çarşamba

11 Nisan Pazar

Bugün vardık…

O kadar uzun süredir beklediğim March of the Living yolculuğuna, içimde hafif bir sıkıntı, biraz da endişeyle çıkıyorum. Dün öğle sıralarında duyduğumuz haberler içimizi burktu. Rusya’da iniş sırasında kaza geçiren ve içinde Polonya Cumhurbaşkanı’ndan tutun da Genelkurmay Başkanı’ndan devlet erkânının neredeyse tamamını taşıyan uçağın düşmesiyle, ülkede bir haftalık yas ilan edildi. Aslında yolculuğumuzun amacıyla oldukça bağdaşıyor… Ama yine de böylesine hüzünlü bir haftaya denk gelmesi kötü bir tesadüf oldu.

Sabah saat 08.30’da havaalanında buluştuk. Gencecik bir grubumuz var... Yaş ortalaması yirmi. Çoğunluk UÖML öğrencilerinden oluşuyor. Herkes heyecanlı, neler göreceğini, nelerle karşılaşacağını düşünüyor. Uçağa biner binmez, bazı genç arkadaşlarımızdan duygularını paylaşmalarını rica ettim:

LİNDA FERMAN(20 yaşında, üniversite öğrencisi) O dönemlerde yaşanan olaylar ve kamplar hakkında genel bir bilgim var tabii. Çok resim gördüm, çok şey duydum, izledim... Bence o kampları canlı olarak görmek, o tarihe tanıklık etmek ve özellikle de bir kurtulan ile tanışmak, yaşamak istediğim deneyimler.  İçimde bir korku var, çünkü göreceklerimin nasıl bir etki bırakacağını bilmiyorum.

RAMİ CHAVEZ(19 yaşında, üniversite öğrencisi) Yom Aşoa cemaat içinde çok çeşitli faaliyetler yaptığımız ve çok andığımız bir olay, ama ilk defa yerinde görmek ve olayı orada yaşamak, kurtulanlarla konuşmak, tüm dünyadan gelen binlerce insanla bir arada olmak, aynı duyguları paylaşmak farklı bir deneyim. Bundan yaklaşık 70 sene önce insanların çok zor şartlarda yaşadıkları yerlerden geçmek, bu kez bir bayrak altında yürümek beni heyecanlandırıyor. Çok duygulu anların yaşanacağı, bize çok farklı şeyler katacak, çok geliştirecek bir tur olacağına inanıyorum.

LERİ LEVİ(16 yaşında, UÖML öğrencisi) MOL (March of the Living)’a ilk kez geliyorum ve bu seyahatimde çok sıra dışı şeyler göreceğime inanıyorum. Heyecanlıyım ve biraz da korkuyorum.

JASMİNE KOHEN(17 yaşında, UÖML öğrencisi) Bu yolculuk beni çok heyecanlandırıyor çünkü şimdiye dek kitaplarda okuduklarımızdan farklı şeyler göreceğimi düşünüyorum.

Yaklaşık iki buçuk saat süren bir uçak yolculuğunun ardından dünya tatlısı rehberimiz Dvora ile bir Holokost kurtulanı, Krakov doğumlu Miriam bizi karşılıyor. Miriam’ın pırıl pırıl masmavi gözleri hâlâ ıstırap izleri taşıyor. Bu turu bir an önce yapmak istememin bir nedeni de,  sayıları giderek azalan Holokost kurtulanlarının anılarını kendi ağızlarından dinleyebilmekti. Otobüsle Varşova’daki Yahudi mezarlığına giderken, yolda Cumhurbaşkanı’nın naaşını getiren uçağın inişini bekleyen yaslı Polonyalıları gördük. Kader ne garip!

İlk durağımız Varşova Yahudi (Gensha) Mezarlığı... Yahudiliği yeryüzünden silmeyi hedeflemiş olan Nazilerin geride bıraktıkları izlerden biri. Burada çok değerli bilim adamlarının, liderlerin, doktorların, yazarların ve savaş öncesinde 30 yıl boyunca Polonyalılara hizmet etmiş saygıdeğer haham Hemdat Shlomo’nun mezarları var. Esperanto dilinin yaratıcısı Dr. Zamenhoff ile ünlü tarihçi Meir Balaban da burada yatıyor.

Hasar görmüş, kırılmış mezar taşlarından örülen duvar çok etkileyici, savaşta hayatını kaybeden 1,5 milyon çocuk anısına dikilen anıtmezar ve gettoda hayatını yitirenlerin gömülü oldukları (sayıları belirsiz) toplu mezar da öyle! Toplu mezarı çevreleyen ortası siyah çizgili mezar taşlarının her biri birer tallet’i anımsatıyor. Mezarlığın en ilginç kısmı, diğer mezarlıkların aksine, insanların ters yöne gömülmüş olmaları. Mezarlığa ilk defnedilen kişi bir hata sonucu ters gömülünce, geri kalan mezarlar da aynı ‘geleneği’ sürdürmüş.

Sırada Varşova Gettosu’ndan (Zlota, Walichow, Chlodna) geriye kalanlar var! Gettonun çevrelediği 3 metre yüksekliğindeki tuğla duvarı görünce içimizi bir sıkıntı kapladı. Bir zamanlar her bir odasına altı Yahudi’nin tıkıştırıldığı minicik evlerde bugün insanların ‘rahatça’ yaşayabildiklerini görmek çok ilginç! Bir zamanla burada yaşanmış olanlara inanmak güç. Keşke bu virane haldeki binalar müzeye dönüştürülseydi.

Ardından, Yahudilerin ölüm kamplarına yollanmak üzere toplandıkları Umschlagplatz’ı ziyaret ettik. Buradan, 1942 ile 1943 yılları arasında toplam 300.000 kişi gaz odalarına gönderilmiş. Ortalama olarak, günde 5000 – 7000 kişilik kafilelerle. Bugün bu “ölüme başlangıç noktasını” temsil eden yerde, üzerinde Lehçe, Yidiş ve İbranice harflerle yazılmış anıtsal bir duvar yükseliyor.

Peki, bu insanlar hiç mi isyan etmemiş? Hiç mi ayaklanmamış? Bundan sonraki durağımız, direnişin simgesi olan Mila 18. Mordechai Anielewitz önderliğinde 120 kadar direnişçinin başlattığı Varşova Gettosu isyanı, Yahudi tarihinin en önemli simgelerinden biri ve Mila 18 (Mila Caddesi 18 numaralı ev) de bu uğurda düşen son kale… Bu yoğun ve duygu yüklü günün son durağı getto savaşçıların anısına dikilen Başkaldırı Heykeli. Bir eşi de Yad Vaşem’de bulunan bu heykelin önünde, her yıl getto başkaldırısının anısına bir devlet töreni düzenleniyor.

Gün boyunca gördüklerimizden sonra, şimdi de biraz anı dinleme zamanıydı. Akşam yemeğimizin ardından, hepimiz Miriam’ın etrafına toplandık, ailesini kaybedişinin hikâyesine, gettoda ve ardından da kamplarda geçen yıllarının hazin öyküsüne tanıklık ettik. Hırkasının kolunu kıvırıp bize kamplarda koluna dağlanan numarasını gösterdiğinde, 29 çift meraklı göz adeta faltaşı gibi açıldı. Sorular sorduk, yanıtlarını dinledik, gözyaşı döktük, içimizden yükselen öfkeyi bastırdık ve… Ve yarına hazırlandık. Yarın “yürüyoruz!”

12 Nisan Pazartesi

Bugün yürüdük…

Genellikle March of the Living Turuna giden her grup, turun simgesi olan yürüyüşü, yani Auschwitz’ten Birkenau’ya yapılan yürüyüşü son gün tamamlar. Bizim turumuzda ise durum biraz faklı, Yom Aşoa’nın bugüne denk gelmesi ve geleneksel anma törenin bugün yapılması dolayısıyla, yaklaşık 3 kilometrelik Yaşam Yürüyüşümüzü bugün tamamlıyoruz. Sabah saat 06.00’da otelden çıktık ve yaklaşık beş saat süren bir otobüs yolculuğunun sonunda Auschwitz’e vardık. Dün ziyaret ettiğimiz getto evlerinin müzeye dönüştürülmesi konusunda sanırım kararımı değiştirdim. Buraya varır varmaz kapısındaki ‘Auschwitz Museum’ işaretini görünce, buradan sağ kurtulan birinin ne düşüneceği geldi aklıma!

Barakalardan bir tanesi bir fotoğraf müzesine dönüştürülmüş. Orijinalleri Yad Vaşem’de olan bu kanıt resimler, kat kat büyütülmüş. Trenden inişlerin, sınıflandırmanın, yakılmanın, yıkılmanın en acı sahnelerini yansıtıyorlar, siyah beyaz tonlarda. “Bu fotoğraflar nasıl çekilebilmiş?” diye sorduk rehberimize. Hani Almanlar hiçbir kanıt bırakmak istemiyorlardı. Yanıtını alaycı bir gülücükle süsledi: “Dalgın bir Alman askerinin çektiği fotoğraflar bunlar, savaş bitip de Ruslar Auschwitz’e gelince, telaşla çıkarken fotoğraf albümünü çekmecelerden birinde buldular!” Albümün orijinali de Yad Vaşem’de sergileniyor.  

Türk delegasyonu olarak March of Living montlarımızı giydik ve 51. sıradaki yerimizi aldık. Parlak bir güneş altında yürüyüşümüze başlarken çalan Şofar sesi tüylerimizi diken diken etti. Toplam 40 ülkeden altmışı aşkın grup, hep birlikte ‘Arbeit Macht Frei’ yazan kapının önünden yola çıktık. Türk bayrağımız inanılmaz bir ilgi gördü! Gençler getirdikleri ufak tefek armağanları değiş-tokuş etmeye başladılar. Bir süre sonra tanımadığım bir sürü insanın başlarında TURKEY 2010 yazan mavi kasketler vardı.

Yürüyüş çok enteresan bir deneyim, ama bir o kadar müthiş olan Yom Aşoa günü böylesine güzel bir kalabalıkla yaşanılan paylaşım! Geleneksel anma töreni çocukların adlarının okunması ile başladı, ardından Dudu Fisher’in o güzel sesinden müthiş bir şarkı dinledik. Hayatımda ilk kez Rabbi Lau’yu canlı izleme fırsatım oldu! Göz yaşartıcı konuşmasının ardından, ufak bir keman dinletisi ve 6 meşalenin yakılması gerçekleşti. Ardından da törenin en vurucu anları yaşandı: önce El Male Rahamim,  Kadiş ve finalde yine Dudu Fisher’in sesinden ve hep bir ağızdan söylenen Hatikva. 

Ölüm kampı olarak bilenen Auschwitz-Birkenau’da toplamda 2.000.000 insan gazlanarak, kurşunlanarak, yakılarak ve aklınıza gelmeyecek daha nice yöntemle öldürdü. Burası ölüm sanayi merkezi olarak nitelendiriliyor. Trenden inen Yahudilerin, varıştan ölüme kadar izledikleri sistematik yol (saç kesme, duşlar, dezenfekte etme) öylesine canlı bir şekilde korunmuş ki, insanın bir an önce kendini o odalardan dışarı atası geliyor. Birkenau’da, krematoryum vahşetine de tanık olduk ve 3 numaralı krematoryumun önünde, Türk delegasyonu olarak kendi anma törenimizi gerçekleştirdik.

Yarın daha kolay bir gün olacak. Krakov’da olacağız. Ve gezeceğiz.