HİTLER’İN ÇOCUKLARI/ Korkunç mirasın ortakları anlatıyor…

Adolf Hitler’in çocuğu olmadı. Nazi makinesinin etkin isimlerinden Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ve ailesi, Hitler’in yeraltı tapınağında intihar ettiler… Ya Hermann Göring, Heinrich Himmler, Adolf Eichmann’ın aileleri ve diğerleri?

Perspektif
7 Nisan 2010 Çarşamba

Bu korkunç mirasın ortakları olarak yaşayabilmenin, Holokost kurbanlarının ailelerinin bakışları altında, onlarla göz göze gelerek hayata tutunmanın bedeli kim bilir ne kadar ağırdır?

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden yarım asrı aşkın zaman sonra, Alman kadın ve erkeklerden oluşan küçük bir grup, savaş suçlusu olan babalarının, amcalarının, büyükbabalarının yaptıklarını tüm gerçekliğiyle gündeme getirdiler. İsrailli sinema sanatçısı Chanoch Zeevi ‘Hitler’in Çocuklar’ adlı belgeselde bizleri, tarihin en büyük ayıbı olan bu kalıcı mirasın kadersiz ortakları ile buluşturuyor.

İşte bu belgeselde, ‘Nihai Çözüm’ün faillerinin yakınları, aile büyüklerine başta duydukları hayranlığın daha sonra nasıl bir tiksintiye, utanca dönüştüğünü tartışıyorlar. Onların sadece hikâyelerine değil, aileleri adına af dileyen tavırlarına ve kendi deyişleri ile taşıdıkları soyadlarının çağrıştırdığı dehşetin altında ezilişlerine tanıklık ediyoruz.

Katliamı, ölümü, vahşeti, soykırımı hatırlatan bir soyadıyla yaşamak, ‘katilin torunu’, ‘katilin çocuğu’ vasfıyla hayata devam etmek gerçekten zor olmalı. Bugüne dek sessiz kalmayı tercih eden bu korkunç mirasın ortakları, sonunda sırtlarındaki bu yükü biraz olsun hafifletmek istediler.

Onlar alelade ailelerde doğup büyüdüklerine inandırılmışlardı. Çocukları seven, onları koruyan ve kollayan, aile değerlerine örnek gösterilebilecek mükemmeliyette anne babaları vardı. Seneler sonra, genellikle de şans eseri, Hitler’in yakın çevresinin devamı olduklarını keşfettiler. Onlar savaş suçlularının çocuklarıydılar ve bu gerçek yaşamlarını tamamen değiştirdi.

Bu kişilerden biri Monika Goeth Hertwig, Plaszow Kampı’nın komutanı Amon Goeth’ün kızı. Schindler’in Listesi filminde Ralph Fiennes’in canlandırdığı Goeth savaştan sonra, 500 kişiyi kendi elleri ile öldürmekten, on binlercesinin de ölümünden doğrudan sorumlu olmaktan suçlu bulunur ve 13 Eylül 1946 tarihinde idam edilir. Oysa Monica uzun seneler babasının Rus cephesinde savaşarak öldüğünü sanmaktaydı. Yıllar önce karşılaştığı bir adamdan öğrenmişti babasının gerçek kimliğini:

“1958’de, henüz babamın ne yaptığını bilmiyordum. Kafede bulaşık yıkayan bir adam gördüm, kolunda dövmeler vardı. Krakow yakınlarında bir kampta kaldığını söyledi. ‘Babam o kampın sorumlusuydu’ dedim. Adam dondu kaldı.  ‘Amon Goeth müydü?’ diye sordu. Gülümsedim. Babamı tanıyan birini gördüğüm için heyecanlanmıştım. Bana sessizce kapıyı gösterdi ve bir daha oraya gelmememi söyledi…”

Monika belgeselde, “Bu katilin ne kadarının içimde yaşadığı sorusu beni yiyip bitiriyor…” diyor.

‘REİCH’IN GÖLGESİNDE’

“Hakimin rolü ırk esasına dayandırılmış toplumun somut düzenini korumak, tehlikeli birimleri ayıklamak, toplum yapısına zarar verecek her ne varsa onu silip atmak, bireyler arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmaktır. Nasyonal Sosyalist ideoloji, Führer’in kitap ve konuşmalarında belirttiği şekli ile yasal kaynakların yorumlanmasında temel arz eder.”

Bu sözlerin sahibi Hans Frank, yaşantısına avukat olarak başlayan, Nasyonal Sosyalist Parti’nin Bavyera’da etkin konuma gelmesinde önemli bir rol oynayan bir hukuk adamı. Ancak tarihte bu kimliği ile yer etmiş değil. Hitler’in başbakan olmasından sonra partide yükselen ve Almanların Polonya’yı işgalinden sonra, buraya askeri genel vali olarak atanan kimliği, kendisine Nürnberg duruşmaları sonunda idam yolunu açmış. Ne mahkeme sürecinde dile getirdiği pişmanlık, ne de mahkemeye sunduğu 43 ciltlik anıları, bunu engelleyememiş.

‘In the Shadow of the Reich – Reich’ın Gölgesinde’ Hans Frank’ın oğlu Niklas Frank’ın kaleme aldığı kitap. 1950’li yıllarda Batı Almanya’da, bir Nazi savaş suçlusunun oğlu olarak büyümenin ne demek olduğunu anlatıyor kitabında… “İflah olmaz bir otostopçuydum. Beni yolun kenarından alan arabalara bindikten birkaç kilometre sonra, babamın Nazi Almanya’sının bakanı, Polonya Genel Valisi olduğu ve Nürnberg’de bir savaş suçlusu olarak idam edildiğini anlatıyordum... Hikâyem genelde sempati ile karşılanıyor, hatta bazı durumlarda antisemit ifadelerle de destekleniyordu…”  Niklas’ın uzun otostop yılları boyunca yalnızca bir kişi arabasını durdurmuş ve sessizce kapıyı açıp inmesini istemiş kendisinden.

Niklas zaman içinde babasının yaptıklarından utanç duyar. Sonraki 40 yıl boyunca bu utanç yakıcı bir hale, hatta obsesif bir nefrete dönüşür. Babasının izini bulmak amacı ile Niklas eski Nazilere, savaş esnasında emirlerinde çalışmış hizmetlilere, hatta babasının son sözlerine tanık olmuş din adamına dahi gider.

Küçüklüğünde, dağ evine Hitler’i ziyarete gittiklerini, Hitler’in kendisini sevdiğini, sonra babasının onu bir ölüm kampına götürdüğünü, mahkûmlar işkence görürken babasının ve Hitler’in bunu normal karşıladıklarını ve hatta gülüştüklerini anımsıyor ve Hans Frank’ın oğlu olarak yaşarken, kendisini, “ölüme mahkûm” edilmiş hissettiğini söylüyor. “Ülkem asla temizlenmeyecek. Ben de babamın hatırasından kurtulmayı başaramadım, derin utançla yaşıyorum…” diye ekliyor.

Niklas Frank bugün benliğini bir misyona adamış çalışıyor. Alman gençlerine babasının yaptıklarını anlatarak, bu konuda yazılar, kitaplar yazarak onları neo-Nazi akımlardan uzak tutmayı kendine görev edinmiş.

‘LANETLİ SOYU’ DURDURMAK İÇİN…

Bettina Göring de benzer duygular yaşamış Niklas Frank gibi. Yakınları ve Yahudi komşuları tarafından sevimliliği, mizah anlayışı, uzlaşmacı yönüyle tanınıyor, Luftwafe – Alman Hava Kuvvetlerinin Komutanı, Gestapo’nun kurucusu ve Hitler’in yakın dostu Hermann Göring’in yeğeni Bettina Göring, bugün Meksika Santa Fe’de şifalı otlar satarak hayatını kazanıyor.

Savaş sonrası, Nürnberg mahkemelerinin hakkında verdiği idam cezasından sonra, infaz edilmeden birkaç saat önce kendisinden sorumlu askerden istediği küçük kutusu içinde sakladığı potasyum siyanürü içerek intihar eden babasının amcası Hermann Göring’in gölgesinden kurtulamamış Bettina. ‘Lanetli soyunu’ devam ettirmemek için kardeşi ile beraber kendilerini kısırlaştırmışlar. “30 yaşımda tüplerimi bağlattım, yeni bir canavar yaratmaktan korktum. Fiziksel olarak ona kendi kızından çok benziyorum. Bizlere kahramanların çocukları olduğumuz öğretilmişti, ancak öyle değildik! İnsanları topluca katleden canavarların yakınlarıydık…”

“BUNDAN BEN SORUMLU DEĞİLİM…”

Bir emriyle binlerce Yahudi’yi ölüm kamplarına gönderen, Nasyonal Sosyalist Parti’nin ve hareketin ikinci adamı, Adolf Hitler’in sağ kolu, SS ordusunun komutanı ve Son Çözüm felsefesinin mimari Heinrich Himmler, şöyle diyor:

“Zor bir konuya daha dikkat çekmek isterim. Bunu artık açık bir şekilde kendi aramızda konuşabiliriz, ancak halkın önünde tartışmak için daha çok erken. 30 Haziran 1934’te işlerini gerektiği gibi yapmayan arkadaşlarımızı duvarın önüne koyduk ve bu konuda hiçbir zaman halkın önünde konuşmadık. Tanrıya şükür bu gibi konuları aramızda konuşmayacak kadar güçlüyüz. Her birimiz yaşananlar karşısında dehşete kapılmıştık. Ancak hepimiz açıkça anlamıştık ki bunu yapmak gerekliydi… Dolayısı ile aynı şeyin bir kez daha yapılması durumunda, gerekirse bunun aksatılmadan gerçekleştirileceğinden herkes emindi.

Şimdi Yahudilerin tahliyesinden, Yahudilerin ortadan kaldırılmasından söz ediyorum. Bu kolayca söylenen bir şey: Yahudi halkı yok edilecek. Bu her parti üyesi tarafından söyleniyor. Bu çok açık ve programımızda var. Yahudilerin tasfiyesi, Yahudilerin yok edilmesi küçük bir olay. Ancak 80 milyon Alman’ın sevgi dolu bir Yahudi’si var. Herkesin kendi Yahudi’si muhteşem. Ancak onlar bazı şeyleri yaşamadılar. Sizler, arkadaşlar, 100 bedenin, 500 bedenin ya da 1000 bedenin yan yana cansız yatmasının ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bunu yaşamak ve aynı zamanda saygın bir insan olarak devam etmek bizi olgun kıldı. Bu hiçbir zaman konuşulmayacak zafer dolu bir konudur. Bizler Yahudilerle yaşamanın ne denli zor ve tehlikeli olduğunu bilen kişileriz. Yahudiler hala Alman toplumunun parçası olsalardı bugün hala 1916 – 17’li yıllarda yaşadıklarımızı yaşar olurduk…”

4 Ekim 1943’te Himmler’in Posen’deki bir konuşmasından yapılan bu alıntı, hastalıklı sürecin basit bir yabancı düşmanlığı ile anlatılamayacağını göstermesi bakımından belirleyici…

İşte ‘bu’ Himmler’in büyük yeğeni Katrin Himmler o ‘kötü’ mirası aldığına inanmıyor. İsrailli bir Holokost kurtulanının oğluna aşık olmuş ve evlenmişler. Evliliklerini bir kitapta anlatan çift en zor şeyin bu durumu küçük oğullarına nasıl açıklayacaklarını bilememeleri olduğunu söylüyor.

Katrin, 11 yaşındayken bir soykırım belgeselini izlerken sürekli kendi soyadının tekrarlanması üzerine masaya kapanarak gözyaşlarına boğulduğunu anlatıyor… “11 yaşımda bir soykırım belgeseli izledim. Ağlıyordum çünkü sürekli Himmler adı geçiyordu. Amcamın modern çağın en kötü katillerinden biri olduğunu fark ettim. Ama ben bundan sorumlu değildim…”

Almanlar, Himmler, Göring veya her neyse… Onlar kendilerinden önce gelenlerin günahlarının gölgesinde yaşadılar, yaşıyorlar. Belgesel bu konu ile ilgili acımasız sorular soruyor kendilerine: Akla hemen soykırım veya katliam çağrıştıran bir isimle büyümek nasıl bir duygu? Holokost kurtulanlarının çocukları onları nasıl görüyorlar? vs…

Gelinen noktada filmin önerdiği sonuç, “Dost veya düşman, Alman veya Yahudi, bir nesil sonra aynı sonuçta buluştular. Şimdi, geçmiş olaylara takılı kalmanın değil, beraber geleceğe bakmanın zamanı…”

Dori ZARA