Bilinçte yolculuk ve zihnin pencereleri

Gençlik - Eğitim
17 Mart 2010 Çarşamba

Geçenlerde düşünüyordum da neden bu karşıtlık, ikilik, çatışma? Tam algılayamadığımız, tümünü bilemediğimiz bir evrende bunca koşuşturma… Neyi çözemiyoruz? Bunun sorumlusu kim?

Her şeye dışarıdan bakabilsek, aslında her şeyin ne kadar bütün ve tam olduğunu mu görürdük acaba? Gelin görün ki, mevcut durumumuz hiç de bu şekilde görünmüyor. 

İsterseniz beraberce bilinçte bir yolculuğa çıkalım ve durumu anlamaya çalışalım…

Bir an düşünün ki bir evin içindeyiz ve bir böcek büyüklüğündeyiz. Hatta minik bir böceğiz. Biz o kadar küçüğüz ve ev o kadar büyük ki, üzerinde yürüdüğümüz boylu boyunca uzanan tahtadan bir yolun aslında pencerenin pervazı olduğunu anlayamıyoruz. Pervazını bile algılayamazken bütünü nasıl algılayacağız? Bunun yanında perdenin ne olduğunu, açık mı kapalı mı olduğunu, kapılarını hatta onun bir ‘ev’ olduğunu nasıl bileceğiz? Bu halde iken düşünmüyor ve durduğumuz yerde sabit konumumuzu koruyor ya da çok yavaş yol alıyoruz.  

 Bir adım ileri gidelim. Sonraki aşamaya geçelim:

Şimdi büyüdüğünüzü ve insan bedenine büründüğünüzü hayal edin. Artık bütünü daha kolay yorumlayabiliyorsunuz. Hem cüsseniz hem zihniniz bütünü görmeye daha yatkın. Bu sayede minik bir böcekken üzerinde durduğunuz ve algılayamadığınız pencere pervazını görebiliyorsunuz. Hatta kapıları duvarları odaları görüyorsunuz. Bir sıçrama yaşadık. Her şey çok güzel ama durmuyoruz. O zaman bir sonraki boyutta yolculuğumuza devam ediyoruz.

Pencere, ışığı geçirmeyen bir duvarda, dışarı açılan bir gözetleme deliği gibidir. Ötesini görmemizi sağlar. Gündüz ışığı içeri alır. Perde ise fonksiyonundan anlaşılacağı üzere ‘perdeler’. Görüntüyü silikleştirir ya da kapatır. Işığı süzer ve ona kendi rengini verir. Artık pencere ve perde algısını zihnimizde yansıtma yapmak üzere kullanabiliriz. Pencereyi ve perdeyi kişileştiriyoruz. Pencereyi veya perdeyi üstat olduğunu iddia eden biri olarak düşünelim. Hatta hayatta karşınıza çıkan herhangi biri de olabilir. Peki, böyle insanların pencere mi perde mi olduğunu nerden anlayabiliriz?

Biri, içinde bulunduğumuz dünyada, ötesini gösteriyorsa o kişi bizim için penceredir. Ancak ışık gelen bir yerin önünde durmuş, ötesini göstermeyecek bir bekçi görürseniz, bu da perdedir.

Büyüdükçe, idraklendikçe, deneyimlendikçe, kısacası yaşadıkça, çevrenizdekilerin pencere mi yoksa perde mi olduğunu anlıyoruz. Daha çok bilinçlendikçe, daha iyi algılıyoruz. Pencereleri perdeleri duvarları görüyoruz. ‘Ev’ gittikçe açılıyor.

Bilincimizde yol almaya devam edelim…

Bir din, öğreti ya da bir görüş kimi için bir pencere, kimisi için de bir perde oluyor. Aynı öğretmen birini geleceğe taşırken bir diğerini tökezletebiliyor.         Bir kitap kiminin önünü aydınlatırken, kimininkini karartıyor. Peki, aynı kişi nasıl oluyor da birini aydınlatırken diğerini karartabiliyor? Bu ev bize düşman mı yoksa bizim dostumuz mu? Penceresi az mı, çok mu? Tüm pencerelerin önündeki perdeler açık mı kapalı mı? Buna kim karar veriyor. Çoğu insan için burada ipin ucu kopar.

Peki, bu durumun en derinde yaratıcısı, bizim eylemlerimiz, bizim oluş biçimimiz olabilir mi? Karşımıza çıkan insanları biz mi perde ya da pencere yapıyoruz ya da hatırlamadığımız bir anda yaptık da, haberimiz mi yok? 

Şimdi daha da insanlaşıyor ve daha da dışarıdan bakıyor yani daha da derinleşiyoruz. Bilinçte yolculuğumuzun belki de son durağındayız.

Bir evde aslında pencere de gerekli perde de. Dışarıdan gelen ışık gözümüzü kamaştırırsa onu perdeleyecek bir perdeye de ihtiyaç vardır. Yani aslında evin doğasında hem pencere hem de perde, hem kapı hem de duvarlar gereklidir. Bu unsurların hepsi bizde mevcut ancak bunlarla nasıl bir ev inşa edeceğimiz; nasıl bir dünya yaratacağımız kısmen bize kalmış. İnsanlaştıkça pencereyi, perdeyi ve hatta kapıyı tanıyacak, belki istediğimiz zaman eve girip çıkacağız. Ötesine gidip geleceğiz.  Ya da yalnızca öteyi gözleyen pencerelerin önüne, onu gizleyen perdeleri çekip duracağız. Kim bilir…

İnsanın aklına şu soru gelebilir. Biz ‘ev’imizi görebilecek kapasitede miyiz yoksa düşünmeden kafa yormadan, yukarıdaki böcek örneğinde olduğu gibi, dünyaya öylesine geldik gidiyor muyuz? Bu durumda, biz insan mıyız yoksa sadece insan olma potansiyeli olan ama henüz tam insan olmamış ama bir şekilde bir yol tutturmuş androidler miyiz? İnsan mıyız insanımsı mıyız?

O zaman ilk işimiz güneşli bir günde perdeleri açmak, pencereyi biraz aralamak, gelen temiz havayı içimize çekerek şöyle bir “ohh” demek olsun.

Ardından elimizde anahtarlar, kapıdan çıkar şöyle bir dolaşır ya da işimize gideriz.

Gelişmekte olan güzel potansiyellere açık, faydalı olmayanlara karşı kapı pencere kapalı, güzel bir yürüyüş yaparız.

Sevgiler.

Moris Mert GÜZELGÜL