Merhaba, Hello, Şalom

Küçükken annem ve babam benimle Fransızca konuşmadıkları için ve anneannemle Judeo Espanyol dilinde konuşamadığım için her zaman çok üzülmüşümdür.

Yaşam
17 Mart 2010 Çarşamba

Bu nedenle çocuklarıma verebileceğim en iyi armağanın doğdukları andan itibaren İngilizce, Türkçe ve İbranice dillerini onlara benimsetmek olduğunu düşünüyorum  

"Mami, ne yemek yiyoruz bugün?”

“Daddy, matay ohlim?” (Baba, ne zaman yemek yiyoruz?)

“Grandma, dinner is ready.” (Babaanne yemek hazır.)

Her Şabat geldiğinde yedi yaşındaki kızım ve dört yaşındaki oğlum bu şekilde etrafındaki kişilere onların kendi dillerinde laf yetiştirmeye çalışırlar. Amerikalı olmasına rağmen çok iyi İbranice konuşan eşim çocuklarımızla sadece İbranice konuşur. Türk asıllı olan ben Türkçe, yaşadığımız yerde geriye kalan herkes onlara İngilizce konuşur. Babaanne ve büyükbabaları, okuldaki öğretmen ve arkadaşları, süpermarkette çalışanlar, kütüphanede rastladığımız insanlar ve daha birçokları çocuklarımın İngilizce ihtiyaçlarını karşılarlar. Eşim ve etrafımızdaki İbranice konuşan arkadaşlar da İbranice ihtiyaçlarına cevap verirler. Türkçe ise, benden ve İstanbul’daki bütün arkadaş ve aile fertlerinden sağlanır. Gelişen teknoloji sayesinde, çocuklarım istedikleri zaman İstanbul’da ya da İsrail’de istedikleri kişi ile görüntülü olarak konuşabilirler. Teknolojinin gelişmesiyle küçülen dünyamızda çocuklarıma verebileceğim en iyi armağan budur diye düşünüyorum: doğdukları andan itibaren üç dili de onlara benimsetmek.     

Küçükken annemle babam benimle Fransızca konuşmadılar diye çok kızardım. Fransızca bana çok çekici gelirdi. En başlıca sebebi, Fransızcanın kulağıma hoş gelen melodisiydi. İkinci sebebi de ailemde benim haricimde herkesin bu dili biliyor olmasıydı.

Şimdi iki çocuğum da okulda İspanyolca öğreniyorlar. Doğduklarından beri değişik lisanlarla haşır neşir oldukları için yeni bir dil öğrenmek onlara çok kolay geliyor.

Kızıma hamileyken değişik lisanlarla büyüme konusunu pedagojik psikolog olan bir arkadaşımıza danışmıştık. Benim bu konudaki korkum, ya konuşmaya geç başlarlarsa ya da ilerde üç dili de gerektiği gibi konuşamazlarsa idi. Arkadaşımızın kendisi İtalyan ama çocukları büyürken uzun zaman Almanya’da yaşamışlar ve kocası Amerikalıydı. O da kendi çocuklarını üç dille büyüttü. Onun dediğine göre, bu işte en önemli nokta, herkesin sadece bir dili konuşması. Ben sadece Türkçe, eşim sadece İbranice gibi. Aksi takdirde çocukların kafası karışıyor tabi ki. O dille ilgili bol bol kitaplar okunup şarkılar dinlenmesi de çok önemli. Yavaş yavaş kaybolmakta olan Judeo Espanyol’u yeni nesille en iyi öğretme şekli bu. Bu işin bu kadar kolay bir şekilde halledildiğini görünce şimdi annemle babama bana Judeo Espanyol öğretmedikleri için de kızıyorum. Anneannemin son günlerinde söylediği çoğu İspanyolca şeyi de anlayamadığım için hâlâ üzülüyorum tabi ki.

Buradaki okullarda, okul öncesinden başlayarak zorunlu ders olarak İspanyolca öğretiyorlar. Bizim cemaatin okulunda da üç yaş sınıfları için İbranice ve İspanyolca ek ders olarak veriliyor. Oyunlarla, şarkılarla, faaliyetlerle ve değişik eğitim sistemleri kullanılarak aktarılan bu diller çocuklar tarafından çok çabuk benimseniyor.

Geçen gün, oğlum ve kızım yemek masasında birbirleriyle İspanyolca konuşmaya başladılar. Kızım “Komo estas?” (Nasılsın?) diye sordu kardeşine. O da bilmiş bir hava takınarak ve başparmağını da havaya kaldırarak “Bien!” (İyi) diye cevap verince ben ve eşim onlardan bir dil eksik bilmenin kıskançlığı içinde kıvrandık bir an.

Judeo Espanyol gibi çok özel bir dille büyümüş olan nesillerin çocuklarına ya da torunlarına verecekleri bu armağanın değeri göz ardı edilmemeli. Bence, gittikçe küçülen dünyamızda öğrenilen her dil bir hazinedir. Ben, kızım ve oğlum şu sıralar el işaretleriyle konuşulan sağır dilsiz dilinin gizemli büyüsüne kapılmış bulunmaktayız.

Güle güle, goodbye, adios, şalom!

Yael SAFRAN