Tiyatro sezonuna şöyle bir ‘kuşbakışı’

Ekim’den bu yana izlemiş olduğum toplam otuz dört oyunun altısını bu köşede eleştirmiştim; yirmi dördünü (!) de aşağıda bulacaksınız...

-
10 Mart 2010 Çarşamba

“Evvel zaman içinde...”, yani 12-13 yıl önce bu köşe için her hafta tiyatro eleştirileri yazdığım dönemlerde, sezonda 30-35 oyunu irdelerdim – daha sonra iki haftada bir ve 3 yıldır da ayda bire indim, ayrıntılı eleştirilerimi daha çok “Tiyatro... Tiyatro...” dergisine kaydırarak... Kaldı ki,  bir zamanlar “Şalom”un içinden de, ”birden fazla oyuna yer veremez misin, her biri hakkında daha kısa yazarak…” önerisi gelince, “acaba fazla mı yükleniyorum okura..?” sorusu aklıma takılmadı değil – ve ben de işin kolayına kaçmaya başladım, aynı yazıda üç, bazen dört oyuna da değinerek...

İşte bugün de, sezon yavaş yavaş sonlarına doğru yol alır ve kendimizi 17. İstanbul Tiyatro Festivali’ne hazırlarken, size muhakkak görmeniz – ve, kendi kanaatimce, “uzak durmanız” gereken bazı oyunlara yer vermek istiyorum, kısa kısa...

ÖDENEKLİ SAHNELERDEN...

Şehir Tiyatroları bu yıl, yirmi dolaylarında prömiyer arasında, olağanüstü başarılı birkaç oyun sahneliyor. Örneğin, Ariane Mnouchkine’in sahneye uyarladığı Klaus Mann’ın “anahtar roman”ı“Mephisto”, her bakımdan doyurucu: Ragıp Yavuz’un başarılı dönem tiplemesi, zengin/zevkli sahne/giysi tasarımları, çok yetkin bir cast ve – tabii ki, en önemlisi – “12’den vuran” bir iletiler yumağı... Her devrin adamı olmaya çalışan aktör Hendrik Höfgen’in Nazilerin de suyundan giderek üne kavuşması, öte yandan bu rejimin başarısızlığı/acımasızlığından düş kırıklığına uğramış milliyetçi aktör Miklas’ın “Yahudiler gitti – hiç bir şey düzelmedi..!” haykırışı, herkese ders olmalı... – “Mefisto”da başrölü oynayan Yiğit Sertdemir’in yazdığı, gene İBBŞT’nda izlediğim “Bekleme Odası”, bir iş başvurusu için gelen üç kişinin bekletilen odadaki rekabetinin ne denli acımasız olabileceğini gözlerimizin önüne sürüyor, oldukça çarpıcı biçimde. Tolga Yeter’in yönetiminde, özellikle genç oyuncu Zeynep Özyağcılar göz dolduruyor. – Yeniden açılan Harbiye Şehir Tiyatrosu sahnesine  “Bakhalar” ile “merhaba” dedik, Şubat ayında... Euripides’in bu ölümsüz oyununu Romen yönetmen Mihail Maniutiu, kendine has son derece yenilikçi bir yorumla sunuyor ki, bu gösterim bana birkaç yıl önce gene İBBŞT’nda bir dizi oyununu izlediğimiz Roberto Ciulli’yi anımsattı – belki de Maniutiu, Ciulli’nin öğrencisiydi... Her halükârda, özellikle inanç sömürüsü (Dionisos’a körü körüne tapınma) ve kadın (bu tanrının “rahibe”/müridleri olan Bakhalar) gücünün acımasızca kullanılması olgularını irdelemek isteyen, kanlı yorumlardan da kaçınmayan gerçek tiyatroseverlerin kesinlikle kaçırmamaları gereken bir yorumdur bu; hele Teresias (baş)rolündeki Çağlar Yiğitoğlu’nun gerçekten olağanüstü performansı, kesinlikle izlenmeye değer..! – Aynı sahnelerde görebileceğiniz diğer ilginç bir oyun, Güney Afrika’nın önde gelen yazarlarından Athol Fugard’ın kaleme aldığı “Merhaba Hoşçakal”dır: Terkettiği eve on beş yıl sonra yalnızca bir “merhaba” ve “hoşçakal” demek için uğradığını söyleyen Hester’in asıl niyeti, babasının tazminat parasından payını almaktır. Yaşamın savurup attığı bu iki kardeşin bir gece boyunca yitirdiklerini sorgulamalarına tanık olurken, benim kesin favorim Johnnie rolündeki (“Bekleme Odası”nın yönetmeni) Tolga Yeter olmuştur...

Gelelim, eşdeğerde nitelikli oyunlar sunan İstanbul Devlet Tiyatrosu’na... Burada, şu ana dek izlemiş olduğum altı yapımdan (ki, “Kuzguncuk Türküsü” ve “Vahşet Tanrısı”nı sizlere 18/11’de tanıtmıştım)   özellikle iki ayrı iki kişilik oyun öne çıkıyor. Bunların ilki, Sırp yazar Duşan Kovaçevic’in, Yugoslavya’ daki büyük dönüşümden önceki ve sonraki toplumsal-politik ortamın, bir entelektüelin yaşam öyküsü içinde, kara-komedi türünde ve ironik bir üslupla anlattığı “Profesyonel”dir.... Küçük rollerdeki sekreter ve meçzup’u saymayıp, bir edebiyatçı ile emekli bir gizli polisin karşılaşmasını, soluk soluğa izlenebilmenizin üç “müsebbibi” olduğunu belirtmek isterim: Son yılların en gözde yönetmeni Işıl Kasapoğlu, büyük oyuncu Bülent Emin Yarar ve daha çok beyazperdeden tanığımız Yetkin Dikinciler... – DT’ndaki diğer iki kişilik oyun, aslında dört rolü içeriyorken, bunlar salt Seray Gözler ve Adnan Biricik tarafınca canlandırılıyor, zira “İki Çarpı İki”nin yazarı, “Fay Hattı” gibi başarılı oyunlardan bildiğimiz Behiç Ak, iki sanatçıya ikişer karakter “yüklüyor”: İki çift, iki ayrı ilişki, iktidar ve sevgi, evlilik ve monotonluk, aşk ve macera, kadın ve erkek, birey ve politika üzerine gerçekten ilginç bir oyunculuk deneyimine el altmış yönetmen Serpil Tamur – muhakkak görülmesi gereken, ustalıklı bir oyun..!

...VE ŞİMDİ ‘ÖZEL’LER...

Tiyatro Z’de izlediğim, Cem Kenar’ın yazıp yönettiği diğer iki kişilik bir oyun olan “Hesap Lütfen”“İki Çarpı İki” ile birlikte  “Tiyatro... Tiyatro...” dergisinin Şubat sayısında karşılaştırmalı biçimde irdelerken, yazıma “Özgün Fikirlere Bayılıyorum!” başlığını koymuştum. Gerçekten de, kentimizin yenilikçi, ancak son derece başarılı kumpanyası, sahnesi hemen Barınyurt’un yanında bulunan Tiyatro Z’in kotardığı “Hesap Lütfen”, özellikle kendine has çift kişilik faktörü ve geriye doğru işleyen kurgusu ile sezonun öne çıkan, alçak gönüllü olmakla birlikte, özgün ve kesinlikle kayda değer, görülmesi gereken taptaze yapıtlarındandır... – Diğer “yepyeni”, ancak belki de sezonun en başarılı yapımı olarak anılabilecek, iki genç yeteneğin (yeniden) birlikte olduğu, Akbank Yeni Kuşak Tiyatro’nun daha geçen ay sahnelemeye başladığı “Ben Patronum” oyunudur: Aynı sahnede “Şeylerin Şekli” ile çok büyük beğeni kazanmış olan yönetmem Mehmet Ergen ve başrol oyuncusu Bartu Küçükçağlayan, Barış Toraz’ın daha geçtiğimiz yıl kaleme aldığı, hiciv fışkıran bir güldürü türündeki toplum eleştirisinde yeniden zirvelere çıkıyorlar, oldukça kalabalık (toplam 10 kişilik) bir genç oyuncular kadrosuyla. Kendi kanaatimce, genç tiyatro izleyicisinin artık görmek istediği “yerli Suratına Tiyatro” türünün belki de ilk başarılı yapıtıdır, “Ben Pastronum” – size önerim, bu oyun çok ünlenmeden / bilet bulmak zorlaşmadan, gidin-görün – ve bana “duacı” olun..! – Tabii ki, diğer görülmesi gereken bir yapım, Kanada’lı Eugene Strickland’ın “sanki Yıldız Kenter için..!” yazdığı, ve ikinci rolde son derece başarılı bir sınav veren 16 yaşındaki Sedef Şahin’i de alkışlayacağınız “Kraliçe Lear” oyunur ki, “üçüncü” rolde, Feride Varol’un çaldığı viyolonselin o tatlı-tok nağmeleri de hoşunuza gidecektir, kuşkusuz...

Fazla yerimiz kalmadı, değerli “perde”severler – salt eğlenmek için tiyatroya gitmeyi yeğleyenler için, ilkinde Haldun Dormen’in, diğerinde ise Nedim Saban’ın başrolleri üstlendiği, Tiyatro Kedi’nin yapımları “Pazar Günkü Cinayet” ile “Figaro’nun Düğünü”nü veya İstanbul Halk Tiyatrosu’nda Cem Davran, Levent Üzümcü, Bahtiyar Engin ve Erkan Can’ın sizleri güldürecek (ancak gerektiğinden uzun olan) “Alevli Günler” oyunlarını izleyebilirsiniz – Shakespeare meraklıları ise, Halûk Bilginer’in yanısıra dört çok başarılı “soyKarı”nın rol aldığı (ve Tolga Çebi’nin kayda değer özgün müziklerini içeren) “7” müzikalini, Aysa Prodüksiyon’un “Aşk Sözleri” ve (henüz görmediğim) Zafer Diper/Bizim Tiyatro’daki “Bana William Deyin” kolajlarını kaçırmamalı...

Gene yer darlığından “niye?”lerine burada giremeyeceğim, bende düş kırıklığı yaratmış olan “Quintet” (T.Pera), “Kassas” (garajistanbulpro), “Kurgu” (T.Fora), “Karanlık Korkusu” (Stüdyo Oyuncuları)  ve “Dullar” (İBBŞT) ile “vakit harcamayın!” diyeceğim “72.Koğuş” (Sadri Alışık T.), “Ruhundan Tramvay Geçen Adam” (Ortaoyuncuları), “Kredi Kartı – Vakaaa” (İDT) ve “Hakiki Gala” (Tiyatrotem) oyunlarını da buraya (“az kötü”den “çok kötü”ye doğru sıralayarak) almadan edemiyorum – ve böylece, bu sezonda bugüne dek izlemiş olduğum toplam 34 yapımdan 24 adedine en azından değinmiş olayım...