Toplumların aşağılanması... TERÖRİZM

“Biz kaderleri aynı vatan toprakları üzerinde yaşamak olan iki milletiz... Bizler savaştan kan lekeleriyle dönen askerler, bizler gözlerinin önünde akrabalarının ve arkadaşlarının ölümünü görenler, bizler onların cenazelerinde ebeveynlerinin gözlerine bakamayanlar, bizler ebeveynlerin çocuklarını gömdükleri ülkeden gelenler, bizler size karşı savaşmış olanlar… "

Perspektif
10 Mart 2010 Çarşamba

"Filistinliler bugün size açıkça sesleniyoruz; yeter! Kan ve gözyaşına yeter... Biz intikam arzusu içinde değiliz… Size karşı nefret beslemiyoruz... Bizler de sizler gibi bir ev kurmak, bir ağaç dikmek, sevmek, sizlerle saygınlık ve empati duygularıyla yan yana özgür insanlar olarak yaşamak istiyoruz… Bugün barışa bir şans daha vermek adına tekrar sizlere sesleniyoruz; yeter!”

Geçtiğimiz günlerde doğum gününü kutlayan (01.03.1922 ) İsrail Savunma Kuvvetleri generali, devlet adamı ve İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin, 21 Eylül 1993 tarihinde İsrail parlamentosu Knesset’te yaptığı konuşmada Filistinlilere böyle seslenmekteydi… Rabin bu konuşmadan sadece iki yıl sonra, 4 Kasım 1995 tarihinde Tel-Aviv’de uğradığı bir suikast sonucu hayatını kaybetti…

Kendisi gibi görev başında ölen diğer bir Başbakan olan Levi Eshkol tarafından 1964 yılında Genelkurmay Başkanlığı görevine getirilen, 1967’de Altı Gün Savaşı’nın başkomutanı, Yahudilerin kavuşma özlemi içinde olduğu Doğu Kudüs’e ilk ayak basanlar arasında yer alan, İsrail Devleti’nin ilk ‘sabra’ başbakanı Rabin, ne acıdır ki aynı zamanda İsrail tarihinin suikasta kurban giden ilk ve tek lideri olma sıfatını da artık taşımaktaydı... Filistinlilere yönelik bu tarihi konuşmadan sekiz gün evvel Washington DC’de Oslo Anlaşması’nı imzalayarak her iki toplum arasında barışın tesis edilebilmesi adına o güne kadarki en umut verici ve yapıcı adımı atan ve bu başarısı 1994 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülerek taçlandırılan bu insan tarihe ‘Yahudi terörizmi’ olarak damgasını vuracak bir aşağılanmanın kurbanı olacaktı…

İster uygulayıcısı, isterse de kurbanı olsun, kendine muhatap ettiği tüm milletleri ayrım yapmaksızın insanlık dışı sıfatlara bezeyen terörizmin İsrail Devleti’nin tarihi ve onun sönen ışıklarından Rabin kapsamında değerlendirilmesi herhalde Yahudi olmanın tarifi içinde yer alan en önemli görevlerden biridir... Bireyin ve dolayısıyla ait olduğu toplumun var olabilmesi için gereken kimlik unsurunun tanımlanması bireyin bulunduğu an ,konum ve yer itibarı ile kendisini o noktaya getiren geçmişini kimi zaman sorgulayarak kimi zaman yargılayarak kimi zaman da  sadece olduğu gibi özümseyerek algılamasından geçer… Bu algı sonucu kazanılan birikim an ve gelecek adına varoluşunu özellikle damdaki kemancının hayat çizgisinin çok ötesine geçirmiş Yahudilerin teminatıdır.

MODERN TERÖRİZM

Latincede korkutmak (to frighten) manasına gelen ‘terrere’ kelimesinden gelen terörizmin sosyal bir olgu olarak ortaya çıkması Yahudilerin belirgin olarak şiddete maruz kalacağı 2000 yıllık diaspora yaşantısının başladığı M.S. 70 tarihinden yaklaşık 200 sene öncesine denk gelir... Tarihi kaynaklara baktığımızda terör kavramının ilk tanımlayıcı örneği olarak M.Ö.105 yılında Roma’da şehre yaklaşmakta olan Cimbri kabilesinin yarattığı korku ve panik durumunun tarif edildiği ‘terror cimbricus’ deyimine rastlamaktayız...

18. yüzyıla gelindiğinde karşımıza çıkan bir başka örnek ise Jakobenlerin Fransız Devrimi sırasında yarattığı terör krallığı (reign of terror) olarak tarif edilen dönemdir. Devrim karşıtlarının temizlenmesini ve Fransız askeri gücünün arttırılmasını hedefleyen bu hareket, Jakobenlerle karşıtları olan Jirondinleri karşı karşıya getirmişti... ‘Milli ustura’ diye tanımlanan giyotinin icat edildiği bu dönemde 27 Haziran 1793 ile 27 Temmuz 1794 tarihleri arasında aralarında 16.Louis, Marie Antoinette ve modern kimyanın mucidi Antoine Lavoisier’in de bulunduğu yaklaşık 16000 ile 40000 arasında insan idam edildi. Olayların zirveye ulaştığı 6 Eylül 1793 tarihinden dönem bitene kadar lider olan Maximilien Robespierre de en sonunda bu devrim karşıtı hareketin sonlandırılması için gerçekleştirilen thermidorian tepki hareketi sonucunda giyotinde can verdi.

Jakobenlerin gücünü kaybetmesi ile büyük terör (la grande terreur) böylece sona erdi... Bu dönem sonrası terörizm, her ne kadar hükümet kaynaklı bir misyon da olsa Jakobenlerin aslında özel bir grup olması nedeni ile ilk modern terörizm tanımını kazanmıştır… Buna göre terörizm, masum insanların bir grup tarafından korku ve bir medya gösterisi yaratmak adına öldürülmesidir…

Bu tarife uygun terörizmin modern yansıması, içine politik amaç ve ideolojiyi de almış haliyle, 1970’lerin başında kendini gösterdi. Yıllar yılı terörizmin tanımına dört dörtlük uyan aktiviteleriyle hafızalarımıza kazınan Baider-Meinhof, Kızıl Tugaylar, Kara Eylül, Asala, El-Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü gibi gruplar bu tarihlerde ortaya çıktılar…

Geçen zaman içerisinde bu gruplara yenileri eklenmiş, kimileri yerel kimileri ise uluslararası camiada yıkıcı aktivitelerini sürdürerek amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır… 1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir çalışma sonrasında terörizm altı ana başlık altında tarif edilmiştir…

A) Sivil düzensizlik; toplumun normal işlevlerini, güvenliğini ve barış ortamını tehdit eden kolektif şiddet hareketleri.

B) Politik terör; politik amaç uğruna toplumun tamamı ya da belli bir kesimine yönelik korku yaratmak amacı ile planlı olarak uygulanan suç unsuru içeren şiddet hareketleri.

C) Politik olmayan terör; herhangi bir politik amacı olmayan ancak bilinçli şekilde baskı yapmak adına yüksek düzeyde korku ve endişe yaratan aktiviteler.

D) Quasi terör; modern ya da geleneksel terörizmin metotlarını uygulayan ancak bu metotları ilham kaynağı olan terörizmden farklı amaçlar uğruna kullanan terörizm şekli.

E) Sınırlı politik terör; devrimci bir yaklaşımla kendini sergileyen politik terörizmden farklı olarak, hâlihazırda benzer şekilde ideolojik veya politik bir motif içermesine rağmen devlet kontrolünü ele geçirmeyi hedeflemeyen terörizm şekli.

F) Resmi veya devlet terörü; strüktürel terörizm olarak da adlandırılan bu türde yapılanlarla ulaşılan korku ve baskı geleneksel terörizmle eş seviyelere ulaşsa da amaç bir mücadeleden çok mevcut politik düzenin ve gücü elinde bulunduran hakim kitlenin varlığının sürdürülmesidir.

Muhtemelen geçmişte yaşanan örneklerden hareketle hazırlanmış olan bu sınıflandırmanın geçen 35 yıl zarfında oluşumları ve yarattıkları sonuçlar açısından şeklen veya ideolojik içerik olarak çok farklılık gösterdiğini düşünmüyorum. Zaten hafızalarımızı biraz zorlarsak hem yukarıdaki sınıflamaya kaynak olmuş devlet sistemlerini, örgütleri ve terörist grupları hem de onlarla birçok ortak paydası olan günümüz benzerlerini hatırlayabilir ve bu karşılaştırmayı kolaylıkla yapabiliriz.

Peki, tüm bu anlatılanlar çerçevesinde Yahudiler nerede durmaktayız, İsrail nerede durmakta?... Yahudi kimliğinin oluşmasına etken terörizm -İsrail ve terörizm- Yahudilik ilişkilerinde ne oldu da artık algı olarak farklı unsurları da dikkate alınmalı... Aslında bunun cevabı çok basit ve bir o kadar da acı...

Terörizm ve terörist gibi kavramların yarattıkları yıkım ve sonsuz acıların hem yoğunluğu hem de miktarı arttıkça toplumların, hür insanların ve demokrasilerin nefretini kazanmış ve artık hedef seçtikleri tarafından son derece küçük düşürücü ve aşağılık olgular olarak kabul edilmişlerdir. Dolayısı ile artık bu iki terim birer aşağılama sıfatı olarak kullanılmak üzere kabul görmüş ve bu sıfat günümüzde bazen bir bireyi, bazen bir grup veya kitleyi bazen de bir toplum, din ya da milletin tamamı hedef alınarak onlara karşı yönlendirilmiştir. Hepimiz özellikle son yıllarda belli devletlerin farklı ideoloji, yönetim şekli, dini veya politik görüş, hatta adı özgürlük mücadelesi olan bazı hareketler nedeni ile terörist veya terör destekçisi devlet olarak sınıflandırıldığını biliyoruz.

Ancak aynı sıfatın kaynak teşkil ettiği görüş başlığı altında toplanmış ve hür dünyanın ortak bir pota içerisinde erimişçesine kendilerine eş bir yaklaşım sergilediği bu kitle aslında kendilerine özgürlük savaşçısı, devrimci, ayrılıkçı, militan, paramiliter, gerilla mücahit, fedai gibi isimler atfederek asıl karşı olduklarını terörist diye görmektedirler. Bir başka deyişle günümüzde birinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı olmakta, birinin askeri olmayan sivil hedeflere yapılan terörizm diye adlandırdığı saldırı diğerinin mücadelesinde yer almış haklı ve muzaffer bir adımdır ve bu adımda kurbanların olması son derece doğaldır…

İsrail Devleti ve Yahudiler, Mayıs 1948’ten ve özellikle 1970’lerde Filistin Kurtuluş Örgütü ile mücadele etmeye başladığı andan itibaren yukarıda paragrafta tarif etmeye çalıştığım paradigmanın içinde, gerçek konumunu ispatlamak ve korumanın zorunluluğunu yaşadı. Aslında Yahudilerin sırtına var oldukları ilk günden beridir yüklenmiş bu zorunluluk İsrail Devleti’nin kurulması ile daha da arttı.

İşte Rabin suikastı Yahudi’nin Yahudi’ye karşı gerçekleştirdiği son derece aşikar bir terörist eylem olması sebebi ile söz konusu paradigma içindeki mücadelede Yahudileri son derece zor bir duruma düşürdü…

O güne kadar sorunların ve şiddetin asıl kaynağı ve müsebbibi olarak gösterilmeye çalışılarak zayıflatılmak ve uluslararası arena da haklılığı tehdit edilmek istenen ama buna karşı her zaman dik durmayı başarmış İsrail Devleti’nin kendi içinde hem de Yahudi’nin Yahudi’ye karşı gerçekleştirdiği bu terörist eylemle süngüsü düştü.

Toplumların kendi iç çatışmalarının milli birlik ve beraberliklerine zarar vermesinin sonuçlarının ne kadar vahim olabileceği tarihteki muhtelif örneklerle ispatlanmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan Holokost felaketinin sebeplerini araştıran önemli kaynaklardan biri olan ‘Brothers in arms’ adlı eserde asimilasyon ve emansipasyonu araç olarak kullanarak aydınlama sürecini tamamlamış ve batı Avrupa toplumlarına tamamen entegre olduğu algısına sahip Yahudi tipiyle, doğuda kimi zaman modern bir şehirde kimi zaman da bir shtetl’de ancak her şart altında geleneksel toplumsal yaşantısında var olmayı sürdüren Yahudi tipinin çatışması anlatılır. Aslında bu bir çatışmadan çok, batılı olanın doğudakini hakir görmesi, zaman zaman da aşağılamasıdır. İşte bu kitapta yer alan ana teze göre bu karşıtlık başta Hitler olmak üzere nasyonal sosyalizmin beyinlerinin nefretini kazanmış ve kendi içlerinde uzun yıllardır var olan o batılı Yahudi tipine karşı güvensiz şüphe dolu gözlerle bakmalarına sebep olmuştur.

Dünyamızın bu kötülük ve acılardan arındırılması hepimizin ortak görüşü olmalıdır. Dualarınızın ve çabalarınızın hep bu yönde hep barış huzur adına olması dileği ile...

Moiz MESERİ