/Auschwıtz’den çıkış

Dünya
10 Mart 2010 Çarşamba

Bundan 65 yıl önce Alman ordusunun Dachau’ya doğru ilerlediği günlerde Sovyet Birlikleri Auschwitz Toplama Kampı’nı özgürlüğe kavuşturdular. Bu cehennemden sağ kurtulmayı başaran biri olarak, katledilen ailemin ardından kurduğum yuvam bana inanılmaz görünür…

Adolf Eichmann ve Joseph Mengele’nin dehşet dolu dünyalarına girdiğimde on üç yaşındaydım.

O zaman, o korkunç ortamda kendime biçebildiğim yaşam süresinin uzunluğu, haftaları geçmiyordu. 1944 yılı başlarıydı, İkinci Dünya Savaşı sonuna yaklaşıyordu. Bizse kamplarda,  dünyada olan bitenden bir haberdik… Dışarıda neler olup bittiğini hiç bilmiyorduk.

“Tanrı nerede? Ya umut? Peki ya bize yapılanlardan kimseciklerin haberi yok muydu?” gibi sorular vardı aklımızda… Rusya harap olmuş, İngiltere karşıdan bakmasaydı. Peki ya Amerika Birleşik Devletleri? Amerika ise bizden çok uzakta ve bölünmüşlük içindeydi. Karanlığın yenilmez gücü altındaki medeniyetin kurtarılmasını beklemek öyle imkânsız görünüyordu ki…

Böylesine bir ortamda, Amerika öncülüğündeki birliklerin Normandiya çıkarması haberi bize ulaşana kadar bir hayli zaman geçti.

Etrafta dolaşan bir diğer söylentiyse Kızıl Ordu’nun doğu cephesinde hızla ilerlediğiydi.

Her geçen gün ayaklarının altındaki toprağın gürlediğini hisseden Almanlar açıkça tedirginlik göstermeye başlamışlardı. Gaz odaları hiç olmadığı kadar duman ve ateş kusuyordu…

Karanlık ve dondurucu bir sabah, nöbetçiler köle gibi çalıştırılmaktan hâlâ daha gücü kalabilenlerimize önce sıraya girmemizi, daha sonra da kampın dışına doğru yürümemizi emrettiler. Yönümüz batıydı. Polonya’dan Almanya’ya doğru gidiyorduk…

İçimde korku ve heyecan birbirine karışırken, duygularımı zor kontrol edebiliyordum. Sonunda belki kurtuluşumuz yaklaşıyordu, fakat hâlâ her an öldürülmemiz de mümkündü…

O an tek amacım elimden geldiği kadar dayanmaktı. Yaşım daha on altı idi ve hayatta kalmak istiyordum…

Bir kamptan diğerine gece gündüz yürümeye devam ettik. Taa ki biz ve işkencecilerimiz uzaktan bir yerlerden top atışlarını andıran patlamalar duyana dek…

Bir öğleden sonra bizi Alman birlikleriyle karıştıran Müttefik uçaklarının bombardımanıyla karşı karşıya kaldık. İşte o an, yanımızdaki Alman askerleri yere yatarak rastgele ateş etmeye başladılar. Tüm bu kargaşanın içinde yanımdan bir ses bana doğru bağırdı, “Çabuk kaç!!” Ben ayağımdaki tahta takunyaları fırlattığım gibi ilerideki ormana doğru son hızla koşmaya başladım.

O ormanda, dondurucu soğukta, aç ve susuz,  bir bölük Amerikan askeri beni bulana dek haftalarca saklandım.

Benden yaşça fazla büyük olmayan bu delikanlılar beni hayata döndürdüler. Bana yiyecek, giyecek veren bu insanların maskotu oluverirken çok uzun zamandan sonra gerçekten özgür olmanın mutluluğuna vardım.

Bugün Soykırım’dan kurtulmayı başaran neslin son üyeleri de tek tek tarih sayfalarına karışırken çok yakında dünya, en iyi ihtimalle Auschwitz’i gayrişahsî ağızlardan, araştırmacı ve yazarlardan öğrenmek durumunda kalacak. Ancak kimi kötü niyetli revizyonist takimin tarihi çarpıtarak sahte belge ve delillerle Nazilerin ‘Nihai Çözüm’ olarak adlandırdıkları Soykırım’ı bir mitos olarak gösterme çabaları şimdiden başlamıştır…

İşte bu yüzden Soykırım’dan kurtulanlar içinden hâlâ sağ olanlara düşen görev, yaşanılanları anlatmaktır.

Çocuklarımıza, neredeyse dünyayı tamamen yok etmeyi hedef alan faşizmin, zorbalığın yarın onlara da aynı şeyleri yapabileceğini anlatmaktır.

200.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan Haiti depreminde doğanın insana karşı ne kadar acımasız olabileceğine şahit olmak da yine de insanoğlunun ahlaki değerlerini ve sağduyusunu kaybettiği anda yapabileceklerinin karşısında doğanın daha selim olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bugün, ırkçılık, dini ayırımcılık, terör saldırıları ya da doğal felaketlerin kurbanlarına karşı gösterilen birliktelik ve merhamet, geçmişte yaşadığımız bu korkunç felaketin yıldönümünde, insanoğlunun geldiği uçurumun eşiğinde bir uyurgezer misali gösterdiği bocalama ve tepkisizliğin, bugünle nasıl çakıştığını düşündürmektedir.

Ne mutlu ki, bugün yaşanan olaylar bize, dönülmez sanılan yoldan dönen insanlığın hiçbir şey olmamışçasına birlikte uyum içinde yaşayabilmesinin hâlâ daha mümkün olduğunu göstermektedir.

 

Samuel Pisar  / The New York Times

Çeviri: Batya Ruso Galanti