Devlet Tiyatrosu 60 yaşında...

Taksim'deki dört sahnesinin kapanmış olmasına rağmen, kentimizin toplam dokuz ayrı yerinde 'PERDE!' diyen İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sizin için iki oyun izledik

-
16 Aralık 2009 Çarşamba

Tiyatro sezonunun üzerimize üzerimize gelmesiyle, bazı akşamlar iki, üç hatta dört gala çakışıyor. İşte, 8 Aralık akşamı tam da Garajistanbul ve Semaver’in davetlerini başka bir tarihe bırakıp, direksiyon sallamamak için Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nun AKM’den kalkan otobüs servisini düşünürken, sevgili Korin kardeşim arayıp, “Kuzguncuk Türküsü’nü gördün mü? Muhakkak bir an önce gidip, yazmalısın..!” deyince, akan suları durdurup aynı akşam Üsküdar Tekel Sahnesi’ndeki galaya yöneldik...

 Kuzguncuk Türküsü

Her şeyden önce, İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun bu yeni girişimini aklışlamak isterim – yapılan başarılı restorasyon ile kentimiz güzel ve (özellilke Beşiktaş’tan motor ile!) kolay ulaşılabilir bir sahne kazandı... Diğer önemli oyunlarından bildiğimiz, birkaç yıl önce şahsen tanışma ve sohbet etme onuruna kavuştuğum Güngör Dilmen üstadın yeni bir yapıtını izlemek de ayrı bir heyecandı..!

Cemal Ünlü’nün yönettiği “Kuzguncuk Türküsü”nde yirmi beş kişiden oluşan oyuncu kadrosu, 19./20.yüzyılın çeşitli zaman dilimleri içinde bazı gidip-gelmelerle, artık o klasikleşmiş “mozaik”/”hoşgörü” ekseninde dolaşıyor, o yıllarda bir köyü andıran Kuzguncuk’da... Daha öne çıkan rollerde Marko Paşa (Ergun Akvuran), Rum öğretmen Saranda (Gülenay Kalkan), boşgezen/çokbilir Can (Murat Karasu) ve çapkın papaz Todori (Ali Ersin Yenar), oldukça cılız konu dağarını renklendirmeye çalışıyor; bu arada Aziz Nesin, gazete dağıtıcısı olarak, kendi çıkardığı “Markopaşa” dergisini satıyor; küçük bir “karışık evlilik” sorunsalı yaşanıyor (“sahi, bu tür ilişkiler niye hep tek yönlü – Türk kızı bir Bizanslı erkeğe gitti mi hiç?” – mealen...); bu arada “Kolonyacı Albala” ortalarda görünüyor, ayrı bir etkinlik göstermeden... Çamlıca tepesine “bülbül izlemeye” gidiliyor; buna uygun olarak oyunculardan “Los Bilbilikos”u dinliyor, arada küçük danslar izliyoruz – ve bir Rum vatandaşın söylediği şu tümce belleklere kazınıyor (gene mealen): “Hoşgörü mü?! Asıl hoşgörüyü biz azınlıklar gösteriyoruz, bize karşı yapılan nice davranışlara cevaben...”

Derken, 6-7 Eylül olayları gelip çatıyor – bunun için “hafif tahribat yapılsın, ama yağma yok..!” talimatıyla Anadolu’dan çapulcuların getirildiğini öğreniyoruz – ne var ki, “onlar tenezzül etmez...” düşüncesine karşın, gayrımüslim işyerlerinin yıkılıp yağmalandığını duyuyoruz, olayları üst makamlara telefondan “naklen” bildiren bir memurdan: “Şimdi Yüksekkaldırım’daki Jorj Papajorg müzik mağazasındalar”, ardından “Vacheron Constantin” dükkânının vitrinleri indiriliyor – Güngör Ağabey’in güzel tanımlamasıyla “boydan boya kumaş ile kaplı olan bir cadde, dünyada tek bizde vardı, galiba...” !!! – Oyunun ikinci yarısında, bu olaylardan ürkmüş ve ülkeyi terk etmeye hazır, mübadele döneminden geriye kalmış İstanbul Rumlarının gayrımenkullerini düşük fiyatlara almaya hazırlanan fırsatçıları izliyoruz ve böylece kentimizde artık Rum yaşamının neredeyse sona ermesini...

Yukarıda da değindiğim gibi, “Kuzguncuk Türküsü”nde bireysel konular aramayacaksınız – bu bağlamda, “Damdaki Kemancı”yı anımsadım birazcık – ne var ki, o oyunda olağanüstü güzellikte bir müzik repertuarı ve dans sekansları vardı – ve buradan gene görüyoruz ki, başarılı bir sahne yapıtı için en azından bir öğenin başa çıkması gerekiyor... “Kuzguncuk Türküsü”ne keşke özgün müzik yazılsaydı, diyorum (iki yıl önce NŞKM’de sevgili Sema ile sunmuş olduğumuz “Ebruİstanbul”un çok yönlü müzik direktörü Cumhur Bakışkan’a daha geniş bir görev verilmeliydi..!) – belki böylece Güngör Dilmen’in iyi niyet ile kotardığı ve küçük vinyetlerin üstüne oturttuğu önemli iletilerinin çerçevesi daha iyi çizilmiş olurdu...

...ancak gene de, İDT’nın geniş kaynaklarından hareketle dışa vurulan, yakın geçmişin bu hüzünlü dönemini sahnede görebilmek, dostlarınızın görmesini sağlamak için, bu oyunu programınıza alın..!

Vahşet Tanrısı

Devlet Tiyatroları, 60. kuruluş yılında 60 Türk yazarına 60 dünya prömiyeri yaptıradursun, bazı çok önemli yabancı yazarların oyunlarına da yer vermiyor değil. İşte, ülkemizde daha önce iki oyunuyla  büyük beğeni kazanmış, Fransa’nın saygın Moliére Ödülü’nü üç kez almış YasminaReza’nın son oyunu “Vahşet Tanrısı”nı, Zeynep Avcı’nın çevirisi ve Celal Kadri Kınoğlu’nun yönetiminde taze taze sahnelerimize taşıyor...

İki oğlan parkta kavga etmiş, biri diğerinin iki dişini kırmış... Henüz tanışmayan anne-babaları da, dayak yiyen çocuğun evinde bir araya gelerek durumu sakin sakin değerlendirip, oğlanların bu olayı en uygun biçimde nasıl geride bırakacaklarına ortak çareler arıyorlar. Ancak, kimin suçlu olduğu, kavgayı kimin başlattığını kestirmek o denli kolay değil..! Acaba çocukların davranışları, ebeveynlerinin özyapılarından mı kaynaklanıyor? Dayağı atanın babası, cep telefonu durmayan ve sürekli olarak, avukatı olduğu ilaç firmasının sorunlu durumunu tartışan Alain ile sakin görünmeye çalışıp, içi kaynayan eşi Annette arasındaki sorunlar mu tetikledi oğlanın bu hıncını? Öte yandan, diğer çocuğun babası Michel’in vicdanı, evde besledikleri Hamsteri gecenin ortasında nasıl da sokağa atıp, zavallı hayvancığın telef olmasına izin verebilmiş..? Darfour kıyımları hakkında daha yeni yeni bir kitap yazmış olan eşi Veronique, böylesine gaddar bir kişi ile yıllardır evli kalmışsa, acaba onda da mı bir dengesizlik var?

Konular derinleşip karşılıklı maskeler düştükçe – hele ortaya bir şişe rom açıldığında, küçük fikir ayrılıkları tartışmalara, gittikçe ciddi sürtüşmelere yol açıyor – dahası, tartaklamalara kadar varıyor... Neredeyse 12 yıl önce bu köşeye getirdiğim “Sanat” oyununda üç arkadaşın, Tiyatro... Tiyatro dergisinde eleştirdiğim “Yaşamın Üç Yüzü”nde ise gene iki evli çift arasındaki sorunlarını irdelemiş olan Yasmina Reza’nın en büyük ustalığı, bu tür toplumsal konulara değinen oyunlarındadır – “Vahşet Tanrısı”nın son iki yılda Avusturya, İngiltere ve ABD’nin en saygın tiyatro ödüllerini toplamış olması, bunun açık bir kanıtıdı olsa gerek...

İDT’nın Cevahir sahnesinde ise, son derece başarılı dört sanatçı bize bir “tiyatro ziyafeti” sunuyor..! Galiba ilk kez izlediğim İşdar Gökseven, aynı sahnelerden yabancısı olmadığım Ülkü Duru, Zerrin Tekindor ve Zafer Algöz’den hiç de aşağı kalmıyor ve büyük keyif veren bu oyunu, sezonun “olmazsa olmazları” arasında yerleştiriyor...

“Kuzguncuk Türküsü”nü 18-20 Aralık tarihleri arasında bu kez Beykoz DT Salonu’nda, “Vahşet Tanrısı”nı 15-27 Aralık tarihleri arasında Harbiye Kenter Tiyatrosuínda izleyebilirsiniz... (rezervasyon için www.dtgm.gov.tr)